Yaşlanma, özellikle de cilt yaşlanmasıyla ilgili bildiğinizi sandığınız her şeyi unutun. Cilt yaşlanmasının yüzde 60'ı genetik mirasımızla ilgili ama kalan yüzde 40 bizim hayat tarzımız ve çevresel etkilerle belirleniyor. Peki neler yapabiliriz? Ertuğrul Özkök gitti öğrendi.

80’li yıllardan en çok aklımda kalan filmlerden biri “Innerspace’ti”.

Martin Short ve Dennis Quaid’in oynadığı filmin konusu şuydu:

Bir test pilotunun uçağı yanlışlıkla mikroskopik hale getiriliyor ve şırıngayla insan vücuduna zerkediliyor.
O andan itibaren insan vücudunun içinde fantastik bir seyahate tanık oluyoruz.

İşte buna çok benzer bir deneyimi geçen salı günü L’Oreal’in Paris’teki binasının üçüncü katında yaşadım.

Bir anlamda kendimi minyatürleştirip derimin altına indim ve en büyük organımın içinde, tıpkı o filmdeki fantastik bir seyahat yaptım.

Derimin altına yaptığım seyahatteki rehberim

Bu seyahatte bana müthiş bir bilim insanı rehberlik yaptı.

Önce sizi rehberimle tanıştırayım.

Adını dün vermiştim.

Guive Balooch…

Kalifornia doğumlu, İran asıllı bir bilim insanı.

Çok sağlam bir eğitim geçmişi var.

Berkeley Üniversitesinde “moleküler ve hücre biyolojisi” B.A diploması var.

Daha sonra UC San Fransisco’da Biomateryal üzerinde doktora yapmış.

Stanford Üniversitesinde ise doktora sonrası araştırma çalışmalarıyla devam etmiş.

Beni bu alana deri cazibesi çekti

Merak edip soruyorum:

Böyle bir eğitim yaparken bir gün bir güzellik ve cilt bakımı ürünleri üreten şirkette çalışmak hiç aklınızdan geçti mi?”

“Hiçbir zaman aklıma gelmemişti” diyor.

Aslında akademik kariyermiş hedefi.

Öyleyse niye bu alana geldi?

İki şeyden söz ediyor.

Bir; Deri’nin çazibesi..

İki araştırma sonuçlarının hızla uygulamaya geçtiği bir sektör olması.

Derinin altına seyahat için koltuğa oturuyorum

İlk sorum şu oluyor:

“İnsanı yaşlandıran nedir?”

“Anlatacağım ama önce derinin altına bir yolculuk yap” diyor.

Binanın beşinci katına çıkıyoruz.

Yan yana koltuklar dizilmiş.

Hani şu masaj koltuklarını andırıyor.

Yanda bir pankartın üstünde “welcome aboard” yazıyor.

Yani “Kabine hoş geldiniz”

Büyük harflerle de şunu yazmışlar:

“Hücre yolcusu…”

Arttırılmış gerçeklik gözlüğüyle derinin altına iniyorum

Başıma bir “Arttırılmış gerçeklik gözlüğü” takılıyor ve derime yolculuk başlıyor.

Önümde rengarenk bir simülasyon dünyası açılıyor.

En üst tarafta epidermi denen tabaka var.

Bu tabakanın en üst kısmında ölü ve yassı hücreler dolaşıyor.

Burada “Keratenli hücreleri” görüyorum. Tuhaf şekilleri var. Bölünüyorlar.

Vurmalara, çarpmalara karşı bizi onlar koruyor.

Onun biraz derinine gidince karşımıza yassı epitel hücrelerden oluşan bir tabaka çıkıyor.

Ve sonunda en önemli hücrelere geliyoruz

Ve sonunda karşımıza “Mitokondrial hücreler” çıkıyor.

İki gün boyunca L’Oreal’in uzmanlarından en çok bu mitokondrial hücreleri dinliyorum.

Bunlar enerji üreten hücreler.

“Asıl işimiz bunlarla” diyorlar.

Çünkü “yaşlılık” enerjinin azalması.

Longevity için enerjiye ihtiyacımız var.

L’Oreal şimdi 4 bin araştırmaçıyla bu mitokondrial hücrelerin bütün sırlarını bulmaya çalışıyor.

Derinin altında milyonlarca markör var

Ama şunu söyleyeyim.

Hiç de kolay bir şey değil.

Çünkü şu an içinde yolculuğa çıktığım bu derinin üç katmanı içinde milyonlarca markör, yani “belirleyici” var.

Ve ne yazık ki bunların tamamının sırrını çözmeye daha epey yolumuz da var.

Deri altı uzayımın ‘Abyssis’inde tanrının başeserini görüyorum

Seyahatimin sonunda karşıma heybetle süzülen bir görüntü geliyor.

Önümden bir DNA geçiyordu.

Tanrının başeseri.

NVDIA’nin hiçbir mühendisinin yapamayacağı bir hayat chip’i.

Bugüne kadar çok DNA ilüstrasyonu gördüm.

Ama bu bambaşkaydı.

Artırılmış gerçeklik ayrıntılarla dolu bir DNA sarmalı yaratmış.

Aklıma James Cameron’un Okyanus’un derin yerinde geçen Abyssis filmi geldi.

Filmin sonunda denizin en karanlık bölgesinden ışıl ışıl yanan tanrısal bir yaratık geçiyordu.

Bu DNA görüntüsü de Fellini’nin Amarcord filmindeki o efsane yolcu gemisi gibi karanlıkta önümden geçip uzaklaşıyor.

Mick Jagger erken yaşlanmış bir insan mı yoksa uzun hayatı keşfetmiş biri mi?

Yolculuk bitince Belooch’la sohbete başlıyoruz.

İlk sorum şu:

Siz Longevity araştırmacısısınız. Size göre Mick Jagger yaşlı bir insan mı yoksa Longevity tanımı içinde uzun bir hayatın insanı mı?

Gülerek yüzüme bakınca biraz daha açılıyorum:

“Yaşlanma denince aklıma yüzümüzün kırışması, boynumuzun, kollarımızın boynumuzun sarkması geliyor. Ama şu kafamı karıştırıyor. Mick Jagger’ın yüzü daha 25 yaşında kırış kırış ama 81 yaşında sahnede oradan oraya koşuyor. Şimdi ona diyeceğiz?”

“İstersen yaşlanma nedir ondan başlayalım. Yaşlanma hücre çoğalmasının yavaşlaması, ölmesi, enerjisini kaybetmesi sonucunda ortaya çıkan bir durum.”

Yüzde 60 genetik, yüzde 40 biz ve çevre

Öyleyse yaşlanmamız neye bağlı?

“Yüzde 60-70 genetik, yüzde 40 bize, alışkanlıklarımıza, çevre koşullarına bağlı bir şey.”

Yüzde 60 çok büyük bir şey.

Yani kaderimizle ve alınyazımızla mı doğuyoruz.

İkinci sorum:

“Genç kalabilmek, hayatımızı uzatmak için harcadığımız bunca para, çaba, fedakarlık, sizin de 4 bin araştırmacı ve 1.3 milyar Euroluk bütçenizle yaptığınız. Bütün çalışmalar sadece bu yüzde 30’luk kısım için mi?”

“Hiç küçümseme, yüzde 30 çok büyük bir pay. Biz doğuştan gelen şeylerinizin üstüne yüzde 30 koyabilirsek bu uzun ve sağlıklı hayat konusunda çok büyük bir kazanç olur. Biz asıl bu yüzde 30 bölüm içinde bizi etkileyen olumsuz etkenlerin değiştirmeye uğraşıyoruz.”

Kötüyü öldürmek, iyiyi yaşatmak

O zaman gelelim bu yüzde 30’luk paya…

Orada ne yapıyorsunuz hayatı uzatmak için.

İki şey var.

Kötü etkenlerin etkisini azaltmak.

İyi etkenlerin etkisini arttırmak.

Tam bu noktada biraz önce yaptığım deri yolculuğuna dönüyorum..

Hücre gezisinde hem yüzde 60 hem yüzde 40’la karşılaşmışım

Meğer o gezide bu yüzde 60 ve yüzde 40’la karşılaşmışım.

Gezinin sonundaki o dev DNA sarmalı bizim yüzde 60’lık genetik mirasımızı temsil ediyor.

Yüzde 40 ise mitokondrial hücreler…

L’Oreal araştırmacıları işte bu mitokondrial hücrelerin iyi enerji üretmesi için büyük çaba harcıyor..
Yani derimize enerji vermeye.

Bir ikinci alan da dışardan gelen kötü etkileri karşılamak ve püskürtmek.

Yaşlanmanın yüzde 80’i güneş yüzünden

Ve bu yaz başında hepimizi ilgilendiren asıl soruyu soruyorum:

Derimizin yaşlanmasında en büyük etken nedir?

Hiç tereddüt etmeden cevap veriyor:

“Güneş ışığı…”

Bu kadar kesin bir ifade ile söyleyince bir adım daha ileri gidiyorum.

Mesela yüzde kaçı güneşten kaynaklanıyor?

Aynı emin ifadeyle cevabını veriyor:

“Yüzde 80’i..”

Artık kışın bile sokağa çıksam çıkmasam güneş kremi sürüyorum

Evet bu dehşet veri i cümleyi bir kenara yazın.

Yaşlanmamızda genetik dışındaki yüzde30-40 faktörün yüzde 80’i güneş ışığından geliyor.

Ve bir şeyi itiraf ediyor:

“Eskiden yüzüme hiçbir şey sürmezdim. Ama artık yaz kış her gün, sokağı çıksam çıkmasam mutlaka güneşe karşı koruyucu krem kullanıyorum…”

Öyleyse yeni trend Longevity tam olarak ne?

Peki iki gün boyunca L’Oreal teknoloji ekibinden aldığım bilgiler daha çok kimi ilgilendiriyor? Gençleri mi yaşlıları mı?

”Bir kere şunu bilelim” diyorlar:

”Longevity yalnızca yaşam süresini değil “sağlıklı yaşam” süresini uzatmayı hedefleyen bilimsel ve kültürel bir dönüşüm… L’Oréal için Longevity güzelliğin ömür boyu sürdürülebilirliğini sağlamak.”

Dolayısıyla ilk hedef şu:

“Yaşa bağlı önyargıları yıkmak…”

Öyleyse şundan başlayalım:

”Yaş almak doğal, güzel olmak zamansızdır..”

60 üstü bireylerin güzellik harcaması gençlerin iki katı

Bütün dünya için önümüzde şöyle bir tablo var.

2040 itibarıyla dünya nüfusunun %20’si 60 yaş üstünde olacak, 2050’de ise 100 yaşını aşan kişi sayısı 3,7 milyonu bulacak.

Aslına bakarsanız bütün bu anlattıklarımın hedefinin gençler olması gerekiyor.

Ama gerçekte önümüzdeki tablo çok farklı.

Bugün 60+ bireyler güzellik harcamalarında genç nesillerin iki katına yakın bütçe ayırıyor.

Kronolojik yaş tarihe karışıyor

İki günlük Paris uzun hayat seyahatinden çıkan sonuç nedir diye sorarsanız, cevabım şu:

Devletin bize verdiği kimliklerde, pasaportlarımızda, ehliyetlerimizde, e Devlet kayıtlarımızda CV’lerimizde, Linkedin sayfalarımızda yazan”kronolojik yaşın” miadı doluyor.

Artık “biyolojik yaş” anlatıyor bizi.

Sloganı da şu:

“Biological Age is the New Truth.”

“Biyolojik yaş yeni gerçektir.”

Yani bize “yaşımızı verme hakkı” devletten başka bir yere geçiyor.

Yeni yaşımızın ne olduğunu 5 dakikada öğreneceğiz

Öyleyse bu “yeni yaşımızı” bize kim nasıl verecek?

L’Oreal teknoloji devrimini hazırlayan bilim insanlarının bu soruya verdiği cevap şu:

“Biyolojik yaşın belirlenmesi genetik analiz, yapay zekâyla cilt haritalama ve kişiselleştirilmiş aktif bileşen kombinasyonlarıyla belirlenecek.”

Geliştirdikleri “Longevity AI Cloud” adlı bir gereç 260’tan fazla biyobelirteç ve 32 biyolojik yol üzerinden cilt yaşlanmasını analiz ediyor.

Yaşlanmanın 9 temel biyolojik belirtisini aynı anda inceliyor ve o kişiye özgü olarak öngörülebilir hale getiriyor.

Ve 5 dakika içinde size biyolojik yaşınızı veriyor.

L’Oreal binasına 78 yaşında girdim, kaç yaşımda çıktığımı bilemiyorum

Yani artık kimliğinizde yazan doğum tarihinizi unutun.

Evet iki günlük “deriye ve yaşa yolculuğun” sonunda geldiğimiz yer burası.

L’Oreal’in Concorde Meydanına yakın binasına devletin verdiği yaşla, 78 yaşımda girdim.

Çıkarken kaç yaşımdaydım bilmiyorum.

Ama giderek tek parti devleti haline gelen devlete güvenim azaldığı için artık “yeni normal”imi biyolojik yaşımda aramaya karar verdim.