Pazartesi akşamı bana Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olma gururu veren bir sanatçıyla tanıştım.
Onun dört eserini dakikalarca seyretme imkanınına sahip oldum.
Akbank harika bir karar almış.
Sabancı Center’in ana binasının, yani Akbank’ın Genel Müdürlük binasının girişine yerleştirmek üzere dünyaca ünlü dijital sanatçımız Refik Anadol’dan devasa bir eser yapmasını istemiş.
Bankanın Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Türkiye ve dünyada sanat olaylarını en iyi takip eden iş insanlarımızdan biri.
Pazartesi akşamı işte o eserin açılışı için düzenlenen törene ve geceye katıldım.
Akbank arşivi gerçeküstü bir enstalasyona dönüşmüş
Refik Anadol bir değil, dört ayrı eser yaratmış o 220 metrekare ekran için.
Birincisi Akbank arşivleri.
Bankanın bütün arşivlerindeki fotoğraflar, bilgiler taranmış ve oradan dijital bir canlı tablo yaratılmış.
Ama öyle fotoğrafları olduğu gibi ekrana aktarmak değil bu…
Oradan gerçeküstü bir enstalasyon oluşturulmuş.
Her pixel’in o arşive ait bir veriyi simgelediği bir sanat.
Akbank Genel Müdürü Kaan Gür bunun “Türkiye’nin ilk kalıcı yapay zeka sanat eseri” olduğunu söyledi.
220 metrekare dijital ekran dünyada üçüncü büyük kalıcı eser
Törende Refik Anadol’la eserin teknik yanlarını konuştum.
220 metrekare devasa bir ekran.
Üstünde 60 milyon pixel’den fazla veri yüklü.
Bu haliyle Refik Anadol’un dünyadaki en büyük 3’ncü kalıcı eseri olmuş.
MOMA’daki ekran bundan küçükmüş.
Ama Las Vegas’taki 360 derece küresel ekranın kapladığı alan bundan daha büyükmüş.
Türkiye’de bir eşi var mıdır bilmiyorum.
İstanbul Havalimanında Louis Vuitton reklamlarınınkiydi bugüne kadar gördüğüm en büyüğü.
Ekran Çinli Absen’den, çipler Tayvan’dan
Ekran Çin’de Absen adlı şirket tarafından yapılmış.
Anadol bunun için Çin’e gidip bizzat başında durmuş.
Kullanılan çipler Tayvan’dan tabiatıyla.
Milyonlarca pixel’den oluşan bir ekran bu kısacası.
Kafam teknolojiye çok yatkın ama sistemin ince özelliklerini tam anlayamıyorum.
Bildiğim tek şey Refik Anadol’un bu teknolojiden yararlanarak bütün dünyada hayranlıkla izlenen bir “mega sanat” türü yaratmış olması.
Bunu bir Türk sanatçısı yarattığı için de çok gurur duyuyorum.
İlk fırsatta Los Angeles’ta kurdukları dünyanın ilk yapay zeka müzesini gezmeye gideceğim.
10 farklı dil konuşan küresel bir ekip çalıştı
60 milyon pixel’lik bir veriyi sanat eserine çevirmek çok zor bir iş.
Bunun için Refik Anadol’un Los Angeles’taki atölyesinde 10 ayrı dil konuşan geniş bir ekip çalışıyor.
Programcısı, veri işlemcisi, teknik elemanıyla çok yanlı bir çalışma bu.
O nedenle ben “mega sanat eseri” diyorum.
Karaciğer hücresinden çıkan sanat eserinin hikayesini öğrendim
Törenden sonra çok merak ettiğim bir konuyu kendisine sordum.
Üç yıl önce Harvard Üniversitesindeki Sabri Ülker merkezinde ziyaret ettiğimde Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ekibiyle birlikte bir karaciğer hücresini nasıl fotoğrafladıklarını anlatmıştı.
Dünyada ilk kez başarılan bir şeydi.
İşte o çekilen hücre fotoğrafından muazzam bir sanat eseri çıkmıştı.
Bunu da Refik Anadol yapmıştı.
Refik Anadol’a onun hikayesini sordum.
O hücre fotoğrafının esrarını çözmemiz altı ay aldı
Hücrenin hikayesini onun ağzından aktarıyorum:
“Bir gün Gökhan hoca aradı.
Elimizde böyle bir fotoğraf var, dedi ve nasıl çektiklerini anlattı.
‘Belki bundan bir dijital eser çıkarabilirsin’ dedi.
Sonra bize çekilen hücre fotoğrafının disketlerini gönderdi.
Tabii çok büyük bir data vardı.
Onlarca büyük disket geldi.
Oturup bunları açmaya çalıştım.
Öylesine kompleks bir işlemdi ki altı ayımızı aldı.
Ama sonunda bizleri de şaşırtan bir şey çıktı ortaya.”
Gerçekten çok etkileyici bir şey.
Bir hücreyi içine girip sanat eseri olarak dolaşabiliyorsunuz.
YouTube’da var, ama bir gün çok büyük ekranda ve yüksek çözünümlü şekilde seyretmeyi istiyorum.
Söz verdi gösterecek bana.
Sakıp Sabancı ve Erol Sabancı’yı sanat eseri olarak görmek
İkinci eser “Akbank Hatıraları” adını taşıyor.
Bu eserde bankaya ait daha somut görüntüleri görüyoruz.
Ama o görüntüler de yine “pixel’lerin” içinden geçerek yavaş yavaş somutlaşıyor.
Mesela Sakıp Sabancı ve Erol Sabancı’yı Refik Anadol’un dijital gözüyle görüyorsunuz.
Sakıp Ağa’yı ve sempatik hallerini özlemişim.
Refik Anadol’un yapay zeka veri heykelleri
Dijital sanatın heykel eserleri de var.
Ama bunlar bildiğimiz heykeller değil bunlar.
Anadol “Yapay Zeka Veri Heykeli” adlı bir çalışmaya girişmiş.
Bunun “Rüzgar” adlı bölümü Akbank projesinin üçüncü parçası olmuş.
Dördüncü eser ise “Mercan Rüyaları” adını taşıyor.
Daha tanıdık bir Refik Anadol eseri bu.
Deniz altının renkli dünyasından oluşan harika bir gösteri izliyorsunuz.
Resiflerin önünüzde olağanüstü bir koreografiyle dijital transformasyona uğraması gerçekten çok etkileyici.
Bu dört eser bankanın girişinde sürekli sergilenecek.
Eminim hem binaya hem Akbank’a değer katacak bir eser olmuş.
Davet İstanbul iş ve sanat dünyasının sezon açılışıydı
Eserle ilgili bu bilgilerden sonra size biraz da geceyi anlatayım.
Çünkü anlatacak çok şey vardı.
Bu davet bir anlamda İstanbul iş ve sanat dünyasında “sezon açılışıydı.”
Kurucu babalar artık davetlerde yok
İstanbul davetleri artık yaş grubu değişimi geçiriyor.
Akbank davetiydi, ama “kurucu babalardan” hiçbiri yoktu.
Bir zamanların en ağır dörtlüsü Rahmi Koç, Sakıp Sabancı, Aydın Doğan, Ayhan Şahenk’ti.
İkisi artık hayatta değil.
Rahmi Bey ve Aydın Bey ise yoktu.
İş dünyasından kim vardı kim yoktu
Buna karşılık iş dünyasından şu isimlerle karşılaştım: Faruk Süren, Ömer Dinçkök, Sedat Aloğlu, Serdar Bilgili, Mustafa Taviloğlu, Doğan Holding CEO’su Çağlar Göğüş, Kavaklıdere şarapların Yönetim Kurulu Başkanı Ali Başman, Hüsnü Akhan, İzzet Garih, Cem Hakko, Nesrin Ahmet Esirtgen, Özcan Tahincioğlu, Cenk Alper, Mehmet Habbab, Can Ünlü, Sunset’in sahibi Barış Tansever, Lucca’nın sahibi Cem Mirap.
Yeni ekonomiden ise Trendyol CEO’su Çağlayan Çetin vardı.
Sadece dijital müzik dinleyen ünlü Türk zengini
Ömer Dinçkök’le epey sohbet ettik.
Çünkü müzik konusunda beni şaşırtan bir merakı var.
Dijital ve house müzik meraklısı.
Hatta o müziklerden başka hiçbir şey dinlemediğini söylüyor.
Eve bir müzik sistemi kurmuş ve dijital alemde yaşıyormuş.
Ayşegül Dinçkök ise su altı fotoğrafçısı.
Geçenlerde Taviloğlu koleksiyonu sergisinde bir eserini görmüştüm. Onu konuştuk.
İktidar medyası Erdoğansız davetlere hiç gitmez mi?
Medya dünyasından fazla kişiye rastlamadım.
Number 1 FM grubunun sahibi Ali Karacan, Oksijen Gazetesinin sahibi Zafer Mutlu, Ekonomi gazetesi yazarı Vahap Munyar, bağımsız dijital medyadan Şelale Kadak, sanat yazarı Elif Soyseven görebildiklerim arasındaydı.
İktidar medyasına gelince…
O kanattaki yeni nesil gazetecileri tanımadığım için kimse var mıydı bilmiyorum.
Hürriyet’ten Sedat Ergin davetliymiş ama o gece televizyon programı olduğu için katılamamış.
Demek ki davet ediliyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan olmadığı zaman etrafta pek görünmüyorlar nedense.
Hayatın sadece siyasetten ibaret olmadığını bir gün onların da anlayacağını umarım.
Milliyet’ten Güneri Cıvaoğlu’nu bu davetlerde mutlaka görürdük.
Gece boyunca Güneri Bey’i andık.
Yeri kolay kolay doldurulamayacak gibi…
Serenay Sarıkaya’yı hiç bu kadar güzel görmemiştim
Benim için gecenin hoş sürprizlerinden biri Serenay Sarıkaya’yı görmek oldu.
Yanılmıyorsam onu en son Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde Alice müzikalinde seyretmiştim.
Oyundan sonra kuliste sohbet etmiştik.
Her zaman ilgiyle izlediğim bir oyuncu.
Önceki akşam salona öyle bir ışıkla girdi ki…
Eminim benim gibi çok sayıda insan etkilenmiştir.
Üstünde siyah kısa bir elbise vardı. Kilosu, fitliği olağanüstüydü.
Onu hiç bu kadar güzel görmemiştim diyebilirim.
Gülse Birsel’den son haberler: Tiyatro oyununu bitirmek üzere
Davetlerde Gülse Birsel’le sık sık karşılaşıyoruz.
Önceki akşam beni görünce “Oo Özkök’süz bir davet olur mu hiç” diye takıldı.
İtiraf edeyim Gülse Birsel’i her gördüğümde mutlu oluyorum.
Cem Yılmaz gibi onun da yaptığı her şeyi beğenerek izliyor, okuyorum.
Enerjisine, ışığına, zekasına hayranım.
Bu defa daha sade bir kıyafetle gelmişti.
Yüzünde çok az makyaj vardı ve şunu söyleyeyim.
Gülse makyajsız da çok güzel bir kadın…
Yaptığı işlerdeki başarı duygusu eminim onu daha da güzelleştiriyor.
Şu sıralar bir tiyatro oyunu yazıyormuş.
Kasım ayında bitecekmiş.
Müzikli bir oyun olacakmış ama müzikal değilmiş.
Öyle büyük değil daha küçük tiyatro salonları için bir oyun yazıyormuş.
Merakla bekliyorum.
Creme de la Creme Londra’daki IKSV gecesine hazırlanıyor
Gecede bir de haber aldım.
İstanbul’u Creme de la Creme’i önümüzdeki günlerde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Londra’da düzenleyeceği bir geceye fokuslanmış durumdaymış.
Davette Erol Evgin sahne alacakmış..
İyi seçim. Buna sevindim ama biraz da şaşırdım.
Demek ki IKSV klasik ve cazdan sonra daha popüler müziklere de iniyor.
Londra gecesinde hep bir ağızdan “Seni düşündüm bu akşam yine…” diye başlayan “Hani ıssız bir yoldan geçerken, hani bir şarkı söyler içinden… İşte öyle bir şey” nakaratlarını dinlemek hoş olacak herhalde…
Güzel bir şey…
Aklıma getirdikleri için dün bol bol Erol Evgin dinledim.
Gerçekten çok iyi geldi bana…
Autoban binanın girişinde harika bir mekan yaratmış
Refik Anadol’un dijital eserinin açılışından sonra eğlenceli bir gece başladı.
Sabancı Merkezi’nin giriş katı çok güzel düzenlenmiş.
Autoban Mimarlık yapmış.
Harika bir mekan ve hava yaratmışlar.
Autoban’ın İstanbul Hilton’un renovasyon projelerini ve gerçekleşen bölümlerini çok beğenmiştim. Yaptıkları işler çok hoşuma gidiyor.
Böyle davetler için harika bir müzik üçlüsü dinledik
Gecenin geri kalanında harika bir üçlü müzik yaptı.
Bu müzik benim için gecenin en güzel sürprizlerinden biriydi.
Çünkü “Epik Şov” adlı bir ikili yaptı müziği.
Bir DJ (Bartuğ Sayılı) ve trompet çalarak şarkı söyleyen Merih Ermakastar’dan oluşan ikili hepimizi eğlendiren harika bir müzik yaptı .
Bir kadın solistleri var sanıyordum meğer orada mikrofon uzattıkları bir kadın davetli de katılmış.
O da harikaydı.
Bildiğimiz Türk pop şarkılarını çok güzel çaldılar.
Bence böyle davetler için çok iyi bir müzik bu.
Galiba Türk-Amerikan Dernekleri’nin bu ay sonunda New York galasına da davet edilmişler.
Refik Anadol’un eşine saygısı beni çok etkiliyor
Salona ilk ayak basışımda kırmızı halı üstünde Refik Anadol ile birlikte fotoğraf çektirdiğimiz andan itibaren bir şeyi hemen farkediyorsunuz.
Refik Anadol birlikte çalıştığı eşi Efsun Erkılıç’a karşı insanı çok etkileyen bir saygı içinde.
Eşi genç kızlık soyadını kullanıyor.
Bunu daha önce Ayşe Arman’a verdiği mülakatta hissetmiştim ama önceki akşam bizzat tanık oldum.
İkisi de mütevazı, sempatik, saygılı insanlar.
Bu arada, arada bir şeyi okudum.
Efsun Erkılıç’ın annesi Yasemin Boran’mış…
Yasemin Boran Hürriyet’in astrolog yazarıydı.
Benim dönemimde başlamıştı.