2019’un sıcak bir yaz hafta sonu… İspanya’nın sosyetik adası Mallorca… Adanın küçük havaalanı hiç bu kadar özel jeti bir arada görmemiş olmalı… Ünlü bir yönetim danışmanlık şirketinin düzenlediği ve dünya ekonomisini yönlendiren CEO’ların önemli bir bölümünün katıldığı zirvede, Trump’ın ilk döneminin 2,5 yılı geride kalırken, ileri teknolojilerin iş dünyası, küresel pazarlar ve liberal demokrasiler üzerindeki etkisi ile ABD-Çin itişmesinin şekillendireceği gelecek tartışılıyor.
Financial Times’da yayınlanan bir yoruma göre, zirvedeki birçok Batılı CEO, Çin’in “devlet kapitalizminin”, uzun dönemli planlar yaparak ve devlet gücünü şirketlerin arkasına koyarak yarattığı çalışma koşullarıyla, regülasyon engelleri ve hissedar baskısı altındaki kendi “liberal kapitalist” çalışma koşullarını karşılaştırarak, Çin’e kıskançlıkla baktıklarını açıkça dile getiriyorlar. Hatta bir katılımcı, liberal demokrasilerin teknolojiye yeterince hızlı ayak uyduramadığını dile getiriyor.
2025’in Aralık ayı… Trump, ikinci döneminin ilk yılını bitirmek üzere… The Wall Street Journal (WSJ), birinci sayfasından yayınladığı habere, “CEO’lar, Trump’ın devlet kapitalizmine çark etmesinden en yüksek faydayı sağlamayı öğreniyorlar,” başlığını atmış. WSJ, ABD hükümetinin şirketlerden hisse almasına, özel şirketlerle çeşitli şekillerde içli-dışlı olmasına, bu yolla şirketlerin hareketlerini kontrol etme, kendi politikasını empoze etme çabasına dikkat çekiyor. Şirketlerin de hükümetin dümen suyuna girerek, Çin’e mal satma, gümrük tarifeleri, regülasyonlar ve birleşme-satın alma gibi konularda ayrıcalık elde etmeye çalıştıklarını belirtiyor.
Kapitalizm şekil mi değiştiriyor?
Öyle görünüyor ki, bir süredir sancıları çekilen değişim arayışı gerçekleşme ortamını bulmuş… Sanki, içinde olduğumuz için görmekte, değerlendirmekte zorluk çektiğimiz bir şeyler yaşanıyor; kapitalizme yeni bir şekil veriliyor. Belki unsurların hiçbiri yeni değil, ilk kez karşımıza çıkmıyor ama, hepsinin aynı anda olması, yeni… Değişimin ipuçlarını daha çok ABD’de görüyoruz belki, ama bunun tüm dünyaya yayılma olasılığının güçlü olduğunu göz ardı edemeyiz. Devlet kapitalizmi tabiri belki Amerikan abartması olabilir ama isme değil değişime odaklanmak gerekli.
Bu değişime dair ipuçları birkaç farklı unsuru barındırıyor: 1) Devletin bazı şirket hisselerini satın alması, bazı şirketlerin gelirlerine ortak olması, bazılarının işlerine müdahale etmesi; kimi sektörler ve şirketlerle al gülüm-ver gülüm ilişkisine girmesi; 2) Kamu çıkarlarıyla özel çıkarların iç içe geçmesi; özel şirket sahiplerinin, yöneticilerinin (işlerini sürdürürken) devlette görev alması; ülkeyi yönetenlerin, devletten devlete ilişkilere paralel olarak, kendi şirketlerinin iş ilişkilerini yürütmesi; 3) Bir birleşme-satın alma furyasının ortalığı kaplaması, hükümetin bu pazarlıklarda aktif bir oyuncu olarak yer alması; teknoloji şirketlerinin çapraz hisse alımları ve yatırımlarla karmaşık bir ağ oluşturması; 4) Rekabetin ortadan kalkması, orta kesimlerin erimesi, birden fazla alanda, taban ile tavan arasındaki mesafenin açılması…
Henüz sap ile saman birbirinden ayrılmış değil. Bunlar konjonktürel değişimler mi, içlerinde yapısal olanlar var mı henüz bilmiyoruz. Yukarıda saydığımız değişim unsurları birbiriyle ilişkili mi, değilse yarın olabilir mi? Bu değişimin tamamına topluca bir ad verilebilir mi, verilmeli mi?
WSJ’ye göre ABD bir tür devlet kapitalizmine yöneliyor
WSJ, şirketlerden hisse satın almanın veya onların işlerine karışmanın, üretim ve hizmetlerine yön vermenin, ABD’de ancak savaş zamanında veya finansal kriz dönemlerinde görülebilen bir uygulama olduğunu belirterek, Trump’ın bunu standart bir tutum haline getirdiğini belirtiyor. Trump bu konuda, “birileri bunun hiç de Amerikanvari bir tutum olmadığını söyleyecek, ama aslında gayet Amerikan (tarzı) bir tutum. Şirketlerden hisse satın almamız gerekiyor,” diyor.
Trump hükümetinin, geçtiğimiz yaz, bilgisayarlar için bilgi işlemci ve ana kart üreten Intel’in %9,9 hissesini satın alması kimilerince şaşırtıcı, kimilerince korkutucu bulunurken, bazıları da bunun “staratejik” bir hamle olduğuna karar vermişti. Derken geçtiğimiz günlerde, (yapay zekada öne geçmesini engellemek için) Çin’e bilgisayar çipi satması yasaklanan Nvidia ile hükümet arasında bir anlaşma gerçekleştirildi. Nvidia’nın Çin’e çip satmasına yeniden izin verildi ama her partiden elde ettiği gelirin %25’ini federal hükümete devretmesi şartıyla… Nvidia anlaşmasıyla gidişat tekrar mercek altına alındı.
The New York Times’ın (NYT) yaptığı döküme göre, Trump hükümeti stratejik kabul ettiği bilişim, enerji, madencilik, çelik gibi sektörlerde 10 milyar doların üzerinde değere sahip hisse senetleri satın aldı. Bunlar içinde madencilik sektörü, anlaşma sayısı ile öne çıkıyor.
Enerji Bakanlığı, Lithium Americas’ın ve ona bağlı Thacker Pass ortaklığının %5’er hissesini satın almış durumda. Savunma Bakanlığı, MP Materials’ın %7,5’luk hissesini almış, bir yüzde 7,5 daha alma hakkını saklı tutuyor. Aynı bakanlık, Triology Metals’den şimdilik %10’luk hisse almış, bir %7,5 daha alma hakkını saklı tutuyor. Ticaret Bakanlığı, Vulcan Elements’ten 50 milyon dolarlık hisse almış. Savunma Bakanlığı da bugün belirlenen fiyattan gelecekte 620 milyon dolarlık hisse alma hakkına sahip. Savunma Bakanlığı’nın bir de ReElement Technologies’ten 80 milyon dolarlık hisse alım opsiyonu var. Bu sözü edilen madencilik şirketlerinin hepsi “stratejik değeri olan” mineraller üretiyorlar. Ticaret Bakanlığı da nükleer enerji üreticisi Westinghous’un %8 hissesini almak üzere opsiyon anlaşması yapmış.
Bu anlaşmalar gizli-saklı değil. Hükümetin, şirketlerin açıklamalarıyla kamuoyuna duyuruluyor. Ancak anlaşma şartları pek bilinmiyor. Hisseler karşılığında hükümetin her zaman nakit ödeme yapmadığı, şirketlere çeşitli fonlardan hibeler taahhüt ettiği, kredi sözleri verdiği ve/veya ayrıcalıklar sağladığı belirtiliyor. Bu alımların, ABD’de var olan ve kalkınmayı desteklemek için hükümet fonları adına geçici olarak hisse alan Kalkınma Finans Kurumu’nun alımlarıyla ilişkisi yok. Hisse satanlar dev şirketler, işe yeni başlamıyorlar. Hükümet de hisseleri geçici olarak değil, elinde tutmak ve gerektiğinde yönetime müdahale etmek üzere alıyor.
Nitekim, U.S. Steel’den de hükümete veto hakkı veren, mali sonuçları olmayan bir “altın hisse” alınmış. Bunun sebebi Japonların bu şirkete yaptığı 14 milyar dolarlık yatırımda “ulusal çıkarları korumak.” NYT’a göre, U.S. Steel, bu yılın başlarında Illinois eyaletindeki bir tesisini kapatmayı planlıyordu ama, hükümet, veto hakkını elde ettikten sonra bu kapatmayı engelledi.
Trump, kimi durumlarda, şirketlerle birebir pazarlık yaparak, popülist bazı kazanımlara yol açacak anlaşmalar da gerçekleştiriyor. Pfizer bazı ilaçlarının fiyatlarını indirmeyi ve ABD’de üretim yapmayı kabul etmiş. Şimdi o ilaçlar, 2026’da faaliyete geçecek olan federal hükümetin “TrumpRx.gov” sitesinden satışa sunulacak. Bu siteyi muhtemelen yalnızca sağlık sigortası olmayanlar kullanabilecek. Trump diğer ilaç şirketleriyle de benzeri pazarlıklar sürdürdüğünü açıkladı.
Bütün bu gelişmeler son altı ayın ürünü. Bunlara baktıkça, insanın Mallorca’daki CEO zirvesinde tartışılanları hatırlamaması mümkün değil.
Stratejik hamleler mi, “ahbap-çavuş ekonomisi” mi?
Hükümetin hisse alım politikasını savunan Beyaz Saray sözcülerinden Kush Desai “Eğer olağan politikalar işe yarasaydı, Amerika, ulusal ve ekonomik güvenliğimiz için hayati önem taşıyan kritik mineraller, yarı iletkenler ve diğer ürünler konusunda yabancı ülkelere bağımlı olmazdı” diyordu; “Yönetimin hedef gözeterek aldığı hisse senedi payları, vergi mükelleflerinin iyi bir kazanç elde etmesini ve özel sektörün daha fazla yatırım yapmasını teşvik etmek için önemli bir adım…”
Columbia Üniversitesi’nde araştırmacı olarak görev yapan ve Biden döneminde Beyaz Saray’da çalışmış olan Aaron Bartnick ise, hükümetin özel sektör içinde üstlendiği rolün, ülkenin ulusal güvenlik açıklarını gidereceği ve vergi mükelleflerinin cebinden çıkan paranın karşılığını kâr olarak geri getireceği konusunda ciddi şüpheler olduğunu söylüyor ve “Açıkça ifade edilmiş bir strateji olmadığı için, bunun sadece dostları kayırıp düşmanları dışlayan keyfi anlaşmalara dönüşebileceği” endişesini dile getiriyor. Teknoloji devleriyle girilen ilişkiler Bartnick’in kaygılarını destekler nitelikte.
Hatırlayacaksınız, teknoloji oligarklarının Trump’ın yemin törenine neredeyse tam kadro katıldığını ve bağışlarıyla töreni finanse ettiğini bu köşede aktarmıştık. (Şimdi de Trump’un Beyaz Saray’a Balo Salonu inşa etmesi için bağış yapıyorlar.) Trump, yemin töreninin hemen ertesinde yapay zeka (YZ) altyapısı için 500 milyar dolar yatırım yapacak Oracle, OpenAI ve Softbank’ın projesini, onlarla birlikte anons etmişti; kısa süre sonra, Biden’ın ulusal güvenlik ve sağlık alanlarında YZ’yı regüle etmek üzere devreye soktuğu yönergeleri iptal etti; YZ ihtiyaçlarını karşılamak için enerji üretimini teşvik etti; geçtiğimiz günlerde, eyaletlerin YZ’yı kısıtlayıcı yasalar yapmasını engelleyen bir başkanlık kararnamesi çıkardı. Teknoloji devlerinin, değerli mineraller gibi, önemli teknoloji girdilerinin ithalatı, şu ana kadar büyük ölçüde gümrük vergilerinden muaf tutuldu.
Trump, ülkeyi özel sektörle iç içe geçmiş ilişkiler içinde yöneteceğinin işaretini daha hükümetini kurarken vermişti. Ticaret Bakanlığı’na, borsa aracı kurumu Cantor Fizgerald’ın yönetim kurulu başkanı ve CEO’su Howard Lutnick’i getirdi. Liberty Energy’nin sahibi ve CEO’su Chris Wright’ı Enerji Bakanı yaptı. Amerikan Yakıt ve Petrokimya Ürünleri Şirketi AFPI’nin Başkanı Brook Rollins’i Tarım Bakanlığı koltuğuna oturttu. Küresel bir risk fonunun başkanı Scott Bessent’i Hazine Bakanı olarak atadı. Microsoft’un eski kıdemli başkan yardımcısı, Great Plains Software’in kurucusu Doug Burgum’u İçişleri Bakanı yaptı. Bunlar resmi görev sahiplerinden birkaçı… Bu isimlerin hemen hiçbiri devlette görev alırken işlerini bırakmamış durumda.
Tesla’nın Elon Musk’ı gibi “yarı zamanlı” danışmanları, Trump’ın üzerinde büyük etkisi olduğu söylenen, Palantir’in kurucusu Peter Thiel gibi perde arkası aktörleri, Oracle’ın sahibi Larry Ellison gibi Cumhuriyetçi Parti’ye uzun yıllardan beri yüksek bağış yapan etkili isimleri de bu kervana katmak lazım.
Economist’e göre “anlaşma ekonomisi” kapitalizmi kalıcı olarak değiştiriyor
Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesinden sonra, kısa dönem içinde meydana gelen gelişmelerden biri de birleşme-satın alma ve şirketlerin çapraz hisse alımı faaliyetlerinde görülen olağanüstü artış… The Economist, bu yıl açıklanan 10 milyar doların üzerindeki birleşme, satın alma ve yatırımların rekor seviyeye yaklaştığına (şimdilik 700 milyar dolar) dikkat çekiyor ve “anlaşma ekonomisi” adını verdiği bu yeni durumu şöyle yorumluyor: “Üçüncü çeyrek, (birleşme-satın alma) tarihinin en yoğun dönemlerinden biri oldu. Donald Trump’ın ekonomi devrimi henüz reel ekonomiyi altüst etmedi. Ancak anlaşma ekonomisine bakıldığında, Amerikan kapitalizminin kalıcı olarak değiştiği görülüyor.”
Haziran ayında, Hewlett Packard Enterprise’ın (YZ ve bulut bilişim), rakibi olan Juniper Networks’ü satın almasına izin verdiler. Bu anlaşmaya daha önce engel olan iki “rekabet kurulu” görevlisi işini kaybetti. Rekabeti ortadan kaldıran bu satın almaya izin verilmesinin gerekçesi olarak, bu güçlü şirketin Çin şirketi Huawei ile dünyada daha iyi başa çıkabileceği sunuldu. Küresel rekabet gücü için iç pazarda rekabeti öldürme stratejisi…
Temmuz ayında, Amerika’nın dört “birinci sınıf” demiryolu şirketinden ikisi olan Union Pacific ve Norfolk Southern birleşme kararı aldı. (Öbür ikisi de yolda…) Eylül ayında, Suudi Kamu Yatırım Fonu (PIF), özel sermaye şirketi Silver Lake ve Trump’ın damadı Jared Kushner’in şirketi Affinity Partners, 55 milyar dolara, video oyunları şirketi Electronic Arts’ı (EA) satın aldı. Jared Kushner’in İsrail-Filistin barışı için Trump’ın özel temsilcisi olarak sık sık Ortadoğu’ya özellikle Suudi Arabistan’a gittiği gözünüze çarpmış olabilir. Bu gidişlerinde Suudi Arabistan Veliaht Prensi ile yaptığı özel görüşmeler de Amerikan basınının gözüne çarpmıştı. Kushner’in, Trump ailesinin bölgedeki gayrımenkul yatırımları üzerine görüştüğü düşünülüyordu, ama arada bu işi de bitirmiş.
Şu sıra gözler Warner Bros. Discovery’nin satın alınması mücadelesinde. Bir tarafta ilk hamleyi yapan Netflix, diğer tarafta David Ellison’un yakın zamanda kontrolünü eline geçirdiği Paramount Skydance. Trump da devreye girdi ve kim Warner Bros’u alacaksa, bünyesinde bulunan ve kendisini rahatsız eden CNN’i de (Netflix CNN’i anlaşmaya dahil etmemişti) almasını istedi. Aslında bu çıkış, oğlu David’in bu alımı yapabilmesi için 40 milyar doları kendisinin garanti ettiğini açıklayan Oracle’ın sahibi Larry Ellison’u desteklediğini ifade etmek içindi… Ellison da Trump’a “CNN işi bende” mesajını gönderdi. Jared Kushner’ın yine işin içinde olduğu konuşuluyor.
Bu arada küçük bir hatırlatma: David Ellison’ın kontrolü altındaki Skydance Media, geçen yıl Paramount Global ile birleşmek üzere anlaşmıştı. Trump’ın adamları önce bu birleşmeyi onaylamamışlardı. Sonra Trump Paramount’un kontrolündeki CBS TV’na karşı, katıldığı bir programda konuşmaların uygunsuz biçimde kesilip biçildiği gerekçesiyle dava açınca, Paramount uzlaşmaya gitmiş ve Trump’ın “Başkanlık Kütüphanesi”ne 16 milyon dolar bağışlayarak davanın düşürülmesini sağlamıştı. Sonrasında birleşme onaylanmış ve Paramount Ellison’un kontrolüne geçmişti.
Trump’ın müttefiki teknoloji devlerinin karışık işleri
Nvidia, gelecek yıldan itibaren ChatGPT’nin geliştiricisi Open AI’ye 100 milyar dolara kadar yatırım yapacak. Open AI’ın YZ bulut şirketi CoreWeave’de hissesi var ve Microsoft ile gelir paylaşımı anlaşması yapmış durumda. Nvidia da CoreWeave, Intel, OpenAI, Anthropic ve xAI’dan hisse aldı. Microsoft ise, bilişim alt yapısı sağladığı OpenAI ve Anthropic’e yatırım yaptı.
Daha devamı var aslında… Ama bu haliyle bile insanın başını döndürüyor. Sadece baş döndürmekle kalmıyor, bu karmaşık ilişkiler ağı, içinde büyük bir risk de barındırıyor. Mevcut kırılgan dengeyi Trump’ın politik şemsiyesi koruyor. Buradaki anlaşmaların büyük çoğunluğu Cumhuriyetçi Parti’nin savunduğu serbest piyasa ilkelerine aykırı. Antitröst düzenlemelerinin etrafından dolaşarak gerçekleşmiş durumda. İktidar değişikliğini zayıf ihtimal görebilirsiniz belki ama iktidarın tepesinde meydana gelebilecek “ruh hali” değişikliği o kadar zayıf bir ihtimal değil. İşte o zaman ABD (ve dünya) ekonomisinin vay haline… Zaten piyasalarda, YZ hisselerinin fazla şişmiş olmasının yarattığı bir korku kol geziyor…
Bu gelişmeler dünyaya yayılır mı, bozuk gelir dağılımını daha da bozar mı?
Kapitalizmin alabileceği yeni şeklin ilk işaret fişeklerinin ABD’de atıldığını söyledim. Bu değerlendirmeyi, devletin özel sektörden hisse alması ile sınırlı olarak değil, Trump tarzı “ahbap-çavuş” kapitalizmini, birleşme-satın almaları ve şantaj-pazarlık stratejisini işin içine katarak, bunların aynı anda devrede olmasına bakarak yaptım. Yoksa Japonya, Güne Kore, Almanya gibi ülkelerde hükümetlerin belirli hedeflere ulaşmak için, bazı kamu fonları aracılığıyla, özel sektör hisselerini alması ve hedefe ulaşınca elden çıkarması bilinen bir uygulama. Ahbap-çavuş kapitalizmi, özellikle gelişmekte olan ülkelerde öteden beri var. Birleşme satın almaların yoğunlaşması da küresel bir olgu. Örneğin Samsung, geçen ay, sadece birleşme ve satın almalara bakacak bir ekip kurduğunu açıkladı.
Küresel rekabetin etkisi ve Trumpgil iktidarların Avrupa’da ve başka coğrafyalarda (Japonya’daki gibi) iktidara gelmesiyle, bugün ABD’de ipuçlarını gördüğümüz uygulamalar dünyaya yayılabilir. Görünüşte siyaset ekonomiyi yönlendiriyor gibi, ama yanılmayalım, Mallorca zirvesini hatırlayalım; ekonominin siyaseti yönlendiriyor olması daha olası.
Öte yandan, bu uygulamalardan yarar sağlayacak olanların ekonomi piramitinin tepesinde oturanlar olduğunu düşünenler çoğunlukta. Zaten gelir dağılımının bozulmasına ilişkin örnekler her geçen gün artarak önümüze çıkıyor. Rekabet günbegün yok ediliyor. Küreselleşmenin ve pandeminin K-tipi bir ekonomi yarattığı konuşuluyor. Bu benzetme, K’nın bir bacağının yukarı bir bacağının aşağı gitmesinden hareketle yapılıyor. Yukarıdakilerle aşağıdakilerin arası açıldıkça açılıyor. Ortadaki kesim daraldıkça daralıyor. Ücretlerde, tüketimde, turizmde, hatta krediye erişimde benzeri bir eğilimin egemen olduğunu savunanlar var. Kapitalizmin bu yeni şekillenmesinin bu eğilimi artıracağı kanaati bende hakim olmaya başladı doğrusu. Filler tepişirken, çimenler ezilecek. Hasılı, bu gidiş gidiş değil…
