Kuzguncuk, huzurlu bir Boğaz semtiyken giderek artan şekilde İstanbul'da iç turizm talebini karşılamak durumunda kalan bir merkez haline geldi. Hafta sonu huzuru kaçan bölge, hafta içi tüm sakinliğiyle sizi bekliyor. Tek bir şart var, bölge sakinlerinin keyfini bozmamanız.

İstanbul’un geldiği noktayı, 2021’de kaybettiğimiz ‘Rönesans Adamı’ Doğan Kuban hocamız şöyle özetlemişti: “İstanbul ülkeyi çökertecek, kalkınmaya engel noktaya ulaştı. Çelişik gibi görünen bu söz, İstanbul’un birçok alanlarda örnek ve öncü olduğunu yadsımak için değildir. İstanbul’un başını alıp gitmesi, ülkeye yayılması gereken çağdaş davranışların, teknolojinin önünü kesiyor. Halkı ve işverenleri kendine çekip, çağdaş etkinlikleri inhisarına alıyor.”

Devamında resim kötüleşiyordu: “Büyük kent, insanoğlunun bütün tarihinde kendi yaratıp kontrol edemediği en büyük deformasyondur. İnsanoğlunun yaşamını karartan bütün kötü insan davranışlarını, pek çoğunu suç diye tanımladığımız kişisel ve grupsal etkinliklerin en kolay oluştuğu ortamdır.”

Doğan Kuban bu satırları yazdığında yıl 2016’ydı. Şimdi 7 sene sonrasında durumun iyiye gittiği söylenemez. Bir perşembe öğleden sonrasında Kuzguncuk’a ulaştığımda tam da bunu düşünüyorum. Çünkü nasıl Eminönü’nün gece ve gündüz nüfusu arasında akılalmaz bir fark varsa, Kuzguncuk için de bunun hafta içi ve hafta sonu halini düşünebiliriz.

Kuzguncuk’ta ara sokaklarda tasarım ürünlerin satıldığı dükkanlara sık rastlıyorsunuz.

Kuzguncuk’a atfedilen iki fıkra anlatayım size. Ancak bunlar gerçek. Bir gün Kuzguncuk’ta evinde oturan ailenin kapısı çalınıyor. Gelin-damat yanlarında fotoğrafçı ve refakatçileriyle evin içerisinden geçip ulaşılan arka bahçede düğün fotoğrafı çektirmek üzere izin istiyorlar. Yeterince dehşete düşmediyseniz bunun ‘izinsiz gelişeninden’ bahsedelim. Terası olan bir evde yaşayan Kuzguncuk sakini, bir gün terasa çıktığında bir çekim ekibiyle karşılaşıyor. Kendisine ait terasa nasıl geldiklerini sorduğunda, “Vinçle eşyalarımızın yukarıya taşıdık, biz de öyle geldik” cevabını alıyor.

Kuzguncuk, böyle bir istilanın pençesinde, esnafı zenginleşirken, semt sakinlerinin yaşam kalitesinin özellikle hafta sonu giderek fakirleştiği bir yer haline gelmiş durumda.

Peki bu bölgeyi ne bu kadar ilgi çekici yapıyor? Perihan Abla, Ekmek Teknesi gibi dizilerin çekim sahası olması mı? Çok değil bence.

Kuzguncuk’un yerlilerinden mimar Nevzat Sayın’a göre bu bölgenin cazibesi burada hiçbir şey olmaması: “Aslında ilginç olan şu, burada hiçbir şey yok. İnsanları çeken de hiçbir şey olmaması.”

Mahalleli bu tepkilerinde genelde haklı. Çünkü kalabalığın da fotoğraf çekiminin de sonu gelmiyor.

Burada yıllara dayanan mesaim ve gözlemlerime dayanarak ben de şöyle bir sebep sunabilirim: Instagram’da güzel görünen sokakları, evleri, Boğaz hattında olması ve Boğaz’daki diğer semtler gibi vakit geçirmek için zengin olmanızı beklememesi. O yüzden Kuzguncuk’ta hep şu manzarayı görürsünüz, birileri bir yerde fotoğraf çektirir, ve o yerde eğer bir Kuzguncuk sakini varsa bu durumdan rahatsız olur. Rahatsızlıklarını fotoğraf çekiminin yasak olduğunu söyleyen tabelaları asmaktan, “Burada fotoğraf çektirenler ayrılıyormuş” notu asmaya kadar geniş yelpazede gösterirler.

Ben o rahatsızlığa sebep olmadan hafta içi yapıyorum gezintimi. Sizin yolunuz bugün düşerse bu taraflara yoğun bir kalabalık göreceksiniz ama kalabalığı takip etmeden yapacağınız bir gezinti yine sizi Kuzguncuk’ta mutlu eder.

İcadiye Caddesi, Kuzguncuk’un en hareketli bölgesi. Cadde boyunca tatlıcı-kahveci-dondurmacı alternatifleri sizi bekliyor.

Kuzguncuk’ta sahilde başlayalım biz rotamıza. Akşam saatlerinde kutlama için gelinecek İsmet Baba‘nın hemen yanındaki Çınaraltı Çay Bahçesi’ne yerleşelim. Paylaştığım Instagram postu, burada yapılabilecek en güzel şeyi yapmış zamanında. Bu hâlâ aynı kalitede yapılabiliyor. Hava uygunsa, İstanbul Boğazı’nın en küçük ama güzel oturma yerlerinden biri olan kamusal alana çökün ve orada yiyin bu salaş kahvaltıyı. Can Yücel çok vakit geçirirmiş hayattayken burada. Dükkanın içinde ondan izler göreceksiniz.

Yemeği yedik, tatlı için yerimiz varsa hemen İcadiye Caddesi başındaki Dilim Pastanesi, burada adım başı göreceğiniz tatlıcı-dondurmacı-çikolatacılar içinde en iyisi bence.

Biz şimdi Küçük Kudüs olarak anılan Kuzguncuk’ta gezmeye başlayalım yavaştan. Burası inşaat yapılabilecek büyük alanları olmayan bir bölge olduğu için şehrimizin çok zenginleri için cazip değil. Çünkü istese de soylulaşamıyor. Bölgede belki bir şeyler yapılabilir iddiasıyla yola çıkılan Kuzguncuk Bostanı da büyük mücadeleler sonunda korundu. Şu anda bölgenin nefes alma noktası. Kuzguncuk’a geldiğinizde buraya mutlaka gelip bir soluklanın. Yaz geceleri açık hava sineması var, kura çekimiyle dağıtılan küçük bostanları var, daha ne olsun.

Kuzguncuk Bostanı, büyük mücadeleler sonunda korundu. Ona bölge halkı gözü gibi bakıyor.

Bostana gelirken yol üzerinde göreceğiniz iki durak var. İlki güzel binasıyla Nail Kitabevi. Her kitapseverin gezmek isteyeceği türden bir yer. Kapıönünde birkaç masası var orada da kahve içebiliyorsunuz. Diğeri de Vedat Milor’un tavsiyesinin ardından ünü Kuzguncuk’u aşan, artık arabayla gelirseniz vale hizmeti bile alabileceğiniz Metet Döner. Kapısında kuyruk görmemeniz sürpriz olur. Kuyruk varsa da bekleyin bir döner yiyin, beklediğinize değecek.

İnci Çayırlı Sokak’ta Metet’i sağımıza alıp ilerlediğimizde dik bir yokuş tırmanıyoruz. Buranın sonunda sağda bir mezarlık var. Kuzguncuk Rum Ortodoks Kabristanı. İstanbul’da mezarlık buldunuz mu gezmelisiniz, bunu unutmayın lütfen. Hangi mezarlıkta hangi mezar taşını göreceksiniz, nasıl bir manzarayla karşılaşacaksınız hiç belli olmaz. Bu mezarlığın birkaç özelliği var. Manzarası yaşam enerjisi veriyor, mezarlıkta oluşunuz içinizi sıkıyor. Kızılay’ı çok konuştuk, oraya bağlayayım. Burada Kızılay’ın öncüsü Hilali Ahmer’in kurucusu ‘Dert Babası’ Marko Paşa’nın kabri bulunuyor. Yani Markos Apostelidis.

Perihan Abla dizisindeki ev bu sokakta değil.

İcadiye’ye geri dönüp yukarı çıkmaya devam edelim. Simitçi Tahir Sokak’ın girişinde yan yana üç tane şahane ev var. Burası sanıyorum Kuzguncuk’un en çok fotoğraf çekilen yeri. Durup nefeslenirken fotoğraf çekimlerini izleyip, son trendlere bir göz atabilirsiniz.

Perihan Abla’nın evi burada.

Kalabalıktan kaçmak istiyorsanız, İcadiye Caddesi boyunca denizden uzaklaşarak ilerleyeceksiniz. Çıkarken solda, begonvilleriyle dikkatinizi çekecek Gule Kafe’de (İcadiye Caddesi, 147) güzel vakit geçirebilirsiniz.

Daha yukarı çıkacaksanız zevkli döşenmiş, sakin bir ortam sunan Cafe Meo’da, çay-kahve molası verebilirsiniz. Vaktiniz varsa konuşma atölyelerine katılın, yabancı dilinizi geliştirmeye bire bir.

Tekrar denize inelim. Ama bu kez İcadiye değil ara sokaklardan yapın bunu. Kuzguncuk’un ara sokakları, merdivenli yokuşları, her biri keyif veriyor insana.

Solda Çarşı Camii, sağda Surp Kirkor Lusareviç Kilisesi. Bu, İstanbul’daki tek kubbeli Ermeni kilisesi.

İbadethaneleri meşhur Kuzguncuk’ta görmeniz gereken çok sayıda yer var. Ortodoks Kilisesi Ayios Yeorgios, Bet Yaakov Sinagogu İcadiye’de.  Surp Kirkor Lusaroviç Kilisesi (Çarşı Caddesi, No: 49) ve Kuzguncuk Yeni Camii’nin neredeyse aynı avluyu paylaşmalarına ise şaşıracaksınız. Adnan Özyalçıner ve Sennur Sezer’in Öyküleriyle İstanbul Anıtları kitabında anlattığı üzere birbirine bitişik bu iki dini yapının hikâyesine dair güzel detaylar var. Yazıya göre öncesinde Nakkaş Camisi bulunan bu alanda 1952’de ibadete açılan Çarşı Camii’nin yapımı için Ermeni Kilisesi, bahçesinin bir bölümünü bağışlıyor ve yüklü bir para yardımında bulunuyor. Ama iyilikler her zaman unutulur. 26 Mayıs 2020’de ne oluyor? Kilisenin dış sokak kapısının üzerindeki haç bir saldırı sonucunda sökülüyor. İstanbullular olarak toplu bir tepki gösterdik ama artık olmayacağının bir garantisi midir bu, bilmiyorum. İlk yapılışı Patrik İsdepanos Ağavni Zakaryan döneminde olan ve 1835’te ibadete açılan yapının mimarı Hovhannes Amira Serveryan. Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi’nden biliyoruz ki burası İstanbul’daki tek kubbeli Ermeni kilisesi. O açıdan da ayrıca görmek önemli.

Kuzguncuk’ta herkes yaşadığı yeri kendi estetik kaygısı doğrultusunda güzelleştirmeye çalışıyor. Kafanızı kaldırıp gezdiğinizde göreceğiniz örnek çok.

Karnınız acıktıysa alternatiflerim bitmedi. İcadiye Caddesi’de Görele Ev Yemekleri, küçük bir dükkan, az çeşit ama müthiş lezzet sunuyor. Bir de benim bayıldığım bir yer var: Hatice Anne Ev Yemekleri. Çarşı Caddesi üzerinde, üst katta, küçük bir dükkan yine. Bu konuda gurme değilim ama yediğim en güzel baklalı enginarı burada yemiştim. Mevsiminde giderseniz çok hoşunuza gideceğine eminim.

 

Buraya yolunuz düştü ve çalışmak istiyorsunuz o zaman ne yapacaksınız? İki yer size uygun. Birincisi Çarşı Caddesi üzerindeki Kuzguncuk Vapur İskelesi’nin üst katı. Burada Türkiye Tasarım Vakfı’nın İskele Tasarım Platformu var, gidip ortak alanda çalışmanız mümkün. Pazartesi-cumartesi 10-18 arası müsait.

Önereceğim ikinci yer ise Glow. Küçük bir yeni nesil kahveci. Atıştırmalıkları, güzel kahvesi, sessiz ortamı ve zevkli dekorasyonuyla çalışmak için birebir.

Glow, kahve içip çalışmak için güzel bir alternatif.

Kuzguncuk yakın tarihte nasıldı peki? Murat Belge’den öğrendiğimize göre Türkiye Sosyalizminin önemli isimleri burada yaşamış. Belge’den aktarayım: “Mehmet Ali Aybar ve Oktay Rifat burada oturdular. Nâzım Hikmet burada çok vakit geçirdi. Nihat Sargın da Kuzguncuk’ta yalı sahibidir. Bunlara dayanarak, herkesi bağrında yaşatan Boğaziçi’nin, Türkiye sosyalizminin doğuşunda da payı olduğunu söyleyebiliriz.” Bu mahallenin sembol isimlerinden biri de 2020’de kaybettiğimiz sanatçı mimar Cengiz Bektaş’tı. Bektaş’ın bıraktığı bir iz Üryanizade Camii’nde görülüyor. 1987’de yanan cami, Bektaş’ın röleve çizimlerine uygun olarak tekrar inşa edilmiş.

Kuzguncuk’un en güzel yanı muhteşem evleri.

Kuzguncuk her haliyle İstanbul’un en ilgi çekici semtlerinden biri. Fakat yazının başına dönersek, 18 milyon kişinin yaşadığı bir şehirde, bulduğumuz cazibe merkezine ufak bir kalabalık halinde bile gitsek oranın eski halini koruması mümkün olmuyor. İşte bu da bizim büyük çaresizliğimiz.

10 bin adımda İstiklal Caddesi: Her şey turistler için, mecburen