İsrail’in bölgeyi ateşe veren, Washington’un da bazen doğrudan bazen perde arkasında kalarak destek verdiği askeri harekatların ne zaman nerede duracağının bilinmediği bir dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) son yıllarda Kürt güçlerine artan ölçüde silah yardımı, kendisine yeni askeri üsler inşa etmesi politikası Ortadoğu’nun zaten yeterince karmaşık jeopolitik dengelerini derinden etkileyecek bir gelişme.

Pentagon’un (bunu devlet içinde devlet gücüne ulaşmış olan CENTCOM olarak okuyun lütfen) geçen ağustos ayında Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ’ne (İKBY) bağlı Peşmerge güçlerine iki düzine 105 mm M119 obüs teslim etmesi daha önceki askeri yığınağın boyutlarını daha da büyüttü.

Aynı zamanda Bağdat ile Erbil arasındaki gergin ilişkileri daha da kötüleştirdi bu hamle. Bağdat dikkate alınmayacağını bile bile, iç çatışmalarda kullanılacağı endişesiyle bu Amerikan silahlarının anayasa uyarınca derhal İrak silahlı kuvvetlerine teslim edilmesi çağrısında bulundu.

İŞİD’e karşı mücadeleyi destekleme bahanesiyle ABD’nin YPG’yi de silahlandırdığı, askeri güçlerine ordu kuracak ölçüde destek verdiği de biliniyor. İran’daki rejime karşı silahlı faaliyetlerde bulunan ayrılıkçı Kürt örgütü PJAK’ı bu ülkeye karşı bir baskı unsuru olarak kullandığı da bir vakıa. Aynı şekilde ABD’nin PKK ile malum bağlantıları ve bu yüzden NATO müttefiki Ankara ile ilişkilerinde güven bunalımı yarattığı da malum.

Kürtlerle ittifak

Hangi açıdan bakarsanız bakın, Washington’un, bölgedeki jeopolitik dengeleri yeniden yapılandırmak amacıyla Kürtleri bir araç olarak kullandığı görülüyor.

Hatırlarsanız, ABD 2003 yılında Irak’ı işgal ettiğinde, Ankara’nın kuzeyden giriş kapısını TBMM kararıyla kapatması üzerine Kürtlerle stratejik bir işbirliği geliştirmeye yöneldi. Irak anayasası McKinsey danışmanlık şirketine yazdırılırken Erbil’e Irak içinde özerk bir statü tanınması sağlandı. İKBY’ye ekonomik, askeri ve siyasi destek vererek bölgede kalıcı bir Kürt varlığı oluşturulması hedeflendi.

ABD’nin Irak ve Suriye’deki Kürtlere yönelik mevcut desteği bu ülkelerdeki siyasi ve askeri dengeleri bütünüyle değiştirdi ve Kürtlerin bölgesel bir aktör haline gelmesine zemin hazırladı. Suriye’de YPG’yi silahlandırarak DAES’e karşı mücadele bahanesiyle bu grupları güçlendirdi. Orada düzenli ordu kurdu, donattı, hatta ismini değiştirterek uluslararası camiaya sanki PKK’dan bağımsizmiş bir “özgürlük savaşçısı” gibi sundu.

Biz diplomasi dilinde bu adımları “salam taktiği” olarak nitelendiriyoruz.

Irak ve Suriye’deki Kürt gruplarına silah desteği sağlanması, PKK’yı “terörist” kabul etse de dolaylı ve doğrudan desteğe devam etmesi, bu bölgelere yeni askeri üsler kurulması, Türkiye ile İran’a karşı uygulanan yaptırımlar, İsrail’e yol açılması, bana sorarsanız, ABD’nin bölgeye yönelik “Büyük Ortadoğu” olarak da bilinen uzun vadeli stratejik planlarının tutarlı birer parçası.

Türkiye dahil birçok bölge ülkesinin protestolarına rağmen bu çizgiden vazgeçmesini kimse beklemesin. Bu politikaların arkasında “zamanı gelince” kalıcı bir bağımsız Kurt devleti oluşturma hedefinin olduğuna dair iddialar yabana atılmayacak kadar güçlü. Elbette, İran’ın vekalet savaşlarını caydırma, gücünü dizginleme ve Çin ve Rusya’nın bölgedeki etkisini kırma amacını da bir kenara not etmek gerekiyor.

İsrail’in stratejik rolü

ABD’nin Kürtlere yönelik silah yardımı ve destek politikası İsrail’in bölgedeki stratejik çıkarlarıyla da tamı tamına örtüşüyor. Hatta büyük ölçüde Tel Aviv ve de ABD’deki güç sahibi Yahudi gruplar tarafından şekillendirildiği bile söylenebilir.

İsrail Ortadoğu’daki güvenliğini sağlamak ve Arap devletlerinin baskısını dengelemek amacıyla uzun yıllardır Kürtlerle işbirliği içinde. İsrail’in, Kürtleri özellikle de Yahudi kökenleri olduğu konuşulan Barzani ailesini “doğal müttefik” olarak görmesi bu işbirliğinin temelini oluşturuyor. Kürt devleti kurulması İsrail’in bölgesel dengeleri kendi lehine çevirmesi açısından önemli bir stratejik hedef.

Neden? Çünkü Irak, Suriye, hatta zamanı geldiğinde İran ve Türkiye’den de kopartılacak topraklar üstünde bağımsız bir Kürt devleti (adeta “yeni bir İsrail”) kurulması bölgede derin ihtilaf ve düşmanlıklar yaratacağından İsrail tek başına kalmayacak, eli biraz rahatlayacaktır.

Barzani ve Talabani rekabeti: Kürt iç dinamikleri

Kürtler arasında tarih boyunca ortak hedef etrafında bir bütünlük olmadı. Bugün de yok. Irak’taki Kürt siyasi sahnesinde uzun yıllardır süregelen Barzani ve Talabani aileleri arasındaki rekabet ABD’nin silah yardımlarıyla daha da keskinleşiyor. Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Talabani’nin Yurtsever Birlik Partisi (PUK) arasındaki güç mücadelesi bölgede Kürt siyasetini şekillendiren önemli bir unsur haline geldi.

Barzani, ABD ve İsrail’in stratejik müttefiki olarak öne çıkarken Talabani’nin İran ile yakın ilişkileri bu rekabeti daha da derinleştiriyor. Suriye’deki YPG ve İran’daki PJAK da ayrı telden çalıyorlar. PKK’nın hem tüm bölge Kürtlerini kontrol etme arzusu hem kendi içindeki ihtilaflar da bütünleşme yerini bölünmeyi beraberinde getiriyor.

ABD ve İsrail, Kürtler arasındaki bu parçalanmışlığı giderebilir, bağımsız “Kürdistan” hedefini gerçekleştirebilir mi, bilemiyorum. Ama çok zor olduğu kesin.

Büyük Ortadoğu Stratejisi ve Türkiye

Bölgenin en güçlü ve büyük ülkesi Türkiye. Kürt asıllı nüfusun çoğunluğu da Türkiye sınırları içinde yaşıyor. Bu nedenle bağımsız Kurt devleti hedefine karşı ortak mücadelede Ankara’nın öncülük etmesi, ortak stratejiler benimsenmesi için çalışmalar yapması bekleniyor.

Tüm bu çabalar henüz yeterince etkili bir sonuç vermediği için Türkiye’nin sınır ötesi güvenlik operasyonlarını artırarak kendisini tehdit eden YPG ve PKK gibi gruplara karşı etkili müdahalelere devam etmesi kaçınılmaz. Özellikle hava ve kara operasyonlarının kombinasyonu, bu grupların lojistik hatlarını ve gizli hareket alanlarını hedef alıyor. Sınır bölgelerinde teknoloji tabanlı gözetim sistemleri ve drone kullanımı artırılıyor. Sınır duvarları ve diğer fiziksel engellerin güçlendirilmesi yasadışı geçişleri azaltmada etki sağlıyor.

Lakin, silahlı mücadelenin tek başına yetmediğini gördüğü için Ankara’nın eş zamanlı olarak bölgedeki Kürtlerin başka küresel güçlerin stratejik aracı haline gelmesini önleyecek “oyun değiştirici” adımları atmayı da ihmal etmemesi gerekiyor.

NATO bünyesinde de teşkilatın ikinci büyük silahlı kuvvetlerine sahip Türkiye’nin daha akıllı ve etkili ortak tavır geliştirmesi elzem. Aynı zamanda, bölgedeki istihbarat kaynaklarını ve analizleri paylaşarak, güvenlik stratejilerinin etkinliğini artırabilir. Ayrıca istihbarat sistemlerinin entegrasyonu ve paylaşımının kolaylaştırılmasına yönelik teknolojik altyapılar güçlendiriliyor.

Bölge ülkeleri ortak tavır geliştirir mi?

Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma çabası, topraklarına göz dikilen İran, Türkiye, Irak ve Suriye gibi komşu bölge ülkeleri için büyük bir tehdit olduğu için ortak tavır geliştirilmesi zorunlu görülüyor.

Nitekim, bu ülkeler toprak bütünlüklerini korumak amacıyla dış destekli Kürt ayrılıkçı hareketlerine karşı bugün başka hiçbir konuda olmadığı kadar kararlı işbirliği ve istihbarat değişimi için çalışıyorlar gibi görünüyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı son Ankara ziyaretinde PKK ve PJAK konusunda ortak mücadeleye kararlı olduklarını teyiden açıkladı. Suriye ile henüz ilişkiler rayına oturmadı, normalleşme sağlanamadı ama istihbarat ve güvenlik teşkilatlarının kapalı kapılar ardında görüştükleri biliniyor. Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler son yıllarda yeniden iyileşti, hatta Basra’dan Ceyhan’a uzanacak Kalkınma Yolu’nun temelleri atıldı.

Ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi, bu kapsamda enerji projeleri, ticaret anlaşmaları, altyapı yatırımları ve bölgesel işbirliği girişimler çok önemli. Karşılıklı bağımlılığın arttırılması çatışma iştahını kapatıyor.

Fazla vakit yok.

Bu yüzden, İran, Rusya, Irak ve Körfez İşbirliği Konseyi dahil tüm bölgesel güçlerle ‘kazan-kazan” koalisyonlar oluşturmak ve de Suriye ile en kısa zamanda el sıkışarak Şam’ı ortak güvenliğe dahil etmek için Ankara akıllı bir strateji üzerinde çalışmalıdır.

Avrupa Birliği ile ilişkilerin, tam üyelik hedefinden giderek uzaklaşarak, 2019’dan bu yana durma noktasına gelmesi, sadece “transactional” dediğimiz işbirliği düzeyinde kalması bu dönemde talihsizlik. Ama hem bazı Avrupa Birliği ülkeleri hem de Brexit ile çıkmış olan Birleşik Krallık bölge denklemlerinde Türkiye ile birlikte hareket edebilir, bu yönde özel bir çabaya gerek var. Çin de yeni denklemde yerini almak isteyecektir.

Aslında Türkiye’nin son zamanlarda ülke içinde yeniden “Kürt açılımı” ve İran-Irak-Suriye güvenlik ve bölgesel işbirliği denklemini kurma yönündeki girişimlerinin bu anlayış temelinde yürüdüğünü tahmin etmek zor değil.