Eski ilişkiler daha az şikayet ederek daha çok sabrederek sürerdi. Yeni kuşaklar uyum arıyor, kendine zaman ayırıyor. Mutluluğun tanımı da değişti. Ama en çok tanışma şeklimiz değişti. Stanford Üniversitesi'nin araştırması bu anlamda çok çarpıcı.

Sosyal medyada hesaptan hesaba dolaşan bir grafik 1930 ve 2024 arasında çiftlerin yıl yıl nasıl tanıştığını bir bakışta açıklıyor. Bu veriler Stanford Üniversitesi’nin Amerikalı yetişkinlerle yaptığı bir araştırmaya dayanıyor. Ancak sonuçların Türkiye için de geçerli olduğu söylenebilir.

1930’larda çiftlerin tanışma yolları arasında en popüler olanları, aile tanıştırmaları, mahalle komşulukları ve sosyal etkinlikler. Aile büyüklerinin gözetiminde yapılan tanışmalar, düğün ya da çay partileri gibi geleneksel etkinliklerde gerçekleşiyor. Tabii ki İnternet diye bir şey henüz icat edilmemiş ve online tanışmaların zirveye yerleşeceği gibi bir fikir ortada yok. Oysa şimdi durum bambaşka. Özellikle pandemi sonrası online flört uygulamalarının kullanımı, flört arenasının büyük bir kısmını kapladı. Stanford Üniversitesi’nin çalışmasına göre, 2024 yılı itibariyle çiftlerin yüzde 60’ı internet üzerinden tanışıyor.

Tabii, eskiden olduğu gibi “göz göze bakıp, kalpten kalbe akan o ilk bakış” İnternet flörtlerinde pek yaşanmıyor. Flört uygulamalarında beğendiğin kişiyi sağa kaydırıyorsun! Aşkın tanımı değişmemiş olabilir ama tanışma şeklimiz kesinlikle evrim geçirdi. Eskiden sokakta yürürken yanlışlıkla birine çarpıp “Aaa ne güzel denk geldik” derken, şimdi Tinder’da “Birbirimize harika denk gelmişiz, algoritmalarımız uyuşuyor” diyoruz.

Geleneksel yöntemlerle tanışan büyüklerimiz mi daha mutluydu, yoksa biz mi? Bu sorunun cevabı biraz karmaşık. Eski kuşaklar uzun süreli evlilikler ve aile baskısıyla şekillenen ilişkiler yaşarken, modern çağda bireyselliğin ön plana çıktığı, özgür seçimlerle kurulan ilişkiler baskın hale geldi.

Büyüklerimize baktığımızda onların dönemindeki ilişkiler genellikle aile ve toplumsal beklentilerle yönlendirilirdi. Evlilik bir hayat gerekliliği gibi görülür, evliliğin devamı için büyük fedakarlıklar yapılırdı. Birbirini tanıma süresi sınırlıydı, bazen görücü usulüyle ya da aileler aracılığıyla kurulan evlilikler yaygındı. Bu nedenle ilişkilerin başlangıcı çoğunlukla sevgi veya kimya yerine sorumluluk ve toplumsal normlara uyma üzerine kurulurdu.

Peki mutlu muydu? O dönemdeki mutluluk algısı da bugünden farklıydı. Sadakat, bağlılık, güven ve işbirliği üzerine kurulu bir mutluluk anlayışı vardı. O zamanlar insanlar “sabretmek” ve “katlanmak” üzerine daha fazla vurgu yapardı; mutluluk da bu çerçevede, ilişkinin devamlılığında aranırdı.

Bizim kuşağa gelince, flört uygulamaları ve sosyal medya gibi araçlarla çok daha geniş bir sevgili havuzuna sahibiz. İlişkilere başlama süreci daha bireysel, özgür ve anlık olabiliyor. Bir ilişkinin başlaması kadar bitmesi de hızlı. Bu özgürlük, birçok insan için daha fazla mutluluk ve tatmin getirirken, bir o kadar da “opsiyon yorgunluğu” yaratıyor. Sürekli bir “daha iyisi var mı?” hissi, ilişkilerdeki bağlılığı ve sadakati zayıflatabiliyor. Psikologlar, bu kadar çok seçeneğin ilişkilerde derinlik ve bağlılık eksikliğine yol açabileceğini öne sürüyor. Diğer taraftan, daha uyumlu eşler bulmak da mümkün; çünkü insanlar artık kendileriyle daha fazla uyum sağlayan kişiyi bulmaya zaman ayırıyor. Birinin profiline bakarak ilgi alanlarını, dünya görüşünü ve yaşam tarzını daha iyi anlayabiliyoruz. Bu da daha bilinçli ve “benimle aynı frekansta” bir partner seçimini kolaylaştırıyor.

Durum böyle olunca, günümüzde ilişkilerde sıkça karşılaşılan sorunlardan biri, cinselliğin ilişkinin başlangıcında ya da çok erken safhalarında yer alması. “Önce seks, sonra ilişki” yaklaşımı, özellikle flört uygulamaları ve dijital çağın hızlandırdığı tanışma süreçlerinde yaygınlaştı. Bu durum, ilişkilerin derinlik ve bağlılık açısından zorlanmasına neden olabiliyor. Bazı çiftler için bu bir uyum testi gibi ve aralarındaki kimyanın oturmasına yardımcı olabiliyor. Ancak buradaki esas sorun, bazen cinselliğin ilişkiyi tanımlayan ana unsur haline gelmesi. Yani, cinsellik yaşandıktan sonra duygusal bağ kurma ve ilişki inşa etme süreci ya erteleniyor ya da hiç gerçekleşmiyor. Bu da uzun vadede bağlılık, güven ve derin ilişki kurma konularında zorluk yaratabiliyor.

Araştırmalar, cinsel yakınlaşmanın erken olduğu ilişkilerde duygusal bağlanmanın daha zor oluşabileceğini gösteriyor. Çünkü cinsellik, genellikle bir ilişkiyi hızlandırabiliyor ve diğer önemli unsurların – ortak değerler, kişilik uyumu, iletişim becerileri – geri plana itilmesine neden olabiliyor. Birçok çift cinselliği yaşadıktan sonra birbirlerini tanımaya çalıştıklarında, temel uyumsuzlukların ortaya çıktığını fark ediyor ve ilişkiyi derinleştirmekte zorlanıyor.

Özellikle flört uygulamaları aracılığıyla tanışan çiftlerde hızlı bir cinsel çekim genellikle ilişkiyi başlatan unsur oluyor. Ancak bu durumun ilişki kurma sürecini nasıl etkilediği de tartışmalı. Cinsellik, ilişki bağlarını güçlendirebilirken, bir duygusal temelin yokluğunda geçici bir tatmin olarak kalabiliyor.

Özetle, “önce seks, sonra ilişki” formülü derin bağlanma ve güven inşa etme süreçlerini zorlaştırabiliyor. İlişkilerin sadece fiziksel çekimden ibaret olmadığını ve duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutların da eşit derecede önemli olduğunu unutmamak gerekiyor. Diğer taraftan “mutlaka önce ilişki sonra seks” herkes için geçerlidir diyemeyiz. Öyle ilişkiler var ki ilk geceden beraberlik yaşanıyor ve sonrasında ilişki gelişiyor.

Büyüklerimiz daha az seçenekle ve toplumsal baskılarla mutluluğu bulmaya çalışırken biz seçeneklerin bolluğunda ve bireysel özgürlüklerimizle mutluluğun peşindeyiz.

Hangisi daha mutlu? Aslında bu sorunun kesin bir cevabı yok, çünkü mutluluk kişiden kişiye, dönemin değerlerine ve ilişki dinamiklerine göre değişiyor. Ama şunu söyleyebiliriz: Büyüklerimiz belki daha az şikayetle ilişkiyi sürdürüyordu, bizse daha çok soru sorarak ve kendimizi daha fazla arayarak mutluluk peşindeyiz. Dijital dünyanın getirdiği en büyük değişiklik ise eski kıskançlık anlayışlarının geçersizliği. Bir anlamda tüm tanımlamalar değişti.