Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonomideki darboğazı aşmak konusunda en çok güvendiği konulardan biri, ortodoks politikalara dönüşle birlikte beklediği yabancı fon girişlerinin başlamasıydı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ekonomiye Şimşek’i getirmesinin en büyük nedeni olarak “Batıyla yakınlaşıp fon akışı sağlanması” gerekçesi gösteriliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı sermayesi olmadan geminin artık yüzdürülemeyeceğini anladığı, seçimi kazanır kazanmaz ABD ve AB ile ilişkileri iyileştirme mesajı vermesinin nedeninin bu olduğu söylendi.
Piyasalarda bu nedenle oluşan olumlu bir hava vardı. İstediği kararları almasının önlenmesi tedirginlik yarattı ancak daha sonra Şimşek, Merkez Bankası atamalarını yapıp, yüksek oranlı faiz artışlarına başlayarak istediği yolda adım atmaya başladı. Bu aşamada Batı ile yakınlaşma isteyen Türkiye, rasyonel ekonomi politikalarına da döndüğü izlenimi verdi.
Ekonomide gerekli adımlar, kademeli olsa da, atılmaya başladı ama dış politikada Batı ile yakınlaşmanın gerektirdiği adımlar gelmedi. Ne kadar doğru bilinmez; ABD ile AB uzlaşıldığı söylenen siyasi konularda, Türkiye’nin gerekli adımları atmadığını söylemeye başladılar. Seçim öncesi hangi konularda ne sözler verildi bilemiyoruz ama en görünür “İsveç’in Nato’ya kabulünün onaylanması” konusunda anlaşıldığı, TBMM açıldığında bu kabulün onaylanacağı söylenmişti ancak bu konuda bile somut adım atılabilmiş değil.
Şimşek’in çabası bir yere kadar
Mehmet Şimşek acil yabancı sermaye girişine ihtiyaç olduğunu bildiği için, sürekli yabancı yatırımcılarla konuşup her kanaldan fon girişini sağlamaya çalıştı. Sürekli bu toplantılara ilişkin “yabancılar çok memnunlar, Türkiye’nin iyi yolda olduğunu söylüyorlar” denildi ama yabancı sermaye girişi başlamadı.
Şimşek önümüzdeki sürecin yabancı fon akışı olmazsa çok zor geçeceğini biliyor. Rezervler hala çok düşük, yabancılar faiz seviyesini, kurların geldiği noktayı yeterli bulmuyor, en çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni politikaları sürdürmek konusunda kararlı olacağına bir türlü inanamıyor.
Şimşek önemli bir adım daha attı; 2015 yılından beri bu düzeyde gelmeyen bir IMF heyetini Türkiye’ye davet etti, “Türkiye’nin iyi yolda olduğu” mealinde olumlu bir rapor yayınlanmasını da sağladı. Raporu genel kurul öncesi yayımlatmayı da başardı.
BofA sızmasının muhatabı kim?
Tüm bunlara rağmen yabancı fon akışı sağlanamıyor. Şimşek’in yatırımcı toplantılarından edindiğim izlenimin “ekonomi iyi yolda diyorlar ama gelmek için erken” havası taşıdığını hep yazıyorum. Son olarak geçen hafta basına sızan Bank of America’nın(BofA) Londra’da Şimşek’le büyük yatırımcıları bir araya getiren toplantısından notlar, başından beri söylediğim temkinli tutumu açıkça gösterdi. Ancak sızan bu notlar aynı zamanda siyasi olarak Türkiye’nin Batı ile anlaşmazlık konularını, sermayenin dikkate aldığını açıkça gösterdi. Bunun başında Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la ilgili AİHM kararlarının Türkiye tarafından uygulanmaması, Akdeniz’de petrol arama çalışmaları hakkındaki yaptırım kararları geliyordu.
Sızan rapor alıştığımız bir olay değildi ve çok dikkatimi çekti. Londra’da bu kurumu ve toplantıları yakından bilen kaynaklarıma sorduğumda, BofA’nın bunun bir sızma olduğu bilgisi verdiğini ancak Bakan Şimşek’in böyle bir olay nedeniyle BofA’ya herhangi bir siteminin bile olmadığını öğrendim. Ayrıca Bofa’nın kendi iç yazışmalarında da böyle bir notun dolaşmadığı, dolayısıyla masum bir sızma olmadığı izlenimi edinildiği öğrendim.
Özetle; bu notların sızdırıldığı ve sızmayla verilmesi amaçlanan mesajın Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu konuşuluyor. Dış politikaya ilişkin aldığı ya da almadığı kararların Türkiye’ye sermaye girişindeki engellerden biri olduğu mesajının verildiği konuşuluyor. Bakan Şimşek zaten toplantılarda bu tür sorularla sıkça karşılaşıyor ve siyasi olarak Batı ile yaşanan görüş ayrılıklarının engel olduğu kendisine söyleniyor. Bu basına sızan büyük yatırımcı görüşlerine taşıyan notlarla Cumhurbaşkanı Erdoğan da bundan açıkça haberdar oldu.
Avrupa Konseyi Parlamentosu’nun Türkiye’nin yerine getirmediği Kavala kararı hakkında yaptırım girişimi, ABD Başkanı Biden’in rutin Suriye’deki birliklerin görev süresini uzatma notunda gerekçe olarak Türkiye’nin İŞİD’le mücadeleyi engelleyen Suriye operasyonlarını göstermesi, çok sert hareketlerdi.
Rahip Brunson krizini unutmayalım; dış politika gelişmelerinin, ekonomiyi nasıl tahrip ettiğini, nelere mal olduğunu görmüştük. Seçime giden bir süreçte, dış politikanın ve siyasi çekişmelerin ekonomiyi derinden etkileyeceği bir döneme daha giriyoruz. O dönemdeki yabancı sermayenin şimdi olmaması avantaj ama o döneme kıyasla ekonominin daha kırılgan olduğunu da gözardı etmeyelim.