Z kuşağı bilmez ama bir kavanoz Nutella, bir paket Haribo, bir karton mavi bandrollü Marlboro, dev bir paket Milka ve Fa deodorant hemen her yaz Almanya’dan gelen akrabalarımızın Mercedes arabalarının tepesine yüklediği eşyalardan payımıza düşenlerdi. Hemen hepimizin ailesinde Almanya’ya göç etmiş bir akrabası vardır.
30 Ekim 1961 yılında Türkiye ve Almanya arasında imzalanan anlaşma ile Almanya’ya giden 55 kişilik ilk Türk kafilesi 27 Kasım 1961’de Sirkeci Garı’ndan Düsseldorf’a doğru yola çıktı. Aradan geçen 63 yılda Almanya’da yaşayan Türk nüfusu 3,5 milyonu aştı bugün artık 4.neslin dönemi başladı.
İlk iki nesil zorluklar çekti, onlar anne-babası çalıştığı için boyunlarına evlerinin anahtarı asılan schlüsse kid- anahtar çocuklardı. 3. Nesil ise bugün Almanya’nın önemli noktalarında boy gösteriyor. Kimileri milletvekili hatta bakan oldu, kimi üst düzey yönetici, mühendis, mimar, avukat, doktor, sanatçı, yazar oldu, şirket sahibi oldu, onlar artık Almanya’nın geleceğine yön veriyor. 21. yüzyılın en önemli olaylarından Kovid-19 pandemisinin sonunu getiren aşıyı da Almanya’da yaşayan Türk asıllı bir doktor çift buldu. Bugün Almanya’da yaşayan Türkler “En Alttakiler”den en yukarılara çıktı.
Unesco 2010 yılında Fransız mutfağını insanlığın somut olmayan kültür mirası listesine kattı. İlk kez bir ülkenin yemek kültürü bu listeye dahil oldu. Unesco Fransız yemek kültürünü ritüelleri ve temsil ettiği özellikler nedeniyle bu listeye katarken çok da haksız değildi.
“Bana iyi şefler verin size mükemmel antlaşmalar imzalayayım.” Bu söz Avrupa tarihinin en önemli diplomatlarından biri olan Fransız Charles-Maurice de Talleyrand’a ait.
Napolyon döneminin dışişleri bakanı olan Talleyrand yaptığı diplomatik manevralar nedeniyle tarihe adını yazdırmış ünlü bir siyasetçi. Talleyrand gastronominin diplomasi üstündeki etkisini daha o yıllarda keşfetmiş ve onu adeta bir “soft power” olarak kullanmış. “İyi öğle yemeği olmadan iyi bir diplomasi olmaz” sözünün sonuna kadar arkasında durmuş.
Yıl 1814, Napolyon Savaşları’nın sonunda tüm dünya ülkeleri Avrupa’nın geleceği için Viyana Kongresi’nde toplanır. Talleyrand toplantıya giderken sonradan Fransız mutfağının kurucularından bir olarak kabul edilecek Marie-Antoine Carême’i de beraberinde götürür.
Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand toplantı için bulunduğu Viyana’dan 18. Louis’e bir mektup yazar ve “yazılı talimatlarınızdan çok tencere ve tavaya ihtiyacım var” der.
Eylül 1814’ten Haziran 1815’e kadar süren Viyana Kongresi boyunca şef Marie-Antoine Carême ile gastronomik bir diplomasi yönetirler. Her öğün enfes masalar kurulur, diplomatlar bu masalarda ağırlanır. Şef Carême, vol-au-vent hamurundan birçok Fransız yemeğine ve sosuna kadar Fransız mutfağının kurucularından biri ve ilk Fransız pastacısıdır.
Kongre boyunca Talleyrand her sabah aşçının yanına giderek günlük menüyü belirler. Öyle ki kongrenin katılımcılarına yedi ay boyunca 48 farklı başlangıç yemeği, tatlılar, ıstakozlar, etler, kale ve köy şeklinde hamur işleri ve birçok Fransız yemeği sunularak diplomatlara bir nevi gastronomik baştan çıkartma yapılır. Talleyrand bir diplomat olarak iyi yemeğin gücünü diplomatik ilişkilerde kullanarak gastronomiyi bir diplomasi enstrümanına dönüştürmüştür.
Daha o yıllarda yemeğin siyasi gücü anlaşılmış olmalı ki Avusturya Prensi Metternich’in toplantıya gelecek konukları için istediği bir tatlı şef Franz Sacher’in bugün de çok ünlü olan Sacher -Torte’yi icat etmesine neden olur.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika’yı ziyaret eden İngiltere Kralı VI. George ve eşini bir piknikte ağırlayarak hot dog ikram eden Franklin Roosevelt ve eşi Amerika başkanlarının “hot dog diplomasisi” geleneğini başlatmıştır.
Yemek ve siyaset her dönem iç içe oldu. Öyle ki 25 Temmuz 1943 günü Benito Mussolini tutuklandığında Kral 3. Vittorio Emmanuele halka bu zaferi “antifaşist makarna partisi”yle kutlayacaklarını duyurdu. Çünkü faşist lider Mussolini insanları “yumuşattığı” için makarna yemeyi yasaklamış, makarna yiyenler Roma uygarlığını kuramaz demişti. O tarihten günümüzde dek İtalya’da 25 Temmuz’da antifaşist makarna günü etkinlikleri yapılıyor. Bugün artık yemeğin gücü ülkeler arası ilişkilerde gastro diplomasi olarak kabul ediliyor.
Bu hafta yedi yıldır görevde olan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier üç günlük bir resmi ziyaret için ilk kez Türkiye’deydi. Temaslarına beklendiği gibi Ankara’dan değil İstanbul’dan başlayarak ince bir diplomatik mesajla ilk görüşmesini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile gerçekleştirdi.
Steinmeier’in İstanbul’a gelirken Almanya’dan yanında getirdiği 60 kiloluk döner ve dönerci ustası Arif Keleş birçok tartışmaya neden oldu. Gerek Alman basını gerekse Türk basını “döner diplomasisi” diyerek bu duruma burun kıvırdı, kimi yanında niye BioNTech’in kurucularını değil de bir dönerciyi getirdi diye üst perdeden yorumlar yaptı. Her iki ülkenin basını da dönerden memnun olmadı.
Almanya dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türkiye-Almanya İş Konseyi Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ’ın verdiği bilgilere göre Türk-Alman dostluğu ticari alanda friendshoring ve nearshoring kavramlarının içini dolduruyor, şu anda Türkiye’de 8125 Alman firması var, 2023 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 50,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Almanya’da 3,5 milyon Türk yaşıyor, iki ülke arasında ticari, kültürel ve sosyal açıdan çok yakın ilişkilere sahibiz.
Türkiye’den Almanya’ya göçün 63.yılında Almanya Cumhurbaşkanı Türkiye’ye döneriyle geliyor, sonra önlüğünü giyip döner tezgahının başında döner kesiyorsa bu kınanacak bir şey değil gastro diplomasinin güzel bir örneğidir, iki ülkenin iç içe geçmiş kültürlerinin kanıtıdır. Dönerin Alman ulusal yemeği haline geldiğinin göstergesidir. İade-i ziyaret yaparsak döneri bu kez Alman Cumhurbaşkanı’nın rezidansında yeriz belki, kim bilir?
Meraklısı için birkaç kitap önerisi;
En Alttakiler, Günther Wallraff.
L’Art de la Cuisine Française, Marie Antoine Carême.
Versaille, La révolution gastronomique, Guillaume Picon.
À la table des diplomates, Laurent Stefanini.