Kankam diyebileceğim, New York’ta master yaparken nice film deneyimini birlikte yaşadığım arkadaşım Canan ile film festivali günlerinde yapışık kardeş gibiyiz.
Ben New York’ta iç mimari masteri yaparken Canan da sinema enstitüsünde dersler alıyordu. O günlerde şehirde sinema üstüne ne tartışma hangi panel olursa olsun birlikte izlerdik ve ben onun uzmanlığından daima yararlanırdım.
Dediğim gibi son günlerde Canan ile neredeyse birlikte yaşamaya başladık (Merak edenlere söyleyeyim daha önce yaşamış olduğum lezbiyen ilişki Canan ile değildi).
Festival bağlamında gördüğümüz filmler gayet tabii ki sohbetlerimizin ana konusu..
Ama uzman arkadaşımın aklı fikri Cannes film festivalinde. Her yıl giderdi o festivale de, ancak zamanlaması bence çok yanlış yapılmış bir estetik operasyonu nedeniyle bu yıl gidemiyor… Ama aklı hep orada.
Francis Ford Coppola’nın yıllardır üzerinde takıntılı şeklde çalışmakta olduğu ve Roma dönemine dair bir siyasi dramın günümüz New York’una uyarlandığının söylendiği büyük film arkadaşım gibi film sanatına gönül vermiş dünyadaki herkes tarafından heyecanla bekleniyormuş.
Canan eğer kendini biraz daha iyi hissederse ‘Megalopolis’in açılışına iki günlüğüne de olsa gideceğini filan söylüyor bu aralar.
Bir ‘Heaven’s Gate’ skandalını Coppola’nın da yaşamasından korktuğunu anlatıp duruyor.
Bu film skandalı 1980’lerde yaşandığından ben bunu ilk Canan’dan dinleyerek öğrenmiştim.
1980’li yıllar özellikle New York Times’ın film eleştirmeni Vincent Canby tarafından savunulan ‘auteur teorisinin’ film sanatı çevrelerinde tartışıldığı yıllarmış.
Yönetmenlerin klasik büyük roman gibi filmleri de ‘yazdığını’ savunan bu teori Fransa’dan alınmış ve New York’ta da bir hayli taraftar bulmuş. Temelde filmi roman, yönetmeni de roman yazarı olarak gören bu auteur teorisine dönemin etkili film eleştirmeni New Yorker dergisi film yazarı Pauline Kael güçlü şekilde karşı çıkıyormuş. O yıllarda onun Canby ile tartışmaları neredeyse basketbol karşılaşmaları kadar ilgiyle izleniyormuş şehirde.
Michael Cimino dönemin yıldızı hızlı yükselen yönetmeniymiş. Anladığım kadarıyla bu Cimino büyüklük kompleksi de yaşadığından olsa gerek o güne kadar denenmemiş büyüklükte bir büyük film yapmaya girişmiş.
Ve böylece Heaven’s Gate filminin acıklı macerası başlamış,
Filminde Cimino tarihi olayları tüm detayıyla anlatmaya giriştiğinden, her karakterin yaşadıklarına eş değerde önem verdiğinden sonuçta bir türlü ucu toparlanamayan, ana fikine bir türlü dönemeyen bir uzun film ortaya çıkmış.
Milyonlarca dolar harcanmasına rağmen film sinemalarda gösterilecek hale getirilememiş. Ve bu olay ‘auteur’ teorisine büyük darbe vururken Cimino’nun kariyerinin de sonu olmuş.
Ancak film yıllar sonra yeniden edit edildikten sonra beğeni de kazanmaya başlamış, hatta BBC Culture bu filmi en iyi 100 Amerikan filmi sıralamasında 9’uncu sıraya bile koymuş.
Ama büyüklük kompleksi nedeniyle daha önce vurulmuş ağır darbenin telafi edimesi mümkün olamamış.
Coppola’nın son derece ciddi bir hayranı olan ve bu nedenle New York’tayken sadece onun ürettiği şarabı içen arkadaşım şimdi Cannes’ta gösterildiğinde Megalopolis’in başına da Heaven’s Gate’e olanların gelmesinden korkuyor.
Canan da ben de büyük yönetmen Coppola’nın Magnum Opus’unun ona yakışan bir ‘The End’ olmasını istiyoruz.
Canan eğer filmi görmek için Cannes’e giderse merakımı tetiklediğinden ben de onunla gitmeye karar verdim.