Türk Dil Kurumu’nun 2024 yılının kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak seçmesi, ilişkilerdeki çelişkili modern tabloyu net bir şekilde özetliyor. Yalnızlığımızı teknolojiyle doldururken, kalabalığın içinde bağ kurmakta zorlanıyoruz. İlişkiler de bundan farklı değil. 2 kişilik yalnızlıklıkları sürdürüyoruz. Bir insanla bağ kurmaya mı çalışıyoruz, yoksa kendi yalnızlığımıza bir başkasıyla ortak mı arıyoruz?
Yalnızlık, teknolojiyle doldurduğumuz, ama yine de bir türlü doyamadığımız o garip boşluk. Sosyal medyada aynı anda yüzlerce kişiyle iletişimdeyiz, ama biri gerçekten Nasılsın? dediğinde, içtenlikle cevap veremiyoruz. İlişkiler de bu yalnızlık matematiğini ikiye katlıyor: Tek kişilik yalnızlıklarımızı birleştirip, “2 kişilik yalnızlık” yaratıyoruz. Harika bir iş birliği, değil mi?
Örneğin sevgilinizle oturuyorsunuz; o telefonda, siz televizyona bakıyorsunuz. Sözde yan yanasınız, ama iki ayrı dünyada kaybolmuşsunuz. En son ne zaman göz göze geldiniz? Belki o da yanlışlıkla olmuştur. İşte buna “2 kişilik yalnızlık” diyoruz.
Yalnızlığınız sadece fiziksel bir partnerle süslenmiş; başka bir değişiklik yok. Aslında mesele şu: Gerçekten bağ kurmak cesaret istiyor. Çünkü bağ kurmak, “Beni sevdiğin kadar benim karanlıklarımı da sevebilir misin?” demek. Ama bu çok zahmetli. Onun yerine “Sen de yalnız mısın? Tamam, birlikte susalım,” diyoruz. Daha kolay, daha risksiz.
Ancak burada küçük bir sorun var: Yalnızlıklar birleşince yalnızlık azalmıyor; aksine, daha karmaşık bir yalnızlık formuna dönüşüyor. Artık sadece kendi duygularınızla değil, bir başkasının yalnızlığıyla da baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Freud burada olsa, muhtemelen “İnsan ilişkilerindeki bu yalnızlık bir savunma mekanizmasıdır,” derdi. Peki biz ne diyoruz? “Netflix’te ne izlesek?” Çünkü yüzleşmek yerine kaçmak daha kolay. Peki bundan bıkmadık mı?
Bumble 2025 flört trendlerine bakarsak bıktık. 2025’te anlamlı ilişkilerin arayışı yükseliyor. 2025 aşk ve ilişkilerde bir nevi 80’lere dönüşü simgeliyor.
Hatırlayanlar bilir, 1980’ler, hem müzikte hem de aşkta “büyük duyguların” çağıydı. O yıllarda ilişkiler daha sade, daha dokunaklı ama bir o kadar da tutkuyla yaşanıyordu. Her şey biraz daha sabırlı, daha az aceleciydi. Flörtleşmeler göz göze bakışmalarla başlar, aşklar uzun telefon konuşmalarıyla derinleşirdi. O telefonlar ki, kablosuz değildi ve genelde annenizin “Hadi kapat artık, çok konuştun!” demesiyle sona ererdi.
O yılların aşk şarkıları, ilişkilerin ruhunu anlatıyordu. Whitney Houston’ın “I Will Always Love You” şarkısı, Dirty Dancing filmindeki ünlü “Kimse Baby’i köşeye atamaz” cümlesiyle Patrick Swayze’nin yasak aşkını koruması saf ve koşulsuz aşkı hissettirirdi. Şarkılar sadece birer melodi değil, aynı zamanda yaşanan duyguların birer aynasıydı.
Birine “Seni seviyorum” demeye cesaret edemeyenler, şarkılarla mesaj gönderirdi. Cazibeli bir kaset dolusu aşk şarkısı hazırlayıp, sevdiğiniz kişiye vermek de dönemin en popüler romantik hareketiydi. Spotify yoktu belki, ama o kasetin anlamı bugünkü “Spotify Aşk Şarkıları Listesi”nden çok daha büyüktü.
80’lerin ilişkilerindeki romantizm, küçük ama anlamlı jestlerle doluydu. Çiçek almak, el yazısıyla bir mektup yazmak ya da birlikte bir müzik albümü dinlemek… Aşk o zamanlar büyük gösterilere ihtiyaç duymuyordu, çünkü önemli olan gerçekten hissetmekti. Bir sevdiğinizle el ele yürümek, saatlerce konuşmadan bir bankta oturmak bile bir çeşit bağ kurma yöntemiydi.
İşte bunları hatırlamayacak kadar gençseniz, veya üzerinden çook zamanlar geçtiyse sıkı durun! Bu yıllara geri dönüyoruz! Büyük jestleri bir kenara bırakın. Bumble’a göre bekarların çoğunluğu (%86), sevgi ve şefkati gösterme biçimimizin artık daha küçük davranışları içermesi konusunda hemfikir. Mizah mesajları göndermek, çalma listesi oluşturmak veya özel esprileri paylaşmak gibi.
Mikro toplulukların (kitap kulüpleri ve koşu kulüpleri) yükselişi flört etme biçimimizi değiştiriyor; Z kuşağı bekarlarının yarısı (%49), sadece birlikte bir şeyler hakkında sohbet etmenin bir tür yakınlık olduğunu düşünüyor. Artık kadınlar(%59) istikrara daha fazla değer veriyor – duygusal olarak tutarlı, güvenilir ve net hedefleri olan bir partner arıyor. Yani fast food seks ilişkileri geride kalıyor. Bilmem tanıdık geldi mi?
Ben diyorum ki belki de yalnızlığımızı gerçekten anlamak için bir süre “yalnız” kalmalıyız. Kendi kendimize şu soruları sormalıyız: “Bu ilişkide ne arıyorum? Bağ kurmak mı, yalnızlığıma bir teselli mi?”
Eğer cevabınız ikinciyse, endişelenmeyin; hepimiz aynı gemideyiz. Ama yine de biraz dürüstlük fena olmaz, değil mi?
Unutmayın, yalnızlık paylaşılabilir bir şey değildir; ve ilişki dediğiniz şey, yalnızlığı çözmez. O yüzden, bir dahaki sefere yalnız hissederken telefonunuzu elinize alıp anlamsızca birini aramak yerine, bir süre o duyguyla kalmayı deneyin. Belki de yalnızlığınızın size anlatacak çok şey vardır.
Veya en iyisi 80 lerden bir film açın, bir doz nostaljik romantizmle o dönemin saflığına ve samimiyetine bir göz atın.