Eski Harrods patronu Muhammed El Fayed’i tanımayan yok. Özellikle oğlu Dodi ile Prenses Diana sevgiliyken beraber geçirdikleri araba kazasında ölünce, Londra seyahatimde Harrods’ın alt katında onların anısına ayrılan köşeyi gördüğümde çok etkilenmiştim. Ne kadar acılı bir baba olduğunu ve paranın insana huzur ve mutluluk getirmediğini düşünmüştüm. Şimdi bu isim karşıma bambaşka bir şekilde çıktı. BBC, geçen yıl 94 yaşında hayatını kaybeden milyarderin kendilerine cinsel saldırıda bulunduğunu veya tecavüz ettiğini söyleyen 20’den fazla eski kadın çalışanın ifadesini dinlemiş. Perşembe günü yayınlanan Belgesel ve podcast – El-Fayed: Harrods’ın avcısı (Predator at Harrods) Fayed’in sahibi olduğu dönemde Harrods’ın kurum olarak sadece olaylara göz yummakla kalmayıp aynı zamanda taciz iddialarını örtbas etmeye yardımcı olduğunu gösteren kanıtlar toplamış.
Harrods’un şu anki sahipleri, iddialar karşısında tamamen dehşete düştüklerini ve mağdurların hayal kırıklığına uğradığını söyledi. Mağaza, bunun için içtenlikle özür diledi. Beni en çok etkileyen bu şikayette bulunan kadınlardan birinin şu açıklamaları oldu: “Muhammed El Fayed bir canavardı, hiçbir ahlaki değeri olmayan bir cinsel saldırgandı. Hepimiz korku içindeydik. O aktif olarak korkuyu besliyordu. ‘Zıpla’ dediğinde çalışanlar ‘Ne kadar yükseğe’ diye sorardı.”
Bizim eski Türk filmlerini hatırlar mısınız? Hep bir zengin patronun sekretere sarkıntılık etme durumu vardı. Hatta bu durum bayağı karikatürize edilirdi. “Me Too” hareketi ile işyerinde tacizin aslında global bir sorun olduğunu da görmüş olduk. Bu tür suçların iş ortamında meydana gelmesinin temel sosyolojik sebeplerinden biri, gücün ve statünün hiyerarşik yapı içerisinde nasıl işlediğiyle ilgili. Harrods gibi büyük, prestijli, yüzlerce çalışanın hiyerarşik olarak farklı pozisyonlarda çalıştığı bir yapıda bile özellikle düşük pozisyonlarda çalışanlar, savunmasız konumda. En ilginç tarafı, bu kadar zengin ve güçlü bir patron istese beraberlik yaşayacağı bir sürü genç ve güzel kadın bulabilir. İşin çalışanlarına tacize varmasının altında acaba güçle ilgili bir fantezinin hayata geçirilmesi mi yatıyor, düşünmeden edemedim.
Bu tür ortamlarda işverenlerin veya üst pozisyonda bulunanların gücünü suistimal etmesi, özellikle mağdurların ekonomik bağımlılıkları ve işlerini kaybetme korkuları nedeniyle susturulabiliyor. Hep deriz ya, biz gelişmemişiz, Avrupalı bunu yapmaz. İşte en gelişmiş ülkelerden İngiltere’de dahi toplumda cinsiyet eşitsizliği, güç ilişkileri ve yetersiz denetim mekanizmaları bu tür olayların yaygınlaşmasına neden olabiliyor.
Cinsel taciz veya tecavüzle suçlanan kişinin toplumsal statüsü, mağdurların yaşadığı psikolojik etkileri derinleştiriyor. Güçlü bir işveren tarafından suistimal edilen mağdurlar, genellikle utanç, suçluluk ve çaresizlik hissediyor. Bu tür olaylar, mağdurlarda uzun vadeli travmatik stres bozukluklarına yol açabiliyor. Travma yaşayan bireyler, hem iş yerinde hem de sosyal hayatlarında bu deneyimlerin etkilerini taşıyor. Normal değil mi?
Bu durum, duygusal anlamda kapanmaya, hatta başkalarıyla derin ve samimi ilişkiler kurmada zorluk yaşamaya yol açıyor. Kadınlar, bu süreçte eşlerine karşı duygusal ve fiziksel mesafeler koyabiliyor ve ilişkilerinde kopukluklar yaşayabiliyor. Özellikle cinsel yakınlaşmalarda travma tetikleyip kaygı ya da panik atak gibi belirtilere neden olabiliyor.
Mağdurlar bunları yaşarken bir de konunun kriz yönetimi tarafı var. Harrods BBC’ye şunları söyledi: “2023’te Al Fayed’in cinsel tacizine ilişkin geçmiş iddialarla ilgili yeni bilgiler ortaya çıktığından beri, iddiaları mümkün olan en hızlı şekilde çözmek önceliğimiz oldu. Bu süreç, mevcut veya eski Harrods çalışanları için hala geçerlidir. Geçmişi geri alamayız ancak bugün sahip olduğumuz değerlerle hareket ederek bir kuruluş olarak doğru olanı yapmaya kararlıyız ve gelecekte bu tür davranışların asla tekrarlanmamasını sağlıyoruz.”
Harrods’un açıklaması, geçmişte yaşananların üzerini örtmeye yönelik “şu anki değerlerimizle ilerliyoruz” yaklaşımıyla klasik bir kurumsal savunma örneği gibi görünüyor. Bence mağdurlar açısından bakıldığında bu tür ifadeler genellikle, kurumların yaşanan travmaların gerçek etkilerini hafifsemek için kullandığı bir tür zarafet maskesi olarak algılanıyor. O kadınlardan biri olsam herhalde şöyle aklımdan geçirirdim:
“Elbette, geçmişteki yaraları iyileştiremezsiniz. Zaten geçmişi geri alamayacağınız doğru, çünkü geçmişte neler yaşandığını görmezden gelerek, o zamanlar gerekli olanı yapmadınız. Ama bugün ‘sahip olduğunuz değerlerle’ hareket ettiğinizi söyleyerek kendinizi yüceltmek mi istiyorsunuz? Mağdurlara yıllarca destek sunmadığınız bir ortamda, bu ‘değerler’ o kadar da güçlü görünmüyor. Bugünün önceliği, hızla ‘çözüm’ getirmekten çok, geçmişin yarattığı hasarları gerçek anlamda onarmak olmalıydı. Keşke bu değerler, suçlar işlenirken de var olsaydı. Ama biliyoruz ki geçmişi geri getiremiyorsunuz, değil mi?”
Kurumların “zamanı geri alamayız” ifadesi, travma yaşayan mağdurlara ancak soğuk bir teselli sunabiliyor. Mağdurlar için en anlamlı olan şey, sözlerden çok gerçek eylemler, maddi ve manevi tazminatlar, açık bir sorumluluk kabulü. ‘Değerler’ üzerine kurulu bir gelecek vaadi, geçmişin acılarını tamir etmek için yetersiz kalıyor.