Bugün anlatacağım insan türü herhalde her ülkede vardır. Ama bizde bunların sesi nedense daha çok duyuluyor gibi. Bir ihtimal bizde insanın içini karartan konuşmalardan özellikle zevk alındığından bunların sesi daha fazla duyuluyor olabilir.

Gündelik hayatımızın zaten sevimsizleştiği, her şeyin grileştiği bir ortamda bu tipler ne zaman grilikten kurtulmak için özel bir gün varsa, o gün çok bilmiş, bizlere ahlak dersi veren  konuşmalar yapar. En son sevgililer gününde de ortaya çıkıverdiler. İster yılbaşı  olsun ister sevgililer günü, bu tipler aynı söylevi duyurmak ister size hep nedense.

Biz sanki bilmiyormuşuz, bunu sanki kendi başımıza düşünemezmişiz gibi o özel günde aslında sizin sadece kendinizi dolduruşa getirmekte oluğunuzu, o günün aslında özel hiç bir şey olmadığını ve kapitalist sistemin o günün özel olarak tanımlanmasını sadece daha fazla tüketim için desteklediğini filan anlatırlar. Konuşur da konuşurlar. 

Elinizin körü, biz bunları  bilmiyoruz da duymak için özel olarak size ihtiyacımız var sanki. Biz bunların farkında değilmişiz gibi, muazzam gizli bir bilgiye bir tek kendileri ulaşmışcasına, gri ortamda kendine biraz gülümseme biraz neşelenme imkanı yaratmaya çalışan insanların ruhunu daha da karartmaktan özel zevk duyuyormuş gibi mırıldanırlar hep.

Bunun son örneği sevgililer günü öncesindeydi:

Tüketiciler Konfederasyonu (TÜKON) Genel Başkanı Aziz Koçal 14 Şubat Sevgililer Günü nedeniyle birçok sektörde özel kampanyalar ve indirimler yapıldığını belirterek Sevgililer Günü’nün sadece tüketmek için ilan edildiğini ve tüketimi körüklemek amacı taşıdığını söyledi.

Eh, biliyoruz, hiçbirimiz keriz değiliz, sevgililer gününün gökten zembille indiğini filan kimse düşünmüyor zaten. Buna rağmen yılbaşında olduğu gibi senede bir gün kendimize biraz  cilveleşme, neşelenme yolu açarak aldığımız hediyeye de sevinmek istiyoruz. Bir rahat bırakın bizi ya, yakamızdan düşün de kendimizi istediğimiz gibi, ahlak dersleri filan almadan biraz dolduruşa getirelim, suratımıza biraz gülümseme gelsin.

Belki biliyorsunuz ben master için New York’ta Parson’s School of Design da okudum. Okulumuzun çok yakınında New School for Social Research vardı. Bu okul marksist hocaları ve dersleriyle tanınır. Ben de o günlerde sanat ve kültür ile çok ilgiliydim ve hem sanatta hem kültürde marksist görüşlere ilgim büyüktü. Okulumdaki derslerden sonra akşam bazı dersleri misafir olarak izlemek için New School’a da giderdim yürüyerek. Derste özellikle Raymond Wiliams ve Terry Eagleton’u öğrenmekten çok keyif almıştım.

Kültürel marksist olmuştum bir ara. Siyasi yönüyle bir ilgim hiçbir zaman olmadı, marksizm ile sadece kültür düzeyinde ilgiliydim. Toplu halde yapılan hiçbir eyleme saygı duymadığımdan ne işçi sınıfına inanırım ne de birey olsak tanıdığım işçilerden pek hoşlandığımı söyleyebilirim. 

Ancak bütün saygıma rağmen kültürel marksizmden vazgeçmem de yine bu yazıda anlattığım bazı  tipler nedeniyle oldu. Her özel günde yine ortaya çıkıp sistem eleştirileri  ve kapitalist sömürü söylevleri verdiklerini duyunca kültürel marksizme de lanet olsun deyiverdim.

Sevgilim de arada entelektüel konuşma yapmayı sever. Bir defasında yılbaşı yaklaşırken  kapitalist sistemin tüketimi pompalama dürtüsünden filan bahsedince ben sesini hemen kesmezsen seni eve gidince cezalandırırım dedim. Ama baktım bunu duyunca fetişistik duyguları artmış gibi heyecanlandı ve beni daha da sinirlendirmek için konuşacak gibi göründü gözüme. Sonra eğer hemen susmazsan gece bana hizmet etmek için gelmeni yasaklayarak ceza veririm sana dedim ve tabii ki anında sustu. Onu kolay  sustururum nasıl olsa benim kontrolüm altında ama diğerlerini ne yapacağız bilmiyorum. Galiba en iyisi hiç yokmuşlar gibi davranmak.