Ya ülkemizde kadına şiddet ve tecavüz haberleri çok normalleşti ya da biz ülke olarak başkasının şiddetine sağırız! Bunu neden mi söylüyorum, son zamanların yurt dışı medyada en çok konuşulan insanın aklını yerinden alan tecavüz davası bu hafta sonuçlandı ama bizim medyada hiç ses yankı uyandırmadı. Hatta normalde bu örnekten yola çıkarak “dünyanın çivisi çıktı” tellalığı yapacağını düşündüğüm sosyal medya hesapları bile haberi işlemedi.
Bahsettiğim haber Fransız Gisèle Pelicot’un eski kocasının toplu tecavüz davasında 20 yıl hapis cezasına çarptırılması. Ancak olayın içyüzü bildiğiniz gibi değil. Fransız tecavüz mağduru 72 yaşındaki Gisèle Pelicot’un 72 yaşındaki 50 yıllık eski kocası, kendisine uyuşturucu verip önce tecavüz etmiş, sonra yetmemiş internette bir gruptan bulduğu yabancı erkekleri çağırıp bir de onlara tecavüz ettirmiş. Ve bu iş yaklaşık on yıldan fazla sürmüş. Geçen hafta biten davada koca 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Diğer tecavüzcü 50 kişiyle birlikte yargılandı ve hepsi en az bir suçtan suçlu bulundu. Bu arada bu tecavüzcü erkeklerin çoğu yaptıklarının tecavüz olduğunu reddedmiş.
Bayan Pelicot’un bilinçsiz olduğunu fark etmediklerini ve bu nedenle ona tecavüz ettiklerini “bilmediklerini” savunmuşlar.
Bu çift 21 yaşında evlenmiş, şimdi 3 çocuk ve 7 torunları var . Gisèle mahkeme sürecinde duruşmanın her gününe çocukları ve torunları ile katılmış. Duruşmayı kamuoyuna duyurma kararından “asla pişman olmadığını” ve “toplumun olup biteni görebilmesi için” bunu yaptığını söylüyor.
Lütfen kendinizi bir an bu büyükannenin yerine koyun. Zor biliyorum ama bir an için…
50 yıllık kocanız 58 yaşından 68 yaşınıza kadar sizi ilaçla uyutuyor, bir sürü yabancı erkeğin size tecavüz etmesini organize ediyor. Bu olay ortaya çıkınca ne yaparsınız?
En korkuncu da ne biliyor musunuz, bu olay aslında hiç ortaya çıkmadan devam edecekmiş. Ancak koca 2020 yılında bir süpermarkette kadınların eteklerinin altından görüntü aldığı iddiasıyla polis tarafından tutuklanmış. Polis cihazlarına el koyunca dizüstü bilgisayarında yaklaşık 200 tecavüzün kanıtı olan onbinlerce video bulmuş. Aralarında itfaiyeciler, kamyon şöförleri, askerler, bir gazeteci ve bir DJ’in de bulunduğu sanıklar bu vidyolardan teşhis edilmiş. 50 erkeğin çoğu, Pelicot çiftinin memleketi olan Mazan’ın 50 km yarıçapındaki kasaba ve köylerden gelmiş. 21 kişiyi de maalesef halen daha teşhis edememişler.
Dominique Pelicot 2011 ile 2020 yılları arasında uyku haplarını ezdiğini ve bunları karısının akşam yemeğine veya şarabına karıştırdığını kabul etmiş. Daha sonra bir çevrimiçi sohbet odası aracılığıyla diğer erkeklerle iletişime geçerek karısına tecavüz etmeleri ve cinsel tacizde bulunmaları için davet ediyormuş. Hatta karısını uyandırmamak için tecavüzcülere herhangi bir parfüm kullanmamalarını veya sigara içip üzerlerine sigara dumanı sindirmemelerini söylüyor ve karısının bir kolunu bile oynatması durumunda oradan ayrılmaları talimatını veriyormuş. Baştan dedim, insanın aklı yerinden oynayacak gibi oluyor. Böylesi şu ana kadar ne dizilerde, ne sinemada yapılabildi. Şeytan senaristlerin bile aklına böylesi gelmemiş yani..
Gisèle Pelicot’un hikayesi, sadece Fransa’da değil, tüm dünyada kadınların karşı karşıya kaldığı adaletsizliğin ve şiddetin en acımasız örneklerinden biri. 72 yaşında, yıllarca hem fiziksel hem de psikolojik olarak tahrip edilmesine rağmen, geçmişinin ağırlığını bir kenara bırakıp adalet için savaşmayı seçiyor. Onun cesareti, pek çok kadının sessiz kalmayı tercih ettiği bir dünyada, insanın kendi gücünü nasıl bulabileceğini sorgulatıyor.
Birçok kurban, utanç, korku ve toplumsal yargılar nedeniyle sessiz kalırken, Gisèle’in susmaması bir dönüm noktası. Peki, bu kadını susturulması neredeyse imkansız bir güce dönüştüren şey neydi? Kabul edelim kadınlar genellikle cinsel şiddetin ardından toplumun “utanç” duygusuyla yüklediği bir sessizliğe mahkum ediliyor. Ancak Gisèle, utanmak yerine, yaşadıklarına karşı öfkesini doğru bir yere kanalize ediyor: adalet mücadelesine. Yaşadığı travmaların üzerine giderek, utancın yükünü başkalarının taşıması gerektiğini hissediyor. Çünkü utanç, kurbanın değil, suçlunun hakkı.
Bir kadının yaşadığı cinsel şiddeti anlatması, ne yazık ki birçok toplumda hâlâ cesaret gerektiriyor. Kadınlar genelde suçlanıyor, sorgulanıyor, iftiracı olarak görülüyor. Gisèle’in, eski kocası Dominique Pelicot’a ve onunla birlikte yargılanan 50 kişiye karşı savaş açması, bu yargılara meydan okumanın bir örneği. Onun kararlılığı, “kadın susar, kadın sineye çeker” gibi toksik düşünceleri yıkmanın bir yolu.
Bence yıllarca süren bir istismar sürecinden sonra bile ayakta kalması, insan psikolojisinin dayanıklılığını gösteriyor. Gisèle, hayatını kontrol altına almak için suçluların cezasını çekmesi gerektiğini biliyor. Yalnız olmasına rağmen, hikayesinin başkaları için bir fark yaratabileceğine inanıyor. Belki de süreç boyunca hukuk sistemine, avukatlarına ve kendisini destekleyenlere güvenmek, Gisèle’in mücadelesini sürdürmesinde etkili oluyor.
Beni bu hikayede en çok etkileyen Gisèle’in “Artık yaşlıyım” ya da “Bunu kabullenmek zorundayım” dememesi. Onun hikayesi, hiçbir yaşta, hiçbir durumda adalet arayışından vazgeçilmemesi gerektiğini gösteriyor. Toplumun dayattığı sessizliği kıran bu kadın, bir yandan kendi hayatını geri kazanıyor, diğer yandan da istismara uğramış diğer kadınlara umut oluyor.Bu hikaye bize kadınların gücünü, dayanıklılığını ve adaleti arama azmini hatırlatıyor. Kadınlar utançla değil, gururla hareket etmeli. Gisèle’in cesareti, sessiz kalanlara bir ışık, mücadele edenlere bir rehber.
Son olarak, hiçbir suç cezasız kalmamalı ve hiçbir kadın yalnız olmadığını unutmamalı. Bu savaş, sadece bireysel bir savaş değil, tüm kadınların sesi olma savaşıdır.