Bu yazıyı yazdığım dakikalarda dolar bankalar arası piyasada 21.50 TL’yi geçmişti. Dövizdeki yükselişin nedeni açık: Seçimlerden önce yükselmemiş olması. Daha doğrusu, ekonomi yönetiminin kurun serbest piyasada dengesini bulmasına izin vermemesi.
Bu uğurda 2021 yılı sonundan bu yılın nisan ayının sonuna kadar Merkez Bankası rezervlerinden 177 milyar dolar harcandığını, Bloomberg ekonomisti ve Merkez Bankası eski uzmanı Selva Baziki’nin hesabından biliyoruz. Bu yetmeyince banka kredilerine sınırlandırma getirildi, bankalardan döviz çekimi fiilen zorlaştırıldı, Merkez Bankası altın satmaya başladı. Amaç, seçime doları 20 TL’nin altında tutarak girmekti. İktidar bu hedefine ulaştı.
Ama bu arada Türkiye’nin cari açığı patladı. Çünkü geçen yıl üretici fiyat enflasyonu bir ara yüzde 130’u geçmişti. Yani ihracatçıların maliyetleri yüzde 130 artmıştı. Ekonomi kitapları bir ülkenin para biriminin uzun vadede ticaret ortaklarıyla arasındaki enflasyon farkı kadar değer kaybetmesi gerektiğini söyler. Eğer böyle olmazsa yurtdışında üretilen mallar yerli üretim karşısında fiyat avantajı sağlar. Yani üretmek yerine ithal etmek daha cazip hale gelir.
Türk Lirası, ekonomi yönetiminin müdahaleleri nedeniyle geçen yıl dolar karşısında yaklaşık yüzde 30 değer kaybetti. Yani TL’nin değer kaybı, yurtiçindeki enflasyonun çok altındaydı. İhracatçılar maliyet artışlarını fiyatlarına yansıtmak zorunda kaldılar. Müşterileri de onlardan almak yerine Polonyalı, Bangladeşli, Vietnamlı rakiplerinden almaya başladı (Kabalaştırarak anlatıyorum ama mekanizma temelde böyleydi.) Bunun sonucunda Türkiye’nin ihracatı azalmaya başladı. Bu yılın ocak-nisan döneminde Türkiye’nin ihracatı yüzde 3 azalırken ithalat yüzde 7.1 arttı.
Özetleyecek olursak, dövizde seçimden sonra başlayan yükseliş aslında gecikmeli bir yükseliş. Merkez Bankası’nın yoğun rezerv satışları, bankalardan döviz çekiminin fiilen kısıtlanması gibi uygulamalar olmasaydı çok önce yükselecekti.
Mehmet Şimşek’in, geçmiş dönemin “finansal OHAL” uygulamalarına sıcak bakmadığını tahmin etmek zor değil. Ama sıcak bakıyor olsaydı da doların daha fazla dizginlenmesi mümkün değildi. Çünkü Merkez Bankası’nın rezervleri eridi. Kasada doları tutmak için harcanacak çok fazla para kalmadı. Geçen hafta açıklanan veriye göre, Merkez Bankası’nın net harcanabilir rezervi eksi 4.4 milyar dolara indi (Brüt rezerv, yani başka bankaların emaneten park ettiği dövizleri de içeren rezerv 100 milyar dolara yakın seviyede ama Merkez Bankası’nın o parayı kafasına estiği gibi harcaması mümkün değil.)
Dolayısıyla Türkiye bir yol ayrımına gelmişti: Ya döviz üzerindeki önlemler biraz gevşetilecekti ya da Türkiye tamamıyla dışarıya kapanacaktı. Yani ya finansal OHAL yerine finansal sıkıyönetime geçilecekti ya da biraz normalleşmeye izin verilecekti.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Mehmet Şimşek’in getirilmesi normalleşmenin tercih edildiğini gösteriyor.
Nebati döneminin OHAL uygulamaları henüz tamamen kaldırılmadı. Şirketler ve vatandaşlar bankalardan dövize erişmekte hâlâ güçlük yaşıyor. Ticari krediler hâlâ kapalı. Birçok bankada nakit avans hâlâ çok kısıtlı. Yani içeride henüz kuvveden fiile geçmemiş bir döviz talebi var. Şimşek yönetiminde finansal OHAL önlemleri peyderpey kaldırıldıkça o talebin kuvveden fiile çıkacağını ve buna bağlı olarak da doların yükselişini sürdüreceğini söyleyebiliriz.
Nereye kadar? İhracatçılar daha önce kendilerini “kurtaracak” seviyenin 25 TL olduğunu söylemişti. Uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs önceki gün doların üç ay sonra 25 TL’ye, 12 ay sonra da 28 TL’ye yükselmesini beklediğini söyledi. Herhalde oraya kadar…