Bu cümle, 20. yüzyıl başında bir tiyatro karakterinin dudaklarından dökülmüş.

Pirandello’nun 1922’de yazdığı tek perdelik oyunu “L’uomo dal fiore in bocca”nın Türkçede kullanılan adı bu.

Adam, ‘tek bir hakikatin’ çöktüğü, ‘öznel hakikatlerin’ çoğaldığı modern dünyada işin zor olacağını sanki ta o yıllarda sezmiş.

‘İnsanın, ne olduğundan çok, nasıl göründüğü ve nasıl algıladığıyla var olduğu’ görüşü bugün çok geçerli.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tiyatrolarında da sahneye konulmuş bu oyun, tesadüf sonucu gece geç bir saatte bir kafede karşılaşan iki erkek karakterin kısa süreli sohbeti etrafında gelişir.

Karakterlerden biri, “ağzında çiçek” olarak adlandırılan ve genellikle dudak veya ağız içinde çıkan kötü huylu bir tümöre sahip olduğu için ölümle yüzleşmekte olan bir adamdır.

Diğeri ise gündelik hayatın akışı içinde sıradan sorunlarla meşgul, sağlığı yerinde görünen bir müşteri.

Metin aslında, bu iki kişinin “farklı yaşam perspektiflerini” karşılaştırır.

Pirandello bu çok bilinen tek perdelik oyunda, ‘doğru’ ve ‘gerçek’ kavramlarıyla uğraşırken, ‘doğrunun güncelliği’ üzerinden lâfı “Herkesin gerçeği kendine”ye getirir.

‘Kendi’ denilen kim peki?

“Ağzı çiçekli adam” ölümün yaklaşmasıyla dünyaya olağanüstü bir dikkatle bakan, ayrıntıları büyüten ve hayatın değerini yoğun biçimde hisseden biridir. Karşısındaki ise yaşama dair farkındalığı düşük, gündelik telaşların içinde bir insandır.

Pirandello, bu karşılaşma üzerinden ‘farkındalık’ ve ‘zaman algısı’ gibi temaları işler.

Galiba Pirandello’nun anlattığı bugün “bilişsel çerçeve” (cognitive frame) denilen şeyin sahne versiyonu:

Aynı olay farklı zihinsel şemalarla farklı anlamlara dönüşüyor.

Bütün genellemeler yanlıştır,
hatta bu bile, denir ve bu da sevilir lakin bana kalırsa kendi denilen ‘içimiz’dir ve o bize doğruyu söyler.

Hangi hareketin, hangi cümleyi hangi sebeple ilişkilendirdiğini geçseniz bile, olan-bitenin sizin cephenizden nasıl algılandığını en iyi bilen kendimiz yani içimizdir.

Bize ne söylüyorsa , ona nasıl geliyorsa öyledir.