Hatırlayın Eylül ayında Las Vegas’ta açılan “Sphere”le ilgili olarak şunu yazmıştım:
“Bu Küre dünya eğlence ve konser kültürünü kökten değiştirecek…”
O bir kehanetti…
İşte o dünyaca ünlü “Küre”ye dün girdim ve şimdi yazacaklarım artık kehanet değil, iddialı bir yakın gelecek tahmini…
Las Vegas’daki Sphere dünyada sadece eğlence değil, sinema anlayışını da çok köklü biçimde etkilemeye başladı…
Şovda Türkiye’den de üç kartpostal var.
Ama önce Sphere’i anlatayım.
Sponsor bulamadığım için U2 konseri ile açılışı kaçırdım
Sphere 29 Eylül 2023 akşamı açıldı.
3 Eylül günü en büyük arzum bu Küre’nin açılışında bulunmak diye yazmıştım.
Ancak sponsor bulamadığım için o açılışa katılamadım ve dolayısıyla açılıştaki U2 Achtung Baby konserini de kaçırdım.
Şimdi Dünya Teknoloji Fuarı(CES) için davetli olarak Las Vegas’tayım ve dün gece nihayet merakla beklediğim o devasa Küre’nin içine girdim…
Tahminim eksikmiş bile…
Bir şov küresi değildi girdiğim yer…
Bambaşka bir metaverse evrendi…
29 Eylül akşamı dünya konser kültürünün değişmesi anına tanık olamadım.
U2’yu kaçırdığıma üzülmüştüm ama iyi ki kaçırmışım, çünkü…
Dün gece Darren Aronofsky”nin “Postcard From Earth”(Yeryüzünden Kartpostal) adlı filmi ile dünya sinema izleme kültürü tarihinde bir dönüşüme tanık oldum.
U2 konserini kaçırdığım için çok üzülmüştüm, ama şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Sphere’deki şahsi tarihimin açılışını bu muazzam şov ile yaptığım için çok mutlu ve şanslıyım.
Çünkü seyrettiğim şey artık bir film değildi ve ben bir sinema sahnesinde değildim.
360 derece bir kainatın içinde, 270 derece bir ekranda yepyeni bir “Şey” izliyorsunuz.
Burası 270 derece bir ekran, insan gözü ise 178 derece
Şöyle düşünün…
İnsanın gözü ovaldir.
Açıları yatay olarak 178 derece, dikey olarak ise 135 derece.
Bu fiziki hareketlilik içinde gözümüzün dikey görüş açısı 60 derece yukarıya, 75 derece de aşağıya doğru.
Gözünüz için bu kadarcık bir dünyanın 270 derecelik bir kainata dönüştüğünü hayal edin…
Hemen söyleyeyim.
Hayal edemezsiniz…
Bunu o Küre’nin içine girip yaşamanız lazım…
Saniyede 60 kare ve 18K çözünürlükte bir dünya
Daronofsky’yi bizler “Siyah Kuğu” ve “Whale” filmiyle tanımıştık.
Ama burada onunla hiç ilgisi olmayan bir yönetmen var.
Yaşadığımız dünyada hayat sulardan başladı…
Film de sulardan başlıyor, oradan kuşlara, sonra karalara geçiyor…
Hangisine inanıyorsanız;
“Allahın” veya “Büyük Patlamanın” yarattığı kainat içinde küçücük bir yer dünyamız…
İşte orada İnsan yaratıldıktan sonra her şey değişiyor.
Daronofsky 50 dakika boyunca bize insansız ve insanlı yeryüzünü anlatıyor…
18 K çözünürlükte bir teknoloji ile seyrediyorsunuz bu dünyayı. Saniyede 60 kare geçiyor gözünüzün önünden.
Yüzlerce kez operaya gittim ama hiçbirinde böyle bir yerde oturmadım
Suların altına giriyorsunuz. Dev şeytan mantaları işte o 270 derecelik evrende üstünüzden uçarcasına geçiyor.
Ve siz yerinizde otururken görüş açılarınızın arkasında da bir şeyler oluyor, bir süre sonra onları da görmeye başlıyorsunuz…
Bu kainatta her şey devasa…
Beni en çok etkileyen sahnelerden biri bir opera binasında çekilen sahnelerdi.
Bugüne kadar yüzlerce defa dünyanın en ünlü opera binalarında bulundum.
Localarından partere her yerinde oturdum.
Bir insan gözünün bir opera binasını bu şekilde görmesi mümkün değil.
Birinin size göstermesi gerekiyordu ve Aronofsky bunu yapıyor.
Bugüne kadar hep seyirci tarafındayken sahnenin bir anında kendinizi opera seyircisinin karşısında buluyorsunuz.
Tam anlamıyla, “Siz oradasınız. Ben de buradayım” duygusu…
En büyük dinozordan daha büyük bir erkek fil önünüzden geçerken ne yaşarsınız?
Bir başka etkileyici sahne de boyutlarının metrelerce üstünde bir erkek filin önümüzden ağır ağır yürüyerek geçişiydi.
Hayatımızda bildiğimiz “şeyler” agrandize olunca onlarla ilgili algımız da altüst oluyor.
Ve bunun bir de dördüncü boyutunu yaşıyorsunuz aynı anda.
Agrandize erkek filin attığı her adım Jurassic Park’taki en devasa dinozoru bile solluyor ve siz hem o sesi, hem de filin ayaklarının yarattığı rezonansı oturduğunuz koltukta yaşıyorsunuz…
‘Hissetmek’, ‘Seyretmek’, ‘Dinlemek’, ‘İzlemek’ fiillerini artık unutun
Dikkat edin “Hissediyorsunuz” demiyorum.
Çünkü bu “Küre”nin içinde bildiğiniz kelimeler anlamlarını kaybediyor.
“Seyretmek,” “Dinlemek,” “İzlemek” fiillerinin hiçbir anlamı kalmıyor.
Artık bu alemde size kalan tek duyusal davranış “Yaşamak” oluyor.
Daronofsky “Hatırlamak” fiilinin de anlamını değiştiriyor.
Gittiğimiz bir yeri hatırlamanın bildiğimiz yöntemlerinden biri “kartpostallardır…”
Kartpostal…
Bir tarafında gittiğimiz yerin güzel çekilmiş bir fotoğrafı…
Arka tarafının yarısı sizin mesajınıza ayrılmış, öteki yarısı ise kartpostalın gideceği yerin adı soyadı ve adresine…
Elli dakika boyunca “insanlı dünyamızdan” 270 derece görüntüler yaşıyorsunuz.
Instagram’daki hiçbir paylaşım içeride gördüğünüzü göstermiyor size
Aronofsky”nin gözü bizimkinden farklı.
Kullandığı çekim teknikleri de öyle…
Orada 270 derece ama normal hayatta asla göremeyeceğiniz bir küre olarak kafanıza yerleşen o görüntüyü kartpostala çevirmek mümkün değil…
Onun için size şunu söyleyeyim.
Sphere açıldığından beri milyonlarca Instagram paylaşımı yapıldı.
Ama onlar size içeride gördüğünüzün çok küçük bölümünü aktarıyor.
Evet klasik gözle iki boyutlu olarak görebildiğiniz küçücük bir şey.
Devekuşunun gözü beyninden büyük, ahtapotun dokuz beyni varsa…
Çıkarken aklınıza şu soru takılıyor…
Yarının “Metaverse alemi nasıl bir şey olacak…”
Devekuşlarının gözleri beyinlerinden büyük…
Ahtapotların dokuz beyni var.
Hayvanlar dünyasında en büyük göz mürekkep balığının gözüdür.
Bir gün insanoğlunun görme kabiliyeti beyninden daha büyük hale gelebilir mi?
Bir düşünün…
Beyin dediğimiz organ önyargının icra memuru haline gelmişse
Beyin dediğimiz şey bugün “makuliyetten” çok önyargıyı, gerçekten çok görmek istediğimizi gösteren bir organ haline dönüşüyor durmadan.
Yoksa hangi makul beyin bugün dünyanın canına okuyan, bize savaştan ve despotluktan başka hiçbir şey vadetmeyen popülist liderlerin peşine takılıp gidebilirdi…
Acaba dünyayı, insanlığı kurtaracak tek umut görme kabiliyetimizin beynimizinkinin üstüne çıkması olabilir mi…
Ben bu deneyimden çıkarken kendimi işte böyle bir tartışmanın içinde buldum.
Ama isteyen “Bırak kardeşim bu bir şov; şov dediğin şey şovdan ibarettir, kafamızı karıştırma” diyebilir.
Ama unutmayın ki bunu söyleyenler çoğunlukla sizden kendi düşüncelerine biat etmenizi isteyen insanlardır.
Neyse ben bu komplike tartışmayı kesip yine Küre’nin içine döneyim.
Küre bize Türkiye’den hangi üç kartpostalı gönderiyor?
Aronofsky”nin bize 270 derecelik açıyla gezdirdiği dünyamızdan gönderdiği kartpostallardan üçü de Türkiye’den…
(*) Biri Kapadokya’da Ihlara Vadisi’nden…
Marsın dünyadaki yansıması gibi duran bu canlı kartpostalda balonla seyahat etmenin ne olduğunu anlatıyor.
İkinci kartpostal Galata Köprüsü’nden…
1 Ocak günü Gazze yürüyüşünün yapıldığı bu köprünün başka bir insan kalabalığı ile çekilmiş bir kartpostalı bu…
(*)Üçüncüsü ise Sultanahmet olduğunu tahmin ettiğim (Ama emin değilim) bir camiden.
270 derece bir kürede sema nasıl bir koreografi haline geliyor?
Önce gerçek manada estetik bir caminin iç mekanının içinde bulunduğunuz bu Küre haline gelişine tanık oluyorsunuz.
Artık o caminin içindesiniz.
Sonra bu 270 derece evrende bir sema törenine katılıyorsunuz.
Agrandize olmuş semazenlerin dansı kürenin içinde bambaşka bir hale dönüşüyor.
Önünüzde artık “Yaratılışın koreografisi” var.
Gözleriniz beyninizin yerini alıp onun tahakkümünden kurtulduğu zaman semazenler de sadece Müslümanlığın coğrafyasında kalmayıp küresel keşişler haline dönüşüyor.
Orada aklınıza gelen soru: Küresel bir inanış mümkün mü?
Gözleriniz beyine biat etmekten kurtulup özgürleştiğinde “Hissetmek” fiili de gerçek manasını kazanıyor.
Ve şunu hissediyorsunuz…
“Hepimizin kurtuluşu olacak “Küresel bir inanış ve ibadet mümkün…”
Her dinin müminlerini kızdıracak bir his belki, ama gözleriniz özgürleşince kartpostallar size daha barışçı bir dünyanın mümkün olduğu umudu veriyor.
O anda Sphere de bir Küre olmaktan çıkıp “küresel bir mabede” dönüşüyor.
Aronofsky kendi hesabında hangi iki kareyi paylaştı?
Filmin yönetmeni Darren Aronofsky kendi resmi Instagram hesabında bu gösteriden iki canlı kartpostalı paylaşmış.
Biri agrandize bir erkek filin önümüzden geçtiği o sahne…
Kim bilir belki de azmanlaşmış erkek tahakkümünün fecaatini anlatmak istiyordur bize…
Öteki ise Ihlara Vadisi’nde balonların gökyüzüne yükselişi…
Arzu ederseniz bunu yönetmenin mavi noktalı “darrenaronofsky” adlı resmi hesabından görebilirsiniz.
Ama yine uyarayım.
Bu görüntüler iki boyutlu ve içeride yaşadığınız “şey”i” asla anlatmıyor size…
Kadın robotun görünen beynine baktım baktım ve…
Kürenin gösteri evreninin dışındaki bölge ise robotlara aitti…
Özellikle bir kadın robotun önünde uzun uzun kaldım.
Sadece yüz ve ellerine deriye benzeyen bir ten yerleştirilmiş bir robot bu.
Yani kadının beyni ve iç organları açıkta…
Onların yerine lüks bir İsviçre saati gibi mekanik parçalar ve devreler görmek sizde tuhaf bir duygu yaratıyor.
İçgüdüsel biçimde “Kadının beynini görüyorum ama anlayabiliyor muyum” sorusu kafanıza yerleşiyor.
Maalesef Allah beni yaratırken mühendislik ve fizik bilimi yetenekleri vermemiş.
Şeffaf biçimde önümde duran kadının beynine uzun uzun baktım.
Ama hiçbir şeyi çözemedim.
Buna karşılık üstünde ten olan yüzündeki mimikleri ve çok başarılı biçimde hareket eden ellerinin dilini galiba çözdüm…
Çıkarken gördüğüm son şey bu panoda yazılı olandı
Las Vegas’a teknoloji ile ilgili trendleri görmek için geldim.
Ama gezimin ilk durağı Sphere oldu…
Biraz ilerideki otelin devasa salonundan geçip kaldığım otele giderken yoldaki bir pankartın önünde durdum.
Üstünde şu yazıyordu:
“Burada olan her her şey sadece burada olur…”
“Las Vegas’ta yaşanan her şey Las Vegas’ta kalır” sözünün değişik bir versiyonu…
Galiba böyle bir kültürel hayalperestlik ancak burada olabilir…
Ama ben burada yaşadığımı burada bırakmayıp size anlatmaya karar verdim.
Sadece bir bölümünü anlatabildim.
Çünkü görmeden anlamak çok kolay değil.
Gelip burada yaşamak lazım…
Son bir not…
Sphere’ın dış ekran görüntülerinden en çok bu gülümseme emojisini sevdim.
Kapkara hale gelmiş umutsuzluğumda küçücük bir umut gibi göründü gözüme…
“Her şeye rağmen” dedim.
La vita et bella…