Berat Albayrak’ın bakanlığı döneminden beri, ekonomide otoritelerin kullandığı ‘en kötüsü geride kaldı’ söylemi devam ediyor. Bakan Mehmet Şimşek de buna katıldı ama biliyoruz ki ‘iyi’ ve ‘kötü’ sözcüklerine atfettikleri anlamlar çok farklı. Makro dengeler için konuşuluyorsa, kastettikleri ekonomik veriler de birbiriyle uyuşmuyor. Kimin için geride kaldı bilmiyoruz ama vatandaş için, özellikle dar ve sabit gelirli için en kötüsünün geride kaldığı sözü kesinlikle geçerli değil.
Bakan Albayrak enflasyon çıkarken faiz düşürdüğü için patlayan kurlar konusunda daha çok bu sözü kullanırdı. “Bugün dünden daha iyi, yarın bugünden daha iyi olacak” diye başlayan sözleri çok da geride kalmadı, herkes hatırlıyor. Yerine gelen Nurettin Nebati’nin ise, en kötüsü geride kaldı diye diye KKM’yi uygulamaya koyduğunu, kur farkını devlete ödeterek, halkın cebinden varlıklı kesimlere transferi büyüttüğünü, ekonomiyi duvara çarpacak noktaya getirdiğini biliyoruz. Şimdi Mehmet Şimşek de enflasyon ve cari açık konusunda en kötünün geride kaldığını söylüyor ama örneğin iyileştiğini söylediği verilerin başında Nebati’nin KKM’sinin tasfiyesi geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise zaman gözetmeksizin, en kötünün geride kaldığını söylemeye devam ediyor. Erdoğan’ın kastettiği en kötünün bu nedenle tam olarak ne olduğunu bilemiyoruz. Doğal olarak Erdoğan’ın kastı olan iyinin ne olduğu da belirsiz. 20 yıldır söylediklerini alt alta koyduğunuzda zaten iyi ve kötü kavramlarını, içi boş sözcükler olarak kullandığı da açıkça görülüyor.
Kimin için iyi, kimin için kötü?
Ekonomik verilere baktığınız zaman olumlu gelişmelerin başında cari açığın düşmesi geliyor. İlk önce iyileşen cari açığın ardından rezervlerdeki iyileşme geldi. Bunun ardından ise şimdi enflasyonda düşüş trendi başladı. Bakan Şimşek’in daha çok enflasyondaki düşüşü kastederek, en kötünün geride kaldığını söylediğini düşünüyoruz. Ancak geçen yılki Mayıs seçimlerinden sonra enflasyonda en kötünün geride kaldığı söylenirken, Şimşek’in kur artışı ve kamu zamlarıyla enflasyonun yeniden yüzde 75’lere çıktığını unutmayalım.
Buna karşılık giderek kötüleşmesini sürdüren kesimlerin başında, çoğunluk oluşturan yoksullar geliyor. Enflasyon artırılırken, yani Albayrak ve Nebati dönemlerinde, tüm yük yoksul kesimlere, dar ve sabit gelirliye, emekliye, asgari ücretliye yüklendi. Seçimler nedeniyle durumlarında kısmi iyileştirmeler yapılıp, seçim bitince bu geniş toplumsal kesimler, tam gaz yoksullaştırılmaya devam etti. İşte önümüzdeki yıl, dar ve sabit gelirlinin durumunun daha da ağırlaşacağını artık herkes görüyor. Yani asgari ücretli için, işçi için, memur için, emekliler için en kötüsü geride kalmış değil. Onların satın alma gücünün iyice azaltılacağı bir sürece giriyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan da o nedenle sürekli “sabır” istemeye devam ediyor.
İş dünyasının geneli için ise neredeyse, “her zaman iyiydi” denilebilir. Onlar için daha da iyiye gidiyor derseniz, inanırım. Ancak iş dünyası içinde esnafı ve küçük KOBİ’leri dışarıda bırakmak lazım. Onların durumu daha çok işçi memur ve emeklilerle yakın bir seyir izliyor. Onlar için de talebin kısıldığı, finansmanın pahalı olduğu, işlerinin düzelmeyeceği, aksine kötüleşeceği bir süreç olması kaçınılmaz. İşte bu nedenle diyoruz ki; orta direk eridi, yoksul kesimler büyüdü. Bu seyrin önümüzdeki yıl, hatta yıllarca sürmesi de kaçınılmaz. Uygulanan tedbirler daha az maaş zammı, düşük talep, daha az yatırım üzerine kurulu.
Enflasyon beklentileri
Bakan Mehmet Şimşek’in enflasyon için en kötünün geride kaldığını söylediğini varsayalım. Merkez Bankası dün sektör itibariyle enflasyon beklentilerini yayımladı. Buna göre, 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentileri, piyasa katılımcıları için 0,1 puan azalarak yüzde 27,4 ‘e, reel sektör için 1,6 puan azalarak yüzde 49,5’e, hanehalkı için 4,4 puan azalarak yüzde 67,2’ye geriledi. Hane halkında bu kadar yüksek bir düşüş var ancak “enflasyon düşmeyecek” diyen vatandaşların oranı da artmış.
Buna karşılık OVP’de 2025 yıl sonu için iktidarın enflasyon hedefinin yüzde 17.5 olduğunu unutmayalım. Bazı iktisatçılar kurların sabite yakın gitmesi halinde, en fazla yüzde 25 asgari ücret zammıyla, talep de kesilince, yüzde 17.5 olmasa bile 20’ye doğru inebileceğini tahmin ediyorlar. Ancak buradaki hesap tümüyle TL’deki yüksek değerlemenin 2025 yılı boyunca da sürmesi üzerine. Kime göre, hangi iyiye doğru gidiyoruz? Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ağustos’ta yaptığı gibi, ihracatçılara uyup, yine kurlardaki artışı hızlandırırsa ne olacak?
Açıkçası, zaten zor olan bir dengede, “her an kırılma tehlikesi”nin geçmediğini düşünüyorum. Buna Bahçeli’nin başlattığı, Erdoğan’ın zımni destek verdiği, Kürtlere, daha doğrusu Abdullah Öcalan’a dönük siyasi atağı eklediğimizde ise aynen Suriye’ye girişimiz gibi, tehlikeli bir oyun daha oynanıyor gibi geliyor bana. Dünyada tek başımızaymışız gibi, içeriye bütün ülkeleri düşman göstererek, hamasetle iktidarını sürdürmek için girişilen bir atak gibi gözüküyor. Şahsen, Rahip Brunson örneği gibi, ekonomi için büyük bir tehlike seziyorum.