Başarısızlık en kısasından belirli bir hedefe ulaşamama durumu. Ve tabii başarısızlık, motivasyonu düşürse de dayanıklılık ve yeni stratejiler geliştirme konusunda insana yeni kapılar açan da bir fırsat. Öğrenme, büyüme ve gelişim sürecinin de ayrılmaz parçası.
Peki, başarısızlıklar nasıl algılanıyor, nasıl dersler çıkartılıyor.
Hadi gelin bazı örnekler ile başarısızlık hikâyelerine bakalım.
İlk örnek benden gelsin.
Kurumsal bir şirkette çalışırken çok heyecan ve gurur duyarak başladığımız bir projenin hikâyesi bu… 29 Ekim için Atatürk’ün AI uygulamasını hayata geçirmek için yola çıkmıştık. Hedefimiz dijital ekranlar üzerinden bir yazılım ile ekranın karşısına geçen kişilerle Atamızın (tanımladığımız kapsamda) sohbet etmesini sağlamanın yanı sıra tavsiyelerinin ilk ağızdan duyulmasına ortam yaratmak idi.
Projenin ne kadar derin ve aşamalı olabileceğini bilmemize rağmen 29 Ekim’e dört ay kala işe giriştik. Ve tabii 29 Ekim projesi hızla 10 Kasım projesi oldu ve ardından 19 Mayıs, 23 Nisan diye ertelemeler devam etti. En son “Cumhuriyetin 100.yılı projesi olsun” dedik.
Tüm emek ve isteğe rağmen proje hayata geçemedi
Türkiye’de o dönem henüz yapılmamış bir uygulamayı hayata geçirme amacımız vardı, ama karşımıza düşünmediğimiz kadar çok farklı aşama çıktı ve sonuçta profesyonel bir şirket, ekip olmamıza rağmen ciddi anlamda başarısız olduk. Projenin her toplantısında çözülmesi gereken yepyeni konular ile karşılaştık. Atatürk’ün yüzünün, farklı yanıtlar ve söylemler için yüz ifadesinin, vücut duruşunun ve en önemlisi sesinin en doğrusu olsun diye çok ciddi emek harcadık. Maalesef tüm emek ve isteğe rağmen proje hayata geçemedi.
Projeyi hayata geçirebilseydik büyük ses getirecek bir fikir olduğunu düşünüyorum halen. İş hayatında gurur duyulacak işler hanesi vardır ya, işte tam öyle bir proje olacaktı. Duygusal tatmini dışında çok konuşulacaktı, ödüller alacaktı. Ama olamadı.
Hiçbir proje hafife alınmamalı, kolay sanılmamalı
Doğru iş ortağı seçmeme, üst yönetim baskısı nedeniyle doğru planlama yapamama, Atatürk gibi bir figürü hayata geçirmek için gereken aşamamaları doğru hissedememe, teknik ekip dışında farklı iş ortaklarını proje içine doğru zamanda almama gibi pek çok hatamız oldu. Olumsuz bir deneyim olarak görülse de, öğrenme ve gelişim için önemli fırsatlar sundu bize. En önemlisi üst yönetimin hadi yapalım, hemen yapalım taleplerine karşı durmanın, işi kolaymış gibi görmemenin önemini anlamak oldu diyebilirim. Üst yönetim olunca her zaman doğru karar ve yönlendirme verilir sanılıyor, hâlbuki onlarda insan. Duyguları olan, hata yapabilen insanlar. “Baskı” en bilgi, en akıllı, en istekli çalışana bile çok kolay hata yaptırabiliyor. Bu işin özeti; üst yönetim bazı özel projeler için hadi hemen dememeli, çalışma ortamı gerçekten demokratik olmalı ve çalışanlar kendilerini özgürce ifade edebilmeli. Hiçbir proje hafife alınmamalı, kolay sanılmamalı.
Bu arada merak eden olursa; proje başarısız oldu ama bu başarısızlığın yükü ekipten kimsenin omuzuna kalmadı. Üst yönetimin adil bakış açısı sayesinden kimse sonuçtan zarar görmedi.
Yaşamadığım ama sektör büyüklerimden çok dinlediğim ders niteliğinde bir örnek…
Bir kadın çorap markası lansman yapıyor. Ama öyle bir lansman ve reklam kampanyası yapılıyor ki tüm Türkiye’yi bir anda etkisi altında alıyor. Hatta bu iletişim kampanyası gelecekte tüketim toplumu olacağımızın da sinyallerini veriyor. Markanın hedefi net, çok kaliteli hammaddeyle, ince iplikli ama kaçmayan bir kadın çorabı üretmek. Ürün raflarda yerini alıyor, iletişim kampanyası başlıyor ve satışlar patlıyor. Ancak aşırı iddialı tanıtımlara paralel ürün kalitesi maalesef ki müşteri beklentilerini karşılayamıyor, aynı paketten farklı renk veya farklı bedende çoraplar çıkıyor ya da kalite kontrolü yapılmayan ürünler tüketiciye ulaşılıyor. Sonuçta marka imajı zedeleniyor ve şirket batıyor. Sonuç hüsran.
Çok başarılı bir iletişim kampanyası ama başarısız bir üretim süreci. Tüketicinin toleransı bir noktaya kadar ve bir kez hayal kırıklığı yaşadığında markaya olan güven kolayca kaybediliyor. Marka, tüketici karşısına hazır olmadan çıkılmaması gerektiğini de acı bir yol ile öğreniyor.
Bu örnek, pazarlama ve ürün kalitesi arasındaki dengenin ne kadar önemli olduğunu mükemmel bir şekilde özetliyor. Başarılı bir iletişim kampanyası, tüketicinin dikkatini çekebilir ve satışları artırabilir; ancak ürün kalitesiyle desteklenmediği takdirde bu başarı sürdürülebilir olmayacaktır.
Ve son örnek de popüler dünyadan gelsin…
Dilan Polat. Bu yazının konusu onun suçlu veya suçsuz olması değil. Yazının konusu Dilan Polat iletişimi. Dilan Polat, kendisini iş insanı, sosyal medya fenomeni olarak tanımlıyor. Ben buna sosyal medya bağımlısını da ekliyorum. Sosyal medya üzerinden bu kadar çok, aşırı lüks, kimi zaman sert ve eleştirel bir dil ile paylaşım yapmasaydı belki bazı kurumların dikkatini üzerine çekmeyecekti (Bu arada iyi ki ilgili kurumların dikkat çekti). Paylaşımları ve söylemleri, çoğunlukla kamuoyu tarafından eleştirilen Dilan Polat, başarılı bir kişisel marka oluşturmanın yanı sıra etkili iletişimin, paylaşım içeriklerinin ve sıklığının da ne kadar önemli olduğunu gösterdi bize. Dilan Polat’ın örneği, bireysel, kişisel markaların da iletişim stratejilerinin dikkatle planlanması gerektiğini ve bu stratejilerin kamuoyu ile etkileşimde ne denli önemli olduğunu vurguluyor. Bu platformdan Dilan Polat’a bir çağrı yapmak istiyorum. Hadi Dilan, milyonlarca takipçinle birlikte ülkemize faydalı içerikler üreterek bir değişim ve dönüşüm hikâyesi yarat. Belki böylece vicdanını da bir nebze olsun temizlersin.
Ve son cümle; başarısızlığı bir son olarak görmemek lazım. Başarısızlık belki de yeni bir başlangıçtır. Her bir deneyim sizi daha dayanıklı ve bilgili bir birey haline getiriyor. Yaşanan her başarısızlık gelecekteki başarılarınız için bir basamak olabiliyor. Önemli olan hatalardan ders alarak ileriye doğru emin adımlar ile yürümek.