Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’deki Trump sevinci, yerini tedirginliğe bırakmış gözüküyor. AKP’liler daha bir hafta öncesinde, Trump’ın ABD Başkanlığına seçilmesinden çok umutlanmışken, şimdi Rahip Brunson olayını hatırladıklarını söylemeye başladılar. Siyaseten zor günler yaşanma ihtimalinin yanı sıra ekonominin olası Trump şoklarına karşı çok kırılgan bir halde yakalandığını söylemek gerekiyor.
Erdoğan başta olmak üzere AKP parti yönetiminde, Trump’ın göreve getirdiği kişiler nedeniyle ciddi bir tedirginlik yaşandığı konuşuluyor. Türkiye aleyhtarlığı, hatta Erdoğan karşıtlığı ile bilinen isimlerin göreve getirilmesi, ABD ile ilişkilerin zor olacağı korkusu yarattı. Dış politikada yaşanabilecek sıkıntılarla beraber, Kürt meselesi başta olmak üzere iç siyasi gelişmelerde de ciddi bir Trump etkisi söz konusu olabilir.
Trump tedirginliğinden bağımsız olarak, ekonomideki duruma baktığımızda; kırılganlığın giderilemediği çok açıkça gözüküyor. Her ne kadar “en zoru geride kadı” denilse de, enflasyonla mücadelede önümüzdeki dönemin çok daha zor geçme ihtimali yüksek. Çünkü enflasyonla mücadelede planlanan gelişmeler sağlanamadı. Bu nedenle 2025 enflasyon hedeflerinin sürekli değişiyor ve piyasaları tedirgin ediyor.
Merkez Bankası’nın piyasa oyuncularıyla yaptığı anket dün açıklandı ve piyasaların bu yıl sonu için enflasyon beklentisi yüzde 44.1’den yüzde 44.8’e yükseldi. 12 ay sonrası enflasyon beklentisi ise yüzde 27.4’den 27.2’ye geriledi. Halbuki bu aylarda artık beklentilerin düşmesi, hedeflere yakınsaması gerekiyordu ama şimdiye kadar bu sağlanamadı.
Rezerv birikimi arttı ama…
Enflasyonla mücadele programının en başarılı yönlerinden biri olarak kabul edilen, rezervlerdeki birikim ise olası dış şoklara karşı o kadar güven vermiyor. Bakan Şimşek 106 milyar dolarlık rezerv birikimi sağlandığını belirtti ancak bunun yaklaşık 70 milyar dolarının yerli yatırımcının portföy değişikliğinden kaynaklandığını biliyoruz.
Dün de söylediğimiz gibi; mevduattan çok yerli carry trade olarak bilinen para piyasalarındaki fon birikiminin artığı gözleniyor. Aslında yabancılara bakacak olursak, onların da daha çok gecelik faize geldiği, tahvile bile hala çok az yatırım yaptıklarını söyleyebiliriz.
İktisatçılar bu durumu “güvene dayalı rezerv birikimi değil, faize dayalı rezerv birikimi” olarak açıklıyorlar. Hem yerli hem yabancı yatırımcının yüksek faiz nedeniyle, dövizi satıp TL’ye döndükleri ama her an değişiklik yapacak bir pozisyonda bekledikleri açıkça gözüküyor. İşte bu piyasalardaki kırılganlığı artıran en önemli unsurlardan birini oluşturuyor.
Hem tasarrufçunun bu pozisyonu hem de enflasyon beklentileri, uygulanan ekonomik programa güven duyulmadığının göstergesi. İnsanlar paralarını faiz yüksek diye altından, dövizden bozup TL’ye döndüler ama TL olarak uzun vadeli bir sözleşmeyi de istemiyorlar. O nedenle, istenirse saatler içinde yeniden dolara dönecek bir pozisyonda beklemeyi tercih ediyorlar.
İşte olası Trump etkisi başta olmak üzere, dışarıdan gelecek etkilere çok açık bir tablo, böyle ortaya çıkıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın programı enflasyon tek haneye inene kadar uygulayacağına ilişkin güven yok. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın kamu harcamalarını, savunma gibi, gerekçelerle çok artırma ihtimali her an mevcut. Hala geçmişteki hatalı politikaların mimarlardan, damat Berat Albayrak’ın tekrar kabineye gireceğinden söz ediliyor.
Güven sağlanamadı, çünkü bu tür istikrar programlarında olması gereken kamu tasarrufları yeterince azaltılıp israf önlenmedi, bütçe gelirleri artırılarak enflasyonla mücadeleye verilmesi gereken katkı sağlanamadı. Cumhurbaşkanı istemediği için gereken reformlar ve yapısal tedbirler konusunda hemen hemen hiçbir somut adım atılamadı. Eskisine kıyasla bir denge oluşmaya başlamış gözüküyor ama bunun kalıcılığını, sürdürülebilirliğini sağlayacak radikal adımlar atılmadı. Bir cepten öbür cebe alınarak, sanki denge çatılmış gibi gösteriliyor.
Faiz indirimlerinde geç kalınması bile söz konusu olabilir
İşte kırılganlığın en önemli sebepleri olan bu ekonomik gerekçelerin yanında, içeride siyasi kutuplaşmanın iyice artırıldığı, iktidar ortakları arasında farklı sesler çıktığı, belediyeler üzerindeki baskının büyüdüğü, yani iç siyasi tansiyonun giderek yükseldiğini de unutmamak gerek.
Bunun üzerine Rahip Brunson olayından hatırladığımız “Trump’ın Türkiye ekonomisine dönük tehditleri” ortaya çıkarsa, bu kırılganlığın kötüye mal olabileceği açık. Büyük kısmı her an an dolara yeniden dönme eğilimindeki tasarrufçunun sattığı dövizlerden oluşan rezervlere güvenmek çok zor. Bir kriz halinde de Merkez Bankası’nın, “enflasyonla mücadele neredeyse tümüyle kurlara bağlı yürüdüğü” için, kurları savunmaya çalışması beklenir. Ancak güçlü bir dövize dönme eğilimi çıkarsa, yabancı ve yerlilerin böyle durumlarda ortak hareket ettiği gerçeğinden yola çıkarak, rezervler üzerinde büyük baskı oluşturma ihtimali bir hayli yüksek olur. Bu durum da enflasyonun dayandığı düşük kurların, yeniden hızla yukarı çıkmasına neden olacak demektir.
Böyle bir kriz yaşanmasa bile, ekonomi yönetiminin mevcut kırılganlık ve tehlikeler nedeniyle, kendisini baskı altında hissetmesi çok normal. Bu baskı nedeniyle, olması gereken faiz indirimlerinde geç kalınması bile söz konusu olabilir. Bu gecikme ise içerideki üretim sıkıntısının büyümesi ve toplumsal rahatsızlıkların artması gibi, yeni sorunlara neden olabilir.