Son zamanlarda medya dünyasında Brandi Glanville’nin yaşadığı zorlu süreç konuşuluyor. Güzeller güzeli kadın gitti, yüzünde enfeksiyon kaynaklı fena bir değişimle mücadele eden ve bu süreçte yalnızlık hissiyle baş etmeye çalışan bir kadın geldi. Yüzünün durumunun sebebi de belirsiz. Enfeksiyon mu, parazit mi, yanlış bir estetik cerrahi mi tam anlaşılmıyor. Tabii ki medya bu konunun üzerinde.

Oynadığı  Real  Housewives of Beverly Hills realite dizisi sonuçta karakterleri veya oyunculuğu değil, güzelliği, kıyafeti, absürd denecek kadar lüks yaşamları ön plana çıkarıyor. Modern çağda para, güzellik ve şöhret adeta birer idol haline geldiği için Real Housewives gibi yapımlar tam da bu hayallerin aynası olarak ilgi odağı oluyor. Hayatta böyle bir duruşu simgeleyince, yüzündeki deformasyonun etkisi de daha bir katlanmış olmalı. E ne demişler malına güvenme bir kıvılcım yeter, güzelliğine güvenme bir sivilce yeter.

Demi Moore’un yakın zamanda çektiği Substance isimli filmde yaşlanma ve fiziksel değişimlerin bir kadın üzerinde yarattığı baskıyı ele alması bu yüzden tesadüf değil. Modern toplum, özellikle kadınlar için, görünümü bir kimlik kartı haline getiriyor. Filmde Elisabeth Sparkle (Demi Moore) en iyi dönemini geride bırakmış eski bir şöhret ve aniden fitness TV şovundan kovulur. Daha sonra gizemli yeni bir ilaçla ilgili sunulan  bir fırsatla karşılaşır. Tek gereken bir enjeksiyondur ve geçici olarak muhteşem, yirmili yaşlardaki Sue olarak yeniden doğar. Tek kural? Zamanın bölünmesi gerekir: Bir vücutta tam bir hafta, sonra diğerinde bir hafta. İstisna yok. Mükemmel bir denge. Ne ters gidebilir ki?

Bu hikayeler hepimize çok tanıdık geliyor. Fiziksel görünüm değişikliklerinin bireylerin özgüveni ve ilişkilerindeki yakınlığı nasıl etkilediğini sıkça gözlemliyorum. Bu değişiklikler, yalnızca yüzümüzde ya da bedenimizde görülmüyor, aynı zamanda ruhumuzda da derin izler bırakabiliyor.

İnsan, “ben” dediği yansımanın değişmesiyle birlikte kim olduğunu yeniden sorgulamaya başlayabiliyor. Hepimiz aynaya baktığımızda kendimizi görmeyi bekleriz. Ama ya bir gün aynadaki yansıma değişirse?

İşte toplumun dayattığı gençlik, güzellik ve kusursuzluk algısı, bizi aynadaki yansımamızla bir savaş içine sokuyor. Fiziksel görünümdeki değişiklikler bazen doğal yollarla – yaşlanma, kilo alıp verme, doğum gibi – bazen de ani bir olayla – hastalık, kaza, ameliyat – hayatımıza giriyor. Ve bu değişiklikler, aynada gördüğümüz kişinin eskisi gibi olmadığını fark ettiğimiz o ilk anda bizi bir sorgulama sürecine sokuyor. Kimim ben? Beni tanımlayan şeyler neler? Ben artık bu yeni yüzle ya da bedenle sevilebilir miyim? Yaşlanmayı durdurma vaadiyle milyarlarca dolarlık bir endüstri yaratan modern dünya, aslında hepimizin derinlerde hissettiği bu korkudan besleniyor. Kırışıklık giderici kremler, botokslar, dolgu maddeleri, estetik ameliyatlar… Tüm bunlar, yavaşlaması mümkün olmayan bir süreci “dondurma” çabamızın ürünleri.

Görünüşümüzü değiştirerek sadece genç kalmayı değil, belki de kaybettiğimiz ya da yitirmekten korktuğumuz sevgiyi, ilgiyi ve kabulü yeniden kazanmayı umuyoruz. Arzulanmak istiyoruz.

Ve ne yazık ki, değişen görünüşümüz bizi bu hissin elimizden alınabileceği korkusuyla baş başa bırakabiliyor.

Kendinizi eskisi kadar çekici hissetmeyebilir, partnerinizin artık size aynı gözle bakmadığını düşünebilirsiniz. Ancak bu, yalnızca bir algıdır; gerçekte olan ise, partnerinizle olan bağın sizin kendi algılarınızdan çok daha derinlere dayanmasıdır.

Evet, bu süreç bazen zorlu olabilir. Ama unutmayın: İlişkiler, güzellik standartlarından değil, sevgi, saygı, şefkat ve güven gibi temellerden beslenir. Partnerinizin sizinle olan bağı, bir ameliyat izinden ya da birkaç kırışıklıktan daha güçlüdür. Ancak bu bağı korumak için sizin de kendinize karşı şefkatli olmanız, kendinize sevgiyle bakmanız gerekir. Fiziksel değişimlerin ardından kendinizi yargılamak yerine, bedeninizin size yaşattığı her şey için ona teşekkür edin. Doğum yapan bir beden, yeni bir yaşamı taşıma gücüne sahip olmuştur. Yaşlanmak, dolu dolu yaşanmış yılların kanıtıdır. Ameliyat izleri, bir mücadeleden zaferle çıktığınızın işaretidir. Eğer partnerinizle aranızda bir mesafe hissediyorsanız, bunu açıkça dile getirin. Endişelerinizi ve hislerinizi paylaşmak, ilişkinizdeki duvarları kaldırabilir. Partnerinizin sizi nasıl gördüğünü ve hissettiğini öğrenmek, size güven verecektir.

Yakınlık için zaman yaratın. Fiziksel ve duygusal yakınlık, bazen küçük bir dokunuşla, bazen derin bir sohbetle başlar. Birlikte zaman geçirmek, ilişkinizi güçlendirecek ve fiziksel değişimlerin yarattığı endişeleri hafifletecektir. Kendinizi şımartın. Değişimlerden sonra kendinizi iyi hissettirecek şeyler yapmaya başlayın. Bu, bir saç modeli değişikliği, yeni bir kıyafet ya da sadece kendinizi özel hissettiğiniz bir aktivite olabilir. Kendinize iyi baktığınızda, bu enerji hem size hem de çevrenize yansır. Eğer fiziksel değişimlerin yarattığı özgüven eksikliğiyle başa çıkmakta zorlanıyorsanız, bir terapist ya da danışmandan yardım almayı düşünün. Kendi hislerinizi anlamak ve kabul etmek, ilişkilerinize de olumlu yansır.

Unutmayın, fiziksel değişimler hayatın doğal bir parçasıdır, ama bu değişimler sizin sevgiye ve yakınlığa olan hakkınızı asla elinizden almaz. Partnerinizle kurduğunuz bağ, sadece aynada gördüğünüz yansımanın değil, birlikte biriktirdiğiniz anıların, hislerin ve bağlılığın ürünüdür. Kendinizi sevmeyi öğrendiğinizde, bu sevgi her şeyin önüne geçer.Aşk da tam olarak burada devreye girer: Sizi siz yapan her şeyle, tüm hikayenizle sevildiğinizi hissettirmek için. Özgüven dediğimiz şey, dış görünüşümüzden çok daha derindir; geçmişte yaşadığımız zorluklara rağmen ayağa kalkma gücümüzde ve kendimizi sevebilme cesaretimizdedir. Her birimiz, aynadaki görüntümüzden çok daha fazlasıyız.