Yıldırım Fikret Urağ’ın yazıp yönettiği, Okan Bayülgen ve Ebru Unurtan’ın rol aldığı Otelde adlı oyun seyircisiyle buluştu. Geçen gece temsil sonrası bir de söyleşi vardı. Okan Bayülgen soruları cevaplarken formundaydı.

Viyana, Berggasse Caddesi 19 numaralı ev, evde bir oda, psikolojik dünyamızın en çetrefil kapılarını sonuna kadar açan meşhur divan, divanın üstünde motiflerine aşina olduğumuz İran halısı, odanın içine yayılmış çok sayıda arkeolojik figür ve bunlardan en ünlüsü duvardaki Gradiva Rölyefi. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un ünlü evi burası. 

Bazen bir edebiyat eseri veya tiyatro metninin ardından yıllarca süren tartışmalar çıkar. Hatta o eserden ilham alınmış metinler yazılır, filmler çekilir, tablolar veya heykeller yapılır. Bir fikir zincirleme reaksiyon gibi bir diğerini yaratır, büyütür, destekler, bazen de onun karşı tezini oluşturur. 

Freud’un meşhur terapi odası.

Wilhelm Jensen’in 1903 yılında yazdığı Gradiva- Bir Pompei Düşü adlı kitabı da tıpkı bu bahsettiğim türde etki yaratan bir eser. Pompei’yi ziyaret eden Norbert adlı bir arkeoloğun antik bir rölyefte gördüğü ve Gradiva adını verdiği kadına olan aşkının sanrılarla dolu hikayesi anlatılır kitapta. Gerçek ve sanrılar arasındaki katmanlarda Norbert’in Gradiva olarak mitleştirdiği aslında ilk aşkı Zoe’den başkası değildir. Arkeolojik bir rölyefin insan psikolojisiyle bağlantısı kitapta apaçık ortadadır. 

Jensen bunu bilerek mi yazmış, orasını bilemiyoruz. Ancak bu kitabı okuyan Carl Gustave Jung tam da o günlerde bunu okumasını sanrılar, gerçekler ve arkeoloji üzerine psikanalistik incelemeler yapan Freud’a da tavsiye eder. Çünkü psikiyatrinin babası Freud’un araştırmalarının önemli bir odağını arkeoloji oluşturur. Öyle ki “arkeoloji psikanaliz için bir metafordur” der Freud. Tam da bu yüzden dünyanın her yerinden arkeolojik eserler toplamış ve o meşhur terapi odasında bu eserleri sergilemiştir. 

Gradiva rölyefinin orijinali bugün Vatikan Chiaramonti Müzesi’nde bulunmaktadır.

Jung’un tavsiyesiyle kitabı okuyan Freud 1907 yılında Gradiva’dan yola çıkarak Sanrı ve Düş adlı kitabını yazar. 75 sayfalık Gradiva, Freud tarafından 120 sayfalık bir kitapla analiz edilmiştir. Freud terapi yatağına uzanmış Stefan Zweig, Mahler gibi bu kez de Gradiva’yı analiz etmiştir.

Gradiva gerçekten düşünsel hayatta önemli etkileri olan bir eser, öyle ki daha sonraki yıllarda Salvador Dali’nin 1931-32 yıllarında üç Gradiva tablosu yaptığını biliyoruz. André Breton’un 1937 yılında açtığı galerinin adı La Galeri Gradiva ve üstelik galerinin kapısını da Marcel Duchamp tasarlamış. Yakın zamanda ise yönetmen Leros Carax, Gradiva isimli bir kısa film çekti. 

Otelde

Tüm bunları niye anlattım. Gradiva yazılışından 121 yıl sonra yeni bir tiyatro oyununa ilham oldu. Hem de Türkiye’de! 

Oyunun adı Otelde!

Geçen gece prömiyerini yapan bu oyunu seyrettim. Oyunu yazan- yöneten Yıldırım Fikret Urağ’a sahnede Okan Bayülgen ve Ebru Unurtan eşlik ediyor. Şimşek gibi bir oyun! Bu tabiri özellikle kullanıyorum, oyunu seyredince anlayacaksınız. 

Otelde aşk, sanrılar, gerçekler, Gradiva, Freud, Hamlet ve birçok tiyatro oyununa, sinema filmine göndermeler yapan katman katman işlenmiş bir oyun. Tembel seyirci istemiyor, derinlikli, yapılan atıfları anlayabilen, çalışkan bir seyirci istiyor. 

Oyunun başlangıcında -her Okan Bayülgen oyununda olduğu gibi- oyundan sonra sanatçıların sahnede seyirciyle sohbet edeceği anons edildi. Biz aslında bir oyuna bilet almıştık ama, meğer bir oyun alana, bir stand-up ve bir de beyin fırtınası bedava imiş. Oyundan sonra sanatçılar sahnede bir saate yakın seyirci,yle sohbet etti, soruları cevapladı. Şahane bir gece yaşandı.

Ben de soru sordum oyunculara. İşte o diyaloglardan birkaçını sizin için derledim. Özellikle Z kuşağı ve Okan Bayülgen diyaloğu şahaneydi. 

Unutmadan Gradiva herkese bir şeyler hatırlatıyor dedim ya, oyunun içinde sıklıkla Kauai kuşundan bahsediliyor. Benim aklıma da Emine Erdoğan’ın nesli tükenen erkek Kauai kuşunun eşine seslenip de cevap alamamasına ne kadar üzüldüğü geldi. Artık bu anımsamayı da Freud çözsün!

Seyirciyi zorlamamız lazım

-Richard adlı oyununuzu da seyrettim o oyunu seyrederken de bu oyunda da çok katmanlı metinler görüyoruz, tembel bir seyirciye hitap etmiyorsunuz, tarihi, sanatı bilen bir seyirci istiyorsunuz, çünkü oynadığınız oyunlarda başka birçok metne atıflar var, Neden?

-Biz seyircimize saygı duyuyoruz. Bu nedenle seyircimize bir Show TV, Kanal D dizisi vermememiz lazım. Onlara bir puzzle vermemiz lazım. Dolayısıyla seyircimizin entelektüel birikimine güvenimiz, saygımız var. Hayat bir oyun, herkes oyun oynuyor, siz de hayatta bir şeyleri çözüyorsunuz, bu katmanlı bir iş. Bugün dijital platformlarda izlediğiniz birçok şey katmanlı, gizemli, çözümlemeli işler. Niye? Çünkü artık ana akım televizyonlar aptallar için, bizim seyircimiz için değil! Dolayısıyla size basit bir hikâye sunup bak bakalım nasıl da güzel oynuyoruz diyemeyiz. 

-Bu oyunda puzzle var dediniz, hangi puzzle’ı çözmemizi istiyorsunuz?

-İlişkiler üstüne bir oyun bu, bu çift aralarında gerçek hayattan uzak oyun oynamaya başlamış, yani kurgular yapmaya, edebiyata başlamışlar, üretmişler, bu gece bütün bu kurguların çok hızlı değişerek yaşandığı bir gece. Daha çok oyun oynamak istiyorlar, hepimizin yaptığı gibi simülasyonları yapıyorlar. 

Bugün hayattaki en basit simülasyonumuz ne? Telefon! Röntgencilik!  Elimizde telefon bakıyoruz, öyle güzel yemiş ki, öyle güzel içmiş ki, öyle güzel seyahat yapmış ki, öyle güzel twerk yapıyor ki, o challenge’ı da kabul etmiş bunu da. Her gün telefonda röntgencisin, günde 45 dakika, bir saat non stop bunu yapıyoruz. Ben kaka yaparken bakıyorum sosyal medyaya, çok güzel sıçtırıyor. Bu işaret parmağımızla yaptığımız hareketi maymunlar da yapıyor. Maymun gibiyiz. Whatsapp simülasyonu var, anıran eşek videosu yolluyoruz birbirimize gül diye. Tüm bunlar, küçük tatminsiz eğlenceler, küçük pornografiler, şimdiki gençlerin pornografisi de bir acayip, benim takip ettiğim porno starlarım vardı. Bunlar sevişmiyor da, herkes çok dağınık, katmanlar var, hayatta ne zaman gerçek ne zaman değil, bu oyunların içine terapi gibi kendi gerçekliklerini akıtıyorlar, gerçek hayatta baskı ve oyunlara kaçmak benim oyunda en sevdiğim şey oldu.

Ve Okan Bayülgen’e Z kuşağından vurucu bir soru gelir!

-Ben 22 yaşında bir genç olarak sizi çok seviyorum, ama gençleri ellerinde telefon var diyerek her eleştirdiğinizde çok kırılıyorum, bunları duyduğumda çok üzülüyorum. Neden böyle yapıyorsunuz?

-Ben gençlerin X, Y, Z diye kategorize edilmesine çok karşıyım. Sizi Z kuşağı olarak tanımlayanların sizden çıkarı var, sizi bir kalıba sokuyorlar, ben onların bu kategorizasyonuna atıfta bulunarak konuşuyorum. Ya sizin oyunuzu almaya çalışıyorlar ya size alışveriş yaptırmaya çalışıyorlar ya da sizi istihdam etmek için yapıyorlar bunu. Çünkü bu tip X, Y, Z, Boomer gibi etiketlemeler hem politikacılar hem perakendeciler hem de şirketler tarafından yaptırılıyor. Siz şu an bana tamamıyla bir Z gibi davranıyorsunuz. Siz internete ve mobil telefona doğdunuz. Anne babalarınız sizinle uğraşmak istemedikleri, sizinle ilgilenmek istemedikleri için elinize telefon verdi, onun için böyle oldunuz. O yüzden şimdi Z kuşağını ne yapacaklarını bilemiyorlar. Sizin oyunuzu nasıl alacaklarını bilemiyorlar, sizi nasıl çalıştıracaklarını bilemiyorlar, nasıl alışveriş yaptıracaklarını bilemiyorlar. Asıl karşı çıktığım bu, ben aslında sizden tarafım. Çünkü biz gençlerden çok şey bekliyoruz diyen tipler ya politikacı ya sana ürün satmak istiyor ya da seni çalıştırmak istiyor. Ben Z’lerle ömür boyu vakit geçirebilirim, eğer intihar etmezsem, eğer aklımı yitirmezsem! Bir yandan da kafası bu kadar karışık, deli gibi davranan insanlarla çok mutlu olabileceğime de inanıyorum. Şu anda sizinle konuşmamızda da bir mantıksızlık var. Bu oyundaki gibi kadın ve adam birbirlerine garip garip şeyler söylüyorlar, Yıldırım’ın yaptığı bu bilinç akışını ben Müslüm Gürses ile yaptığım bir televizyon programıma benzetiyorum. Müslüm Gürses’i biliyor musun? Bıyıklı?

90’ların sonunda programıma gelmişti, bir soru sordum, derin bir sessizlik oldu, ikinci soruyu sordum, o birinci sorunun cevabını veriyordu, ben üçüncü soruyu sorarken o ikincininkini. Mükemmel bir konuşma oluyordu ama kimse bir şey anlamıyordu.  

Bak bir de Alfa çocuklar çıktı şimdi, anne babalar Z kuşağı ile ne yapacaklarını bilemedikleri için herkes yeni çocuk yapıyor. Bu Z, bu olmadı, bir de Alfa yapalım diyorlar, 1998-2010 arasını başaramadık, benim böyle tanıdığım veliler var, acaba yeni çocuk mu yapsak diye düşünüyorlar.