Enflasyonla mücadele programında sıkılığın arttırıldığı sürecin artık sonuna geldik, sıra gevşeme dönemine geldi. Piyasalar gevşemenin başladığını gördü ve doğal olarak faiz indirimine bağlı döviz talebi artmaya başladı. Merkez Bankası’nın bu yeni dönemi, belirli bir sıkılığı devam ettirerek, yönetmesi gerekecek.
Son aylarda yüksek gelen enflasyon rakamları nedeniyle, enflasyon hedeflerinin tutmayacağı anlaşılınca, Merkez Bankası hedefleri önemli ölçüde artırdı. Kısa aralıklarla bu kadar yüksek oranda hedef artırımının Merkez Bankası yönetimine güven açısından sıkıntı oluşturduğu kesin. O nedenle yeni dönemin çok daha iyi yönetilmesine, bu kez mali tedbirlerin enflasyonla mücadeleye destek için Merkez Bankası yönetimine destek olmasına gerek olduğu açık. Aksi takdirde Merkez Bankası’nın 2025 yılı için belirlediği yeni hedefi olan yüzde 21’e, hatta koridorun üst sınırı olan yüzde 26’ya ulaşılması bile, epey zora girecek gibi gözüküyor.
Dünkü yazıda hem teknik hem siyasi açıdan, artık Merkez Bankası’nın Aralık’ta faiz indirimi için kendisini zorunlu hissettiğini söylemiştik. Açıklanan veriler kredi kartlarındaki batıkların, Eylül ayındaki yapılandırmaya rağmen, son iki haftadır çok arttığını gösteriyor. Bunun yanında KOBİ’ler başta olmak üzere reel sektör üzerindeki finansman baskısı da çok arttı ve bütün bunlar siyasi olarak ekonomi yönetimi üzerinde baskı kurulmasına neden oluyor.
Ancak bu noktada siyasi baskılar ile enflasyonla mücadelede fazla gevşeme riski arasındaki dengenin iyi kurulması gerekiyor ki; enflasyonla mücadele devam edebilsin. İşte bu noktada hem Maliye ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek’in Merkez Bankası yönetimine daha fazla destek olması, hem de Merkez Bankası’nın para yönetiminde artık hata yapmadan işi götürmesi gerekecek.
2025 için riskler büyük
Sıkılaştırma döneminde mali desteğin yeterince gelmemesinin yanında, zaman zaman sözünü ettiğim, Merkez Bankası yönetiminin hatalarının olduğunu biliyoruz. Özetleyecek olursak; fazla ve hızlı döviz rezervi biriktirme telaşı, bunun yarattığı likidite sorunları, TL mevduat faizi konusunda bir süre yeterince hassasiyetin gösterilmemesi önemli hatalardı ama zaman için bunlar düzeltildi. Temmuz ile Ekim ayları arasındaki kurlarda meydana gelen yüksek oranlı artışların sıkıntısını ise hala çekiyoruz. Ekim ayı başından bu yana, yapılan bu hatayı telafi etmek için kurların sabit tutulduğunu biliyoruz. Ekim sonu ile 21 Kasım arasındaki dönem için baktığımızda; dolar kuru yüzde 1.1 değer kazanırken, euro kuru yüzde 5.4 düştü. Sepet bazında TL’nin nominal değerlenmesi yüzde 2.3’e ulaştı. Reel değerlenmenin çok daha fazla olduğu da ortada. Ekim ayında da benzer bir görünüm vardı. Kurlar konusundaki hatanın telafi edilmesi için 2025 Mart sonuna kadar bu tavrın sürdürülmesi, 2025 yılının sonuna kadar da değerlenmenin küçülse de devam etmesi gerekecek.
Gevşeme döneminin yönetiminde TL’nin aşırı değerlenmiş olmasının yaratacağı baskının iyi yönetilmesi gerekeceği çok açık. Bunun yanında iç talebin düşük olduğu bir yıl olacak. Ayrıca dış talebin düşük seyredeceği de tahmin ediliyor. Bütün bunlar Merkez Bankası üzerinde aşırı gevşeme için siyasi baskının oluşmasını beraberinde getirebilir.
Bu teknik zorlukların dışında öyle anlaşılıyor ki; 2025 yılı, özellikle de ikinci yarısı, hem iç hem de dış siyasi gelişmeler açısından Türkiye açısından olumlu bir iklim yaratmayacak. Tüm bunların piyasa üzerindeki baskısının iyi yönetilmesi, enflasyonla mücadeleden taviz verilmeden gidilmesi gerekiyor. Şu söylenebilir; 2025 yılı enflasyon hedefleri ve ekonomik denge açısından, risklerin yukarı yönlü olduğu çok açık.
Yeni dönem düzenlemeleri dün başladı
Merkez Bankası yönetimi gevşeme dönemini zaten son iki haftadır hissetmeye başlamıştı. Faiz düşüşünün başlayacağına artık herkes katılırken, piyasada bu havanın yaklaşık 10 gün önce esmeye başladığı söylenebilir. Merkez Bankası son iki haftada artan döviz talebinin hepsini karşılayarak kurların tutulması konusunda tavizsiz davrandı. Böyle dönemlerde piyasaların bu tür denemelere girişmesi çok doğal. Spekülasyonların baştan kesilmesi konusunda kararlı tutum sergilemesi yeni dönem için rasyonel bir davranıştı.
Bu arada dün Merkez Bankası’nın aldığı zorunlu karşılık kararı da yeni döneme hazırlık gibiydi. Bu yolla piyasadan 70 milyar TL’lik likiditenin çekilmesi bekleniyor. Bunun yanında SPK’nın aldığı para piyasaları fon birikimi için bankalara yüzde 10 oranında Hazine kağıdı tutma zorunluluğu getirilmesi de, yine yeni dönemin önlemlerinden biriydi. Çünkü yerli yatırımcının carry trade yöntemi olarak gözüken para piyasaları fonlarında birikim rekor seviye ile 1.1 trilyon TL’ye çıktı. Belli ki spekülasyona açık olan bu birikimin, bu yolla azaltılması amaçlanıyor.
Merkez Bankası bu birikimi azaltmak istemekte haklı . Ancak yüksek zorunlu karşılık gibi aşırıya kaçan regülasyonlar nedeniyle bu birikimin oluştuğu, yani zorunlu karşılıktan kaçan bankaların tasarrufçuyu bu yola ittiğinin unutulmaması gerek. Bankalar aşırı yük nedeniyle böyle bir yolu nasıl buldularsa, önümüzdeki günlerde yine kendilerine açık bir kapı bulurlar, bu her zaman böyle oldu.
O nedenle de gevşeme döneminin iyi yönetilmesi. aşırı regülasyonların sistemi bozmasına izin verilmemesi, bu arada artık iletişimin çok daha iyi yapılması gereken bir döneme girildiğini de söyleyebiliriz.