Ankara’da bazı yargı dosyaları kanalıyla gündeme gelen siyasi çatışma havası giderek yayılıyor. Bu gelişmeler sadece siyasetçiler tarafından değil ekonomik aktörler tarafından da merak ve kaygıyla izleniyor. Piyasaların bu tartışmalardan etkilendiği söylenemez ama ekonomik programın geleceği açısından, siyaset ve yargı alanındaki son gelişmelerin çok önemli etki yaratacağına şüphe yok.
Son çatışma havasının uygulanan ekonomik programı birçok açıdan etkilediğini söylemek mümkün. Bir yandan bu kavganın aynı zamanda “pasta küçülürken çıkan yeni bir pay kapma kavgası” olduğu söylenebilir. Bunun yanında Türkiye’yi yönetenlerin ülkeyi soktuğu ekonomik darboğazdan çıkmak için gerekenlerin yapılmasına karar vermişken, statükoyu oluşturan ittifakların karşı çıkışı, eski düzeni koruma telaşının yarattığı kaos olduğunu söylemek mümkün.
Buraya nereden gelindiğine bakarsak, kavganın niteliği ve dozunu kavramak daha mümkün olabilir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kurumsal yapıyı zayıflatıp, cemaatler ve devlet içindeki gruplar ittifakıyla ülkeyi yönetme tercihi yaptığı hep söylenir. İttifak kurulan dini grup, devlet ve kendisine tehdit oluşturduğunda tasfiye edildiği. Daha sonra ise MHP kanalıyla devletçi-milliyetçi gruplar ve yine farklı dini gruplarla ittifaklar kurulup iktidarın sürdürülmesi yoluna gidildi.
Buradan yola çıkarsak bu ittifakların, eski damat dahil yetersiz kadroları ekonomideki gerçeklere aykırı, popülist kararlarla işi götürebileceklerine Cumhurbaşkanı’nı ikna edip sonunda ekonomiyi duvara çarpacak noktaya getirdiler. Geçen Mayıs seçimlerine girerken Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında ekonomik çıkmazı görmüş, politikalarda değişikliğe karar vermişti.
Şimşek’in gelişi
14-28 Mayıs seçimlerinin ardından Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilmesi dönüm noktalarından biriydi. Şimşek rasyonel politikalara dönüp önce sıcak para ile zaman kazanacak, ardından yapılacak reform ve yapısal tedbirlerle kalıcı yabancı sermaye çekecek bir program konusunda Cumhurbaşkanını ikna etti. Bu aynı zamanda Türkiye’nin dış politikada tercihlerini değiştirmesi, Batı’yla ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, bu yolla yabancı fonları ve ardından doğrudan sermayeyi çekebilme planıydı. Erdoğan iktidarını korumak için başka çaresi olmadığını gördü ve bu yola girdi.
İşte Mayıs seçimlerinden sonra verdiği AB ile ilişkiler konusundaki sıcak demeçler, yeniden faiz kararlarını alınması bu yolun başlangıcı idi. O nedenle ekonomi çevrelerinde “Cumhurbaşkanı’nın başka çaresi olmadığı, Batı ile yakınlaşacağı, demokrasinin yeniden güçlenmesi, hukuk sisteminin iyileştirilmesi için gereken adımları artık atacağı” konuşulmaya başlamıştı.
31 Mart seçimlerine kadar bu gidişat için zigzag yapan, kararsız bir tutum sergileyen Erdoğan’ın yerel seçimlerden sonra artık bu yola daha kararlı döneceği konuşuluyordu. İşte bu aşamada AKP’nin MHP ittifakıyla kaybettiğini gördüğü ve yumuşak biçimde bu işi çözmeye çalışacağı söylenmeye başlamıştı.
Yerel seçim bu kavganın dozunu büyüten bir sonuç oluşturdu. Seçimlerin ardından Erdoğan’ın mecbur kaldığı için CHP ile ilişkileri düzeltmeye çalışması belli ki ortağı MHP’nin iyice telaşlanmasına yol açtı. MHP’nin devletten, yargı ve emniyetten tasfiyesinin planlandığı duyumlarının, bu çatışma havasındaki rolüne dikkat çekmek gerekiyor.
Makro ekonomik istikrar için
Gelinen noktada ne olacak derseniz, Ankara’da yorumlar değişik. Kimi MHP’nin AKP’ye operasyon çektiğini, bazıları tam tersini savunuyor ama Erdoğan’ın kararını zamana bırakma eğilimi seziliyor. Bazı güvenilir siyasi yorumcular “Erdoğan’ın MHP’yi bırakamayacağını, maliyetinin çok yüksek olacağını” söylerken bazıları “Başka çaresi olmadığını, aksi takdirde iktidarını sürdürmesinin pek mümkün olamayacağını” söylüyor.
Hangi tahmin tutacak bilmiyorum ancak ekonomi açısından değerlendirdiğim zaman; bu çatışmanın Türkiye ekonomisinin geleceğini derinden etkileyeceği görüşündeyim. Mevcut ittifakın devam etmesinin hukukun üstünlüğü ve demokrasinin gelişimi açısından adım atılmasını engelleyeceğini, kayıt dışı ekonomi dahil mevcut statükonun devam etmesini beraberinde getireceğini görüyorum. Bunun, kısa sürede parasal politikalarla aşama kaydediliyormuş gibi görünse de, ekonomik programın nihai başarıya ulaşmasının ve makro istikrarın sağlanmasında büyük engel oluşturacağını tahmin ediyorum.
Eğer enflasyon tek haneye düşecekse, bunun için parasal ve mali tedbir yanında yapısal tedbirler ve reformlara ihtiyaç varsa, yüklü doğrudan sermaye gelmesi gerekiyorsa, mevcut siyasi yapıyla bunları gerçekleştirmek mümkün olamaz. Yüksek faiz için kısa vadeli fon akışı daha da hızlanarak sürer ama her an geri gidecek ve riskin büyüyeceği bir iklimde olacağımız unutulmasın. Hukuk güvencesi olmadan, doğrudan yabancı sermaye gelmeyeceğini iktidar da biliyor.
Bu arada Şimşek ve İçişleri Bakanlığı’nın ekonomide planların tutması için Türkiye’nin gri listeden çıkmasına gayret ettiğini, bu nedenle mafya ve kayıt dışı ile mücadelenin kızıştığını unutmayalım. Mevcut ittifak sürerse, sertleşmenin artacağı beklentisi hâkim. Bununla birlikte hukuki çerçevenin, siyasetin yargı ve emniyetteki etkisinin daha da ağırlaşacağı, yeniden kayıt dışı ekonomi aktörlerinin öne çıkmaya çalışacağı da çok açık.
Böyle bir siyasi ve hukuki düzende, ekonomik istikrarın oluşturulmasının, tüm çabalara rağmen, hayal olma ihtimali çok yüksek görünüyor.