New York’ta Parson’s School of Design’da öğrenim gördüğüm yıllarda en büyük keyiflerimden biri sabah New York Post gazetesiyle bir kafeye gidip latte eşliğinde gazetenin altıncı sayfasını okumaktı. O günlerde Columbia Üniversitesinde gazetecilik okuyan arkadaşlarım bu sayfanın meşhur olduğunu ve bu yüzden dedikodu gazeteciliğinin bir diğer adının da altıncı sayfa olduğunu bana anlatmıştı.
Dedikodunun gündelik yaşamda çokça yapılmasına rağmen gazete sayfalarında küçümsendiği ve neredeyse aşağılandığı bir ülkeden geldiğim için bu durum hayli ilgimi çekmişti o günlerde.
Metro istasyonu üniversitenin kapısının önünde olduğundan o arkadaşlarımı zaten çok sık ziyaret ediyordum. Benim okulum Downtown’da caddenin üzerinde olduğundan Columbia gibi muhteşem bir kampüs ve klasik eski tarihi olan üniversite görünümü yoktu Parson’s’ta. Ben de bu özlemimi Columbia ziyaretlerimde gideriyordum.
Havanın uygun olduğu bir gün kahvelerimizi alıp okulun bahçesinde çimenlerinin üstüne oturduk, bana altıncı sayfayı biraz anlatmalarını istedim arkadaşlardan.
Sayfanın başarısının en önemli nedeninin dedikoduyu aynen ekonomi veya siyaset gibi meşru ve ciddi yapılması gereken bir gazetecilik dalı olarak görmesinde yattığını söylediler.
Bu yüzden gazetenin içinde nasıl siyaset ve ekonomi veya teknoloji birimleri varsa bir de ayrı dedikodu bölümü de varmış.
Bu bölümün başında bir müdür ve ayrı bir istihbarat şefi ve muhabirler bulunuyormuş. Nasıl ki siyaset bölümü her haberi birkaç kaynaktan doğrulamak ile yükümlüyse dedikodu bölümünde de muhabirler aynen bunu yapmak zorundaymış.
Bir sortide veya yemekte duyulan bir söylenti ancak bu süreçten geçtikten sonra dedikodu haberi olarak kabul edilip müdürlere sunuluyormuş.
Altıncı sayfa işi böylesine ciddiye aldığından çıkardığı haberler de öylesine enteresan ve sürükleyici olabiliyormuş.
Bizde gazete yönetimleri bir türlü dedikoduyu ayrı bir meşru dal olarak ciddiye almadıklarından ve altıncı sayfanın yaptığı gibi bir örgütlenmeye gitmediklerinden bence gerçek dedikodu gazeteciliği de Türkiye’de maalesef oluşamıyor.
Buna niyet olduğunda mutlaka ayrı bir bölüm oluşacak ve Müge Dağıstanlı gibi tecrübeli bir isim bölümün başına getirilecek, onun da muhabirleri olacak. Bu şimdilik bir hayal olabilir ama doğrusu da işin öyle yapılması galiba.
Şimdi ise magazin dünyasını yazan gazeteciler sadece kendi bağlantılarına güvenerek yazmak zorunda. Bu böyle olunca da bazen kulağa gelen bir söylenti tam dedikodu haberi olmadan yazılmak zorunda olabiliyor.
Bence bir süre önce televizyon sabah magazin programlarında yaşanan sunucu değişiklikleri bir arayış krizinin sonucuydu. Eğer bu arayış sürerse onların da Columbia üniversitesinde anlatılan dedikodu yazarlığı düzeyini ve türünü bulacaklarına inanıyorum ben. İnşallah diyelim ve bekleyelim bakalım.