Hayat bana çok güzel bir sanat öğretti…
“Abartmak…”
Bazen duygularımı anlatabilmenin en güzel ve etkili aracı, dili oluyor abartmak…
Duygusal kifayetsizliğimin tek ilacı bu…
“Seviyorum” demek asla yetmiyor, “Geberiyorum, ölüyorum” demem lazım kendimi anlatabilmem için.
Bu fotoğrafa bakarken de işte böyle bir ruh halindeyim…
Karanlık günlerde bir avuç kirlenmemiş gökyüzü
Kadın Milli Takımımız önceki akşam ABD’nin Teksas eyaletinde, Arlington şehrinde ABD ve Çin gibi iki süper devleti yenerek birinci oldu.
Bu karanlıklar içinde özlediğimiz bir avuç kirlenmemiş gökyüzünü gördük onların sayesinde.
Bu gördüğünüz kare ise , bu şampiyonanın Haziran’da Antalya’da oynanan ayağında çekildi.
Hayatım boyunca gördüğüm en güzel spor fotoğrafı bu…
O nedenle anlatmak, coşkuyla, abartarak anlatmak istiyorum.
Tanrının eli insan bedenine, sporunki ise aklına değince
Ne görüyoruz bu fotoğrafta…
İnsan bedeninin mükemmelliğini görüyoruz…
Tanrı’nın yarattığı bu beden, insan aklı, azmi, disiplini ve sporla bir araya gelince bu mükemmelliğin nasıl ideal estetiğe dönüşebileceğini anlatıyor.
Önümüzde olağanüstü bir dans var…
Bir de, insan bedeninin, konsantrasyon ve spor tekniği ile birleşince, nasıl mükemmel bir koreografi ortaya çıkardığını görüyoruz.
Sanki Tanrı’nın eli, bir koreografın eli haline gelmiş ve önümüze Bolşoy’dan, Marinski’den çıkmış büyüleyici bir dansı getirmiş.
Olimpiyat ruhunun halkaları kadına ve erkeğe ne diyor?
Olimpiyat ruhunun halkalarını…
“Citius-Altius-Fortius…”
Daha hızlı-Daha yüksek-Daha güçlü…
Gözünü daha yukarı yükselmeye, daha hızlı koşmaya, daha güçlü olmaya dikmiş bir kadının bedeni var önümüzde…
Bu beden, bu azim, bu motivasyonun üzerinde Ayyıldızı görünce, o bileşim hepimizin ruhunda en az Olimpiyat hedefleri kadar güçlü bir manaya bürünüyor.
Gregor Samsa ızdırabı çeken kadının smaçı
Evine kapanmaya zorlanan, aşağılanan, iş yerinde, toplumsal hayatta hep geri plana itilmeye çalışılan, ezilmeye mahkum edilen, tecavüz edilen, taciz edilen…
Bütün bunlarla ezilemeyince de, öldürülen bir kadının “Ben işte varım ve buradayım” çığlığını işitmiyor musunuz bu karede…
Biat ve yandaşlığın çizdiği bir vasatlık coğrafyasında, milyonlarca kadının her sabah yatağından, sırtındaki kabuğu yaralı bir Gregor Samsa gibi ızdıraplarla, düş kırıklıkları ile uyandığı bir dünyada yükseklere fırlamış bu kadının smacı, yıldırım topu haline geliyor ve zalim ve hödük erkek dünyasının kafasında patlıyor.
Tıpkı Cannes’da dünyanın dev oyuncuları arasında en iyi oyuncu ödülünü alan sanatçımız Merve Dizdar gibi o da size “Bu kadınlar oldukça bize kimse diz çöktürtemez” duygusunu vermiyor mu?..
Söyleyin, haksız mıyım bu fotoğrafı, hayatta en iyi bildiğim ifade biçimi olan abartma sanatı ile anlatmakta…
Çoğumuzun üzerine çökmüş vasatlığın diliyle, normaliyle bunu anlatmak mümkün mü sizce…
‘Yüz Kıvılcım’ denen kasabada doğan 12 yaşındaki kız çocuğu
Şimdi gelelim bu mükemmel fotoğrafta görünen ve görünmeyen kadınlara…
Yukarı doğru fırlamış, adeta uçarak topa vurmaya hazırlanan sporcumuzun adı Melisa Vargas…
Şampiyonanın “En Değerli Oyuncusu” seçildi.
16 Ekim 1999’da Küba’nın Cienfuegos şehrinde doğdu.
Küba’nın güney sahilindeki aynı ismi taşıyan eyaletin başkenti.
Ama başkent dediğime bakmayın, nüfusu 164 bin olan orta boy bir Anadolu kasabası gibi…
Şehrin adının anlamı “Yüz Ateş” demek.
Siz ona “Yüz kıvılcım” da diyebilirsiniz.
Bu kız bana 102 yaşındaki Edgar Morin’i hatırlattı
Oniki yaşında voleybol oynamaya başladı.
19 yaşında ise Fenerbahçe’ye geldi.
Anlayacağınız, o bugün Türkiye Milli Takımının göçmen bir oyuncusu…
Fransa’nın bu yıl 102 yaşına basan büyük düşünürü Edgar Morin, 1980’li yıllarda şöyle bir şey demişti:
“Gerçek medeniyetler ancak kozmopolit toplumlarda mümkündür…”
Ben de diyorum ki;
“Gerçek büyük milli takımlar ancak kozmopolit yapılarda mümkündür…”
Geliyorum bu fotoğrafı gözümde bu kadar önemli kılan asıl güce…
Geliyorum ikinci karede gördüğümüz kadınlara
Melissa Vargas’ın bu şahane smacının yanına ikinci şahane fotoğrafı koyuyorum şimdi.
Voleybol bir takım sporudur.
Takımdaşlığın, futboldan çok daha güçlü, egoların ise, iki adım geri çekilmek zorunda olduğu bir spordur voleybol.
Peki nedir öyleyse beşinci defa Milletler Ligi finallerine kadar yükselme başarısı gösteren kadın voleybol takımımızın sırrı?
Sadece bir kadın değil elbet.
Kaptanımız Eda Erdem, Ebrar Karakurt, Zehra Güneş ve bütün öteki oyuncularımız…
İşte bütün bu isimler yan yana gelince Milli Takımımızı başarılı kılan en büyük gücün sırrını da açıklıyor.
Çeşitlilik ve farklılık…
Ve sahip oldukları farklılıkları savunmak için geliştirdikleri özgüven…
Zafer kutlamasındaki şarkı ve dansı gördünüz mü?
Takımızın Koç’u İtalyan…
Oyuncularımız, her biri sahip olduğu farklılığın bilincinde olan ve farklılıklarını aslanlar gibi savunan kadınlar.
O fark ve çeşitlilikleri ile oynuyorlar sahada.
Sonra da o harika videoda gördüğümüz gibi Türkçe oyun havasıyla, omuz omuza dans ediyor, kutluyorlar zaferi…
Onlar söylerken o Türkçe şarkı kulağımıza Bella Ciao gibi geliyor…
Milli… Ama yerli değil… Dombra değil Bella Ciao
Bayanlar Baylar…
Bakmayın son yıllarda kafalarımıza zorla yerleştirilen o “Milli ve yerli” laflarına…
Boş bir slogandır o…
Bu takımda millilik var ama yerlilik yok…
Daha doğrusu bize “Yerli” diye yutturulmaya çalışılan vasatlıklar yok.
Dombra’nın yeknesaklığı değil; bu ülkeye aşık güçlü bireylerin, farklı karakterlerin sağlam yoldaşlığın ve takımdaşlığın harmonisi getirdi bu zaferi…
O yüzden kulağımıza “Bella Ciao” gibi geliyor bu şahane oyun havası…
O yüzden yerliymiş değilmiş hiç önemi yok.
O şahane gecede şu bölünmüş ülkenin bütün yüreklerini birleştirdi ya…
Bu iki fotoğraf işte o mucizeyi anlatıyor.