Bodrum sonrası İstanbul’daki normal rutinime dönmeye çalışıyorum. Sanki yıllardır Bodrum’daydın da bu mu şimdi sorun demeyin.
‘Şunun şurasında 10 güncük yoktun hangi rutinine soğumuş olabilirsin ki’ diye sorabilirsiniz. İlke olarak haklısınız ama dönüş sonrası yazdığım ilk yazıdaki sorunlarına rağmen Bodrum havasıyla suyuyla insanı hala sadece bir günde ruhen dönüştürebiliyor.
Bodrum’a varır varmaz sanki bir gün önce İstanbul’da değilmişsiniz gibi alışık oluğunuz günlük rutinlerinizi baştan aşağı yeniden tanımlamaya ve Bodrum’a uygun hayat tarzına geçmeye başlıyorsunuz.
Hem yerli halktan tanıdıklarım, hem de yıllar önce Bodrum’a yerleşenlerden gördüğüm, Bodrum’a özgü olduğuna inandığım hayatı sakin ve yavaş yaşama alışkanlığı bence insanın yaşlanmasını bile yavaşlatan bir durum. Arkadaşlarımın yaşlanmalarını yavaşlatmış olduğunu orada bizzat gördüm ve açıkça söyleyeyim onları kıskandım bayağı.
İnşallah şu anda hepimizin eleştirdiği fiyatları nedeniyle Bodrum yavaş ve sakin olmayı, insanı bu hayat tarzına çağıran niteliklerini yeni oluşan stresleri nedeniyle kaybetmez. Bunun olmaması için ben üstüme düşenleri yapacağım ve arkadaşlarımla örgütlenerek Bodrum hayat tarzı dediğim güzelliğini korumak ve bunu yaygınlaştırmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız.
Gerçi ben Bodrum’a tam tatil için değil de ‘Ne olacak bu Bodrum’un hali’ sorusuna tanıdığım herkesle cevap aramak için gitmiştim. Ama kendime verdiğim bu işe rağmen ruh halimi İstanbul etkisinden hemen arındırmaya giriştim gider gitmez. Kendime hemen bir Bodrum rutini oluşturdum.
Örneğin ben İstanbul’da hem gündüz hem de gece hangi kanalda bulursam bulayım yemek programlarını hiç kaçırmaz ve bunları neredeyse profesyonel bir ilgiyle takip ederim.
Bodrum’da da bunu yapmaya girişmek tabii ki sadece vakit kaybı değil Bodrum havasından, tarzından beslenmeye ayrılacak kıymetli zamanı da harcamak anlamına gelecekti.
Televizyonu neredeyse hiç açmadım, ama Bodrum’un geleceği için ne yapılabilir amacım doğrultusunda o anda Yunan adalarında neler yapılıyor ve neler popüler ve bizde eksik olanlar nedir diye anlamak için internet başında zaman geçirdim.
İstanbul’da seyrettiğim yemek programlarında ne yemek yiyorlarsa yesinler, o yemek bizlere ona eşlik edecek içkileri ne kadar çağrıştırırsa çağrıştırsın, yasaklar nedeniyle sunucu ne yediği restoranın adını vererek tavsiye edebiliyor ne de ekranda içki içebiliyor.
Eğer bizler her biri cennet olan kıyılarımızın turizm açısından anlamlı bir geleceği olmasını istiyorsak bu gibi aptalca yasakları bir an önce kaldırmalıyız.
Örneğin ben Ayhan Sicimoğlu’nun yemek ve gezi programlarını pek severim ve İstanbul’dayken onları kaçırmadan izlerim. Düşünsenize adamcağız İtalyan yemeklerini seviyor, ayrıca da bir Ege aşığı. Programlarında bir defa bile nerede yediğini söylemedi. Masasında mutlaka bulunması gereken bir şarap, bir rakı içebildiğine bir defa bile rastlayamadık bu yasaklar ortamında.
Bu yasakların Türk içki sektörüne ve restoranlarına ne kadar büyük darbe olduğunun acaba kimse farkında mı? Farkındaysa o zaman da bu kimsenin umurunda mı?
İçki ve yemek tanıtımı olmadan kaliteli turizm olamaz. Olimpiyat sürerken baktım, Türkiye için verilen reklamlarda yemeğimiz vurgulanıyordu ama tabii ki içkilerimiz yoktu.
Dedim ya, Yunan adalarının ne yaptığına da baktım Bodrum’dayken. Baktım ki adamlar sadece Uzo’ya dayanarak tanıtım yapabiliyor. İçkiyle birlikte adalarındaki restoranların adlarını vererek de duyuruyorlar.
Bunu zaten artık herkesin biliyor olması gerekir. Ülkemize gelen turist mutlaka şaraplarımızı tadıp tanımak ve deniz kenarında bir kadeh de rakı içmek ister. Bunlar hiçbirimiz için çok büyük sürpriz değil ama bunu yasakla engellemek sadece kendimize zarar vermektir. Bunun da farkında mıyız bilemem. Oysa biliyoruz ki özellikle şarap sektörümüzün büyük potansiyeli var. Bunu tüm dünya biliyor, bir tek bizler bilmezmiş gibi davranıyoruz sanki. Oysa sektörün önü açılsa, bazı yasaklar kalksa bunun hem tarım sektörüne hem de turizme büyük katkısı olacağını görmeliyiz.
Şimdi sakın şaşırmayın ama Şeyma Subaşı’nın, evet Şeyma Subaşı’nın yaşadığı son bir olay bunun olabileceği yolundaki umudumu maalesef azalttı.
Okuduğum haber şöyleydi:
‘Geçtiğimiz günlerde Instagram reklam kurallarına uymadığı için 550 bin TL ceza yiyen Subaşı küfürlü paylaşımıyla herkesi şaşırttı.
Şimdilerde Bali’de tatil yapan Şeyma Subaşı kaldığı otelin saunasında bikinili paylaşım yaptı. Ticaret Bakanlığı’ndan aldığı cezaya sinirlenen Subaşı paylaşımında “Reklam değildir a…” ifadelerini kullanarak şaşkına çevirdi. Küfürlü paylaşımıyla dikkat çeken Subaşı “Bir salın bizi artık” dedi.’
Küfür bölümünü bilmem ama benim asıl anladığım, Şeyma’nın cezayı kaldığı otelin ismini verdiğinden yediğidir.
Bugüne kadar Şeyma ile hiçbir konuda aynı fikri savunacağımı sanmazdım ama gerçekten de ‘salın bizi artık.’ Televizyonda içki görmek ve hakkında yazmak, yediğimiz içtiğimiz yerlerin adını vermek artık serbest olsun, düşün başımızdan artık, biz gereğini yaparız.
Bu arada Yalıkavak’tayken beni gördüğü halde bir selam bile vermeyen Ayhan Sicimoğlu umarım aslında kendi programının geleceği için yapmakta olduğum bu iyiliği unutmaz da bir dahaki sefer Yalıkavak’ta olduğumda deniz kenarında birer kadeh eşliğinde sektörün geleceği hakkında onunla sohbet ederiz.
Malum, bir kadeh şarabın da kırk yıl hatırı olabilir.