Bazıları aşk orucunda kendini kapatmış, bazısı fazlasıyla daldan dala ama sorsanız hep mutsuz. Herkesin ağzında “piyasada adam gibi bir sevgili kalmadı” lafı. Belki de bu nedenle ilişkiler toksik de olsa devam ediyor. Peki bu iniş çıkışların sebebi sadece biz miyiz?
Son okuduğum Dominic Pettman’ın ‘Libido Zirvesi’ bize arzunun da bir ekolojisi olduğunu fısıldıyor. Yani libido dediğimiz şey sadece yatak odasının dört duvarı arasında yaşanmıyor, aksine dış dünyanın kaosunda, teknoloji, çevre ve kapitalizmin etkisiyle yeniden şekilleniyor.
Dominic Pettman’ın arzunun ekolojisi dediği şey şu: Libido, bireysel değil, toplumsal, çevresel ve teknolojik bir fenomen. Yani sadece sevgilinizle değil, kapitalizmle, doğayla ve teknolojiyle de ilişkiniz önemli.
Şehir hayatı stresli, gürültülü ve romantizmden uzak. Ekolojik stres (iklim kaygısı) ve şehirleşme (trafik kaygısı) cinselliği adeta bir bekleme odasına koyuyor. Hele ülkemizde. Bir yandan ekonomik kaygılar, diğer yandan yaşam kalitesindeki düşüş derken arzu mu kalıyor?
Pettman burada haklı: Bazen libido şehirde kayboluyor. Aşkı aramak için şehirden doğaya mı kaçsak? Yoksa yoga derslerinde sevgili mi arasak? İklim krizinde arzunun da küresel ısınması söz konusu. Pettman’a göre İklim değişikliği buzulları eritmekle kalmıyor, libidomuzu da kurutuyor. Düşünsenize, hava sıcak, denizler yükseliyor, her şey yanıyor… Bir de üstüne “romantik bir an” mı yaratacaksınız? Hayır, teşekkürler.
Ekolojik stres öyle bir şey ki çiftlerin “Bu akşam olmaz, çok yoruldum” bahanesini karbon salınımına bağlayabiliriz. Çevresel krizler arzuyu kısıtlıyor, daha geçici ve materyalist tatminlere yönlendiriyor. Yani artık aşkı ararken elektrikli scooter’ı olan birini tercih edeceğiz. “Gezegeni kurtarırken aşkı da kurtarır mıyız?” İşte asıl soru bu!
Sadece ekolojik stres de değil. Kapitalizm ve teknoloji arzuyu oyuncak yapıyor. Büyük romantik jestler artık yok. Onun yerine sosyal medyada “çift uyum testi” yaparken buluyoruz kendimizi. Popüler kültür bize şunu diyor: “Mutlu olmak istiyorsan, onun sana aldığı çanta pahalı olmalı.” E, hal böyle olunca arzu doğallığını kaybediyor.
Sonuç olarak arzunun yerine tatminsizlik geliyor. İlişkiler “bu ayki kredi kartı ekstresini kim ödeyecek” kavgasıyla sarsılıyor. Özetle arzu, kapitalizmin tahakkümünden kurtarılmalı! (Ama black friday kampanyasından alınan parfüm hediyelerine de hayır demiyoruz.)
Eskiden insanlar bir bakışla aşık olurdu, şimdi “bi’ internet çekmediği için aşka düşemedim” diyoruz. Kitap teknolojinin arzuyu nasıl şekillendirdiğini şöyle açıklıyor: Flört uygulamaları, pornografi ve sosyal medya… Bunlar modern arzunun yeni ekosistemi. Düşünün, Tinder’da sağa sola kaydırmak bir spor dalı haline gelmiş. Sınırsız seçenek? Bir tik at. Yüzeysel bağlantılar? Bir tik daha. Tatmin? Kocaman bir boşluk. Hadi dürüst olalım, gerçek bir “arzu” artık DM kutusunda değil, daha derin bir bağda saklı.
Ben de katılıyorum. Aşk ve arzu bireysel birer his olmaktan öte, toplumsal, çevresel ve kültürel etkileşimlerin bir ürünü olarak, sürekli değişen bir ekolojik sistem içinde varlığını sürdürür. Bu ekosistemin dengesi, sadece bireylerin duygusal bağlarıyla değil, aynı zamanda teknolojinin, kapitalizmin ve çevresel krizlerin etkisiyle de şekillenir. Dolayısıyla, gerçek bir arzu ve bağlılık için bireylerin yalnızca içsel arzularını değil, bu arzuları etkileyen dış faktörleri de anlamaları gerekir.
‘Aşk Ormanında Ekolojik Denge’ metaforu, bireylerin aşkı ve arzuyu doğallık, sürdürülebilirlik ve derin bir farkındalıkla yeniden tanımlamasını öneriyor. Modern dünyanın karmaşasında arzu ve aşkı, doğayla ve insanlıkla daha uyumlu bir biçimde yeniden inşa etme zamanı geldi. Ben esas şimdi Amerikalıları düşünüyorum. Özellikle ‘woke’ kesimdeki Trump kaygısı ne arzu bırakmıştır ne seks.