Sanıyorum Instagram takipçilerinin çoğu farkındadır.

Instagram’da müthiş bir Ege paylaşımları dalgası yayılıyor.

Muğla, Bodrum, Kaş, Fethiye, Sığacık gibi yerlerden çok güzel mahalle ve köy görüntüleri paylaşılıyor.

Çoğunun fonunda aynı şarkı var: 

“Elfida…” 

Şarkı bir anda patladı ve Türkiye’nin yaz mutluluğunun fon müziği haline geldi.

Hilola Samirazar söylüyor ve sadece YouTube’da

Ancak Haluk Levent’in değil, Hilola Samirazar adlı bir Azeri kadının DNDM adlı bir ikiliyle birlikte söylediği versiyon bu.

Ne yazık ki Spotify’da yok, sadece Youtube’da bulabildim.

Hemen her gün fonda bu müzikle inanılmaz güzel görüntüler paylaşılıyor ve sanki umutsuzluğa boğulan Türkiye’ye şimdiden bir mutluluk havası getirdi…

Bu paylaşımları yapan herkese buradan sevgiler ve teşekkürler…

İyi ki varsınız…

Elfida benim için şimdiden bu yazın şarkısı oldu.

Bu yazıyı fonda Elfida çalarken yazıyorum

Siyasetten çok uzaktayım.

Bu yazıyı siyaset sosyolojisi şapkamla yazıyorum.

Seçimlerden önce ve seçime kadar yazdığım yazacağım, içinde siyaset olan tek yazı da bu olacak.

Bir TC vatandaşı olarak 24 saat 1440 dakikada önümdeki tablo şu

İstanbul’da yaşayan bir TC vatandaşı olarak  günün 24 saat 1440 dakikasında televizyonlarda gördüğüm tablo şöyle:

(*) Devletin 17 bakanı İstanbul’a odaklanmış vaziyette…

Bunlar arasında Dışişleri, Adalet, İçişleri gibi şu sıralar gündemleri aşırı yüklü bakanlar da var.

Oysa yeni sistemimize göre bakanlar siyasi kimliği olan kişiler değil.

Bir tür devletin resmi görevlileri…

Devletin valileri, kaymakamları, devletin TRT’si seçim meydanında

(*) Devletin valisi, kaymakamları, emniyet müdürleri, polisi, hepimizin çocuklarının gittiği okulların müdürleri işi gücü bırakmış İstanbul seçiminde iktidar saflarında savaş veriyor.

(*) Devletin metroları, altyapı, üstyapı imkanları iktidar partisinin adayının emrine tahsis edilmiş.

(*) Devletin TRT’si ve sayısını bilmediğim iktidara yakın kanal, gazete iktidar partisinin yayın organı gibi çalışıyor.

Ve bunlar dışında sürekli tekrarlanan bir söz

(*) İktidar partisi adayının kaybetmesi halinde İstanbul’a kayyım atanacağı, 

(*) Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmayacağı, iktidarın daha da sertleşeceği ve acımasız hale geleceği, hatta sadece İstanbul’un değil oy vermeyen bütün şehirlerin acımasızca cezalandırılacağı en açık en direkt sözlerle yayılıyor…

Ve bütün bu devlet armadasına karşı tek bir insan

Yine bir vatandaş olarak bunun karşısında bize gösterilen tablo da şöyle: 

(*) Muazzam bir devlet armadasının karşısında, sanki tek başına mücadele eden bir aday.

Ekrem İmamoğlu…

Eminim, tarafsızca bakmaya çalışan herkesin gördüğü tablo bu.

76 yaşındayım ve dört ayrı baskı döneminde yaşadıklarım şunlar

Bugün 76 yaşında bir TC vatandaşıyım.

(*) 1960 askeri darbesinden sonraki 1961 seçimi yaşadım.

(*)12 Mart askeri döneminden sonraki 1974 seçimini yaşadım.

(*) 12 Eylül’den sonra 1983’te yapılan ilk seçimi yaşadım.

(*) 28 Şubat dönemindeki seçimi yaşadım. 

Ve bu seçimlerin neredeyse tamamını muhalefete oy veren bir insan olarak yaşadım.

Bütün kalbimle söylüyorum, bugüne kadar devletin böylesine, bu kadar açık biçimde propaganda savaşına katıldığı bir seçim görmedim.

Askeri darbe yönetimleri bile seçimde devleti kullanamadı

O dönemlerde de halk üzerinde baskı yok muydu?

Vardı.

Ama hiçbirinde devlet bir seçime kendini bu kadar angaje etmemişti.

Hele hele yerel seçimlerde hiç…

Peki bu ne sonuç verir?

Yarış ortada deniyor.

Özal ‘Seçimi kazanamazsak hizmet yok’ dediğinde ne sonuç aldı?

Bütün hayatım boyunca en takdir ettiğim, politikalarını en beğendiğim siyasetçilerin başında rahmetli Turgut Özal vardı.

Bir vatandaş olarak onun bu ülkede yaptığı reformlara minnettarım.

O da siyasetinin en parlak döneminde girdiği yerel seçimde bugünküne benzeyen tehditler yaptığında aldığı sonuç yüzde 21 oya düşmek olmuştu. 

Özal’ın sonu öyle başladı.

O seçimde, yaptığı reformları çok takdir etmeme rağmen onun partisine oy vermeyenlerden biri bendim.

Çünkü tehditleri özgür tercihime müdahale olarak görmüştüm.

Devleti elinde tutan askerin baskısına karşı tek başına savaşan Özal kazanmıştı

Oysa 12 Eylül darbesinden sonra askerlerin vatandaşlara “Ona  oy vermeyin” diye baskı yaptığı dönemde tek başına mücadele ederek Meclis’te çoğunluğu ele geçiren ve işte o reformları yapan da aynı Özal’dı.

Diyeceğim şu.

Bu ağır devlet tehdidi ve propagandası geçmişte tam tersi etki yaptı.

Bugünkü iktidar da 2019’da aynı tecrübeyi yaşamadı mı?

Bugünkü iktidarın da bu konuda ağır bir tecrübesi yok mu?

2019 seçiminde Ekrem İmamoğlu neredeyse tek başına yürüttüğü bir seçim kampanyası sonucunda, Binali Yıldırım gibi bu ülkede güzel işler de başarmış dev bir siyasetçiyi geçip kazanmıştı.

İktidar ilk turdaki sonuçları kabullenmeyip Yüksek Secim Kurulu gibi tarafsız kalması gereken bir kuruma seçimi yeniletme kararı aldırınca  sandıkta yaşanan deprem hala hafızalarda.

Halk o dayatmayı hiç sevmemişti…

Durum böyleyse iktidar neden devlet armadasını da savaşa soktu?

Peki neden öyleyse iktidar bu yanlış devlet baskısı gölgesinde seçim stratejisinde ısrar ediyor?

2019’da yapılan o iletişim yanlışları neden tekrar ediliyor?

Hatırlayın o gün neler demişlerdi?

İstanbul’u kaybeden Türkiye’de kaybetti mi?

(*) İstanbul’a kaybeden Türkiye’yi kaybeder…

(*) İstanbul kaybedilirse devletin bekası tehlikeye düşer…

Ya biz ne demiştik o günlerde?

Bunların ikisi de yanlış demiştik.

İkisi de ters teper demiştik.

Haksız mı çıktık?

New York’u kaybeden ABD’yi de kaybetti mi?

Dünyanın birçok demokrasisinde başkentlerin yönetimi muhalefette olabiliyor.

New York eyaleti seçilmiş demokrat bir vali tarafından yönetiliyor.

Keza Kaliforniya…

Her ikisi de sadece Amerikan değil dünya ekonomisine yön veren ekonomiler arasında.

Peki Cumhuriyetçiler orayı kaybetti de ne oldu?

Geçmişte Trump seçildi.

Büyük bir ihtimalle bu defa yine  seçilecek.

Otoriter devletçi Orban Budapeşte’yi kaybetti, ne oldu?

Bugün Avrupa’nın en otoriter devleti Macaristan. 

Başında Orban denen demokrasiden hiç nasibini almamış bir insan var.

Ama başkent Budapeşte  muhalefetin elinde…

Seçilmesi de aynı Ekrem İmamoğlu gibi çeşitli partilerden oy alarak oldu.

Sonuçta ne İstanbul’da kaybeden Erdoğan Türkiye’yi kaybettti. 

Ne New York’u kaybeden Trump ABD’yi…

Ne de Budapeşteyi kaybeden Orban Macaristan’ı kaybetti…

2019 yılında iktidar sadece İstanbul’u değil, Ankara, İzmir, Antalya gibi dört metropolü kaybetti.

Devletin bekasına bir şey mi oldu?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 20 yıllık iktidarının en güçlü olduğu döneme girdi.

Emin olun bugün görüntü daha da kötü

İktidarın stratejisini hazırlayanlara samimi olarak şunu söylemek isterim.

Şimdi daha da kötü bir görüntü var.

Bu ülkenin Kürt vatandaşlarına resmen şu söyleniyor:

“İstanbul’da İmamoğlu’nu desteklerseniz Selahattin Demirtaş dışarı çıkamaz… Bir daha çözüm süreci başlayamaz…”

Devletin resmi ağızlarından bunu hiç duymadık.

Ama “devlet adına” konuşanlar açık açık söylüyor bunu…

Cebinizde TC kimliği taşıyan bir vatandaş olarak bir insanın adaletin alanına girmesi gereken özgürlüğünün böyle bir şeyin pazarlığı haline getirilmesini içinize sindirebiliyor musunuz?

Seçimin başından beri sadece Beykoz Belediyesine gittim

Bu seçimin başından beri sadece Beykoz Belediye başkanının projelerini tanıttığı toplantıya katıldım.

Çünkü yaşadığım ilçe burası ve alacağım hizmet konusunda bizlere ne vaat edildiğini, bugüne kadar nelerin yapıldığını görüp kararımı ona göre özgürce vermek istiyordum.

Ama iktidarın devletin bütün aygıtlarını ve imkanlarını ağır bir pres haline  getirip vatandaşın oy kullünma özgürlüğünü mengene gibi sıktığını gördüğüm zaman yerel yönetim konusunda hizmete göre karar verme özgürlüğümü de rehine almak istediği duygusuna kapılıyorum ne yazık ki.

Bu da içimde bir isyana yol açıyor.

Bu siyasi bir yazı değil  iletişimci yazısı

Tekrar ediyorum.

Bunu bir siyaset yazısı olarak yazmıyorum.

Çünkü artık sadece Türkiye’de değil dünyada da siyasetle ilgili heyecanım, umudum yok.

Sadece iletişimci olarak görüşlerimi yazıyorum.

Bu görüntü İstanbul’da AKP’nin lehine bir rüzgar estirmiyor ve estiremez.

Tehdit.. Halkla inatlaşmak son 60 yıldır siyasetimizde hiçbir zaman iktidarın istediği sonuçları vermedi.

Çünkü devlet çok kötü bir siyasetçi…

Çünkü devlet siyaseti adaletle ve şefkatla değil resmen kaba kuvvetle yapıyor.

Elfida Osmanlıca ne anlama geliyor?

Haluk Levent “Elfida” isimli şarkıyı 2021 yılında sekiz yaşında bir kız çocuğu için yazmıştı.

Adı Beyzanur’du…

Kanser hastasıydı ve doktorlar hiçbir umut olmadığını söylüyordu.

Elfida Osmanlıca “gözden çıkarılan kadın” anlamına geliyor.

Beyzanur o yıl öldü; o gitti ama Elfida kaldı

Beyzanur o yıl öldü…

Bir tüy gibi hafifti… Bir melek gibi uçtu gitti. 

Ama Elfida kaldı…

En güzeli de küçücük bir melek için yazılan bu hüzünlü şarkı bugün Türkiye’nin yaz mutluluğunun şarkısı haline geldi.

Düş kırıklığına uğramış Türkiye’nin yaz şarkısı

Türkiye’nin bir bölümü 14 Mayıs seçiminde derin bir düş kırıklığı yaşadı.

Kötü bir yazdı o Türkiye’nin yüzde 50’si için.

Şimdi o düş kırıklığını ülkesinin deniz kıyılarındaki köylerinin kasabalarının güzelliği ve özlemiyle tedavi etmeye çalışıyor.

İnsanların kaybettikleri mutluluğu yeniden bulma çabalarını İstanbul seçiminde devletin haksız bir baskısı ile yeniden hırpalamayla çalışmak, emin olun ülkesini seven kimseye yarar sağlamaz…

Sayın Cumhurbaşkanı devletin elini siyasetten çekerse, emin olun oy tabanı genişleyecektir.

17 bakanlı, TRT’li devlet sandıkta ne sonuç alacak?

17 bakan, valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, okul müdürleri ile yapılan kampanyanın sandıkta hangi sonucu vereceğini göreceğiz…

Sonuç ne olur bilemem.

Ama bizzat Erdoğan’ın çok iyi hatırladığım bir sözü var:

Devlet vatandaş için vardır… Devlet vatandaşın hizmetindedir.

31 Mart gününü merakla bekliyorum. 

Bakalım sandıktan ne çıkacak? 

Vatandaş için var olan bir devlet  arzusu mu?…

Yoksa vatandaşa “Sen benim için varsın” diyen bir devlet mi…

Sonuç ne olursa olsun bu yaz Elfida’yı Instagram paylaşımlarında bol bol dinleyeceğiz… 

Çünkü devlet bugün öyle olur yarın  böyle…

Ama tek vatanımız burası…