Sevgili İrem Hanım,
Ben 52 yaşında, 29 yıllık evli bir kadınım. İki çocuk büyüttük, torunlarımız oldu. Dışarıdan bakınca tam bir “olgun aile” tablosuyuz. Ama evliliğimizin içinde konuşulmayan kocaman bir boşluk var: Son 13 yıldır eşimle seks yapmıyoruz. İlk yıllar yorgunluktu, sonra çocuklardı. Derken bir gün eşim vazgeçti. Açık açık “istemiyorum” demedi ama belli etti. Ben de üstelemedim. Kadınlık gururu mu dersin, alışkanlık mı, yoksa “zaten bu yaştan sonra…” düşüncesi mi bilmiyorum ama konu kapandı. Şimdi aynı evdeyiz, aramız fena değil. Kavga yok. Ama dokunma da yok. Bazen gerçekten merak ediyorum: Torunlarımız oldu diye artık seks istememem mi gerekiyor? Bu yaştan sonra arzu duymak ayıp mı, geç mi, gereksiz mi?

Değerli Okurum,
Torun sahibi olmak, cinselliğin fişini çekmez. Ama toplum “anneanne” ve “babaanne” kelimeleriyle birlikte kadının arzusu üzerine kalın bir battaniye örter.

“Eşin vazgeçti, sen de üstelemedin” dediğin yer çok kritik. Çünkü çoğu uzun evlilikte seks şöyle biter: Biri geri çekilir, diğeri de “demek ki istemiyor” diye susar. Sonra iki taraf da ilk adımı atmaktan utanır. Yıllar geçer, torunlar doğar, konu da “artık ayıp” rafına kaldırılır.

Ama burada çok önemli bir detayı atlamayalım: Siz 13 yıldır seks yapmıyorsunuz. Bu, torunlardan önceydi.Bu, bugünkü yaşınızdan da önceydi. Yani mesele sadece yaş, menopoz ya da “zamanı geçti” değil. Sorun daha eski ve daha derinde.

Menopoz ve andropoz cinselliğin sonu değildir; sadece şeklini değiştiren bir dönemdir. Cinsellik yalnızca gençlik, hormon ve performans işi değildir. Yakınlık, temas, arzu hissetme ihtiyacı 70 yaşında da vardır. Bunun torunla, yaşla ya da evlilik süresiyle doğrudan bir ilgisi yoktur.

Asıl soru şu olmalı: “Ben hâlâ kadın olarak görülmek istiyor muyum?” Cevap evetse, yaşın, torunun, takvimin hükmü yok. Arzu ayıp değildir. Geç kalmış değildir. Sadece uzun süredir ertelenmiştir. Ve çoğu zaman geri gelmesi için gereken şey, biraz cesaret ve biraz konuşmadır.

Telefonuna Dokunduğu Kadar Bana Dokunsa…

Sevgili İrem,
Ben 38 yaşında, 7 yıllık evli bir kadınım. Bir çocuğumuz var, ikimiz de çalışıyoruz. İlişkimiz kötü değil ama son zamanlarda kendimi görünmez hissediyorum. Eşimle aynı yatakta yatıyoruz ama aramızda üçüncü bir kişi var: telefonu. Uyumadan önce son baktığı şey ekran. Sabah uyanınca ilk dokunduğu şey de yine ben değilim. Gün içinde mesaj atmaz ama Instagram’da kime ne beğenmiş görüyorum. Cinsellik mi? Var ama sanki yapılması gereken bir iş gibi. Hızlı, sessiz, rutinsiz değil ama ruhsuz. Bazen içimden “telefonuna dokunduğu kadar bana dokunsa yeter” diyorum. Sonra da bu düşüncemden utanıyorum. Sorum şu: Ekran yüzünden mi isteksizleşti, yoksa isteksiz olduğu için mi ekranlara kaçıyor?

Değerli Okurum,
Sorunun cevabı tek kelimelik değil ama net: Ekranlar isteği öldürmez, dikkati çalar. Dikkat gittiğinde arzu da peşinden sürüklenir.

Cinsel istek, sandığımızın aksine sadece hormonlarla değil, zihinsel varlıkla çalışır. Yani beden aynı yatakta olabilir ama zihin sürekli ekrandaysa, cinsellik otomatik pilota geçer. Senin “yapılması gereken bir iş gibi” dediğin şey tam da budur: beden var, zihin yok.

Bilimsel olarak biliyoruz ki sürekli dijital uyarana maruz kalan beyin, yavaş ve gerçek teması daha az uyarıcı algılamaya başlar. Bu bir isteksizlik değil; bir tür duyusal körelmedir. Yani eşin seni istemiyor olmayabilir, ama beyninin öncelik sırası değişmiş olabilir.

“İsteksiz olduğu için mi ekrana kaçıyor?” sorusu da çok yerinde. Bazı ilişkilerde ekranlar bir kaçış alanı haline gelir. Çünkü ekranda talep yoktur, beklenti yoktur, performans yoktur. Gerçek temas ise cesaret ister, açıklık ister, duygusal emek ister. Bazı insanlar bu yükten kaçmak için bilinçsizce ekrana sığınır.

Burada mesele telefonu yasaklamak değil. Mesele şunu fark etmek: Arzu, dikkatin verildiği yerde yeşerir. Ekranlar yüzünden biten cinsellik, doğru sınırlar ve bilinçli temasla geri gelir. Ama “nasıl olsa böyle” diye kabullenilen ilgisizlik, zamanla ilişkide derin bir yalnızlık yaratır.

Özetle, senin “telefonuna dokunduğu kadar bana dokunsa” cümlen kıskançlık değil. Bu, temas ihtiyacının sağlıklı bir ifadesi.

Kalp Emojisi İşten Gelince…

Sevgili İrem,
Ben 36 yaşında, 8 yıllık evli bir kadınım. Eşimle ciddi bir sorunumuz yoktu diyebilirim, ta ki geçen gün tesadüfen fark ettiğim şeye kadar. Eşim sosyal medyada iş yerinden bir kadının paylaşımlarını sürekli beğeniyor, bazen de kalp emojisi bırakıyor. Ortada bildiğim kadarıyla mesajlaşma yok, gizli buluşma yok. Ama bu kadını her gün işte görmesi, bu beğenilerin bana çok daha rahatsız edici gelmesine neden oluyor. Eşim “Abartıyorsun, sadece iş arkadaşı” diyor. Ama ben şunu düşünüyorum: Her gün yüz yüze görülen birine sosyal medyada kalp atmak gerçekten “sadece beğeni” midir? Bu bir aldatma mı, yoksa ben mi sınırı fazla öne çekiyorum?

Değerli Okurum,
Soruyu doğru yerden soruyorsun. Çünkü iş yeri söz konusu olduğunda, aynı davranış başka bir anlam kazanır.

Şunu net söyleyeyim: Sosyal medyada birine kalp atmak tek başına aldatma değildir. Ama iş yerinden birine atılan kalp, masumiyet testinden otomatik geçmez. Neden mi? Çünkü iş arkadaşlığı zaten başlı başına bir yakınlık alanıdır. Aynı ortam, aynı stres, aynı kahve molaları… Bu bağın üzerine bir de dijital flört dili eklendiğinde, sınırlar kolayca bulanıklaşır.

Burada kritik olan birkaç soru var: Bu beğeniler düzenli mi? Aynı kişiye mi? Sen fark edince savunmaya mı geçti? ”Abartıyorsun” diyerek senin duygunu küçümsedi mi? Eğer cevapların çoğu “evet” ise, mesele emoji değil; ilişkide sınırların ihlal edilmesidir.

Aldatma her zaman gizli buluşmalarla başlamaz. Bazen “Ben sadece beğendim” cümlesinin arkasına saklanan küçük temaslarla başlar.Ve çok önemli bir ölçüt var: Eşin bunu senin yanında, sen görürken yapabilir miydi? Cevap hayırsa, orada durup düşünmek gerekir. Bu noktada yapılması gereken şey kontrol etmek ya da yasaklamak değil; sınırı konuşmaktır. “Bu davranış beni neden rahatsız ediyor?” sorusunu açıkça dile getirmektir.