Donald Trump’ın başkan yardımcısı James David Vance ile birlikte Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’i Beyaz Saray’da köşeye sıkıştırması ve medyanın önünde aşağılaması, ciddi bir diplomatik skandal örneği. Önceki gün Macron’u Oval Ofis’te terslemesi, çalışma masasının kenarına itmesi, Polonya Cumhurbaşkanı’nı bir buçuk saat dışarıda bekletip sadece 10 dakika görüşmesi, İngiliz Başbakanı’nın Kral Charles’tan getirdiği mektubu dikkate bile almaması daha az vahim olaylar değil.

Trump’ın daha önce Grönland ve Panama Kanalı’nı gerekirse zorla alacağını söylemesi, Kanada’yı yeni bir eyalet olarak ABD’ye katma arzusu ve on binlerce Filistinlinin İsrail tarafından öldürüldüğü Gazze’yi “Ortadoğu’nun Riviera’sı”na dönüştürme isteği de dikkat çekici. İlk döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektuptaki ekonomiyi tahrip etme tehditleri ve Kürtler hakkındaki demeçleri hâlâ hafızalarda. Bana kalırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan ne kadar geç buluşursa Trump ile o kadar iyi olacak gibi; zira kim bilir torbadan beklenmedik neler çıkabilir?

Büyük bir stratejistin şu sözü kulağımda çınlıyor: “Dünyada, ülkelerde, şirketlerde büyük dönüşümü sadece aptal ya da çılgın liderler gerçekleştirebilir.” Galiba bu doğru bir söz. Çünkü o ince hesaplar yapan, getirisi ve götürüsünü terazide tartan rasyonel liderler, dünyanın ihtiyaç duyduğu köklü dönüşümü gerçekleştiremezler. Geçmişte öyle oldu, bugün de öyle; gelecekte de olacağının tüm işaretlerini görüyoruz.

Yeni dünya düzeninin kurulmasını bekliyoruz, 1991’de Berlin Duvarı’nın çökmesiyle Soğuk Savaş’ın bitişinden bu yana 34 yıldır. Hangi alanda çalışıyorsanız çalışın; ister siyasetçi, ister sanatçı, ister asker, ister şirket yöneticisi olun, bugün “çılgın” olanlar daha gözde. 20 Ocak’ta Amerikan seçmeni çılgınlığı tescilledi. Hakkında onlarca mahkeme kararı ve mahkumiyet olan, 2017-2021 döneminde yaptıkları ortada olan ve Biden’e kaybettiği seçim sonuçlarını tanımayan Donald Trump, taraftarlarını Kongre binasını işgal etmeye tahrik etmekle suçlandı, ama buna rağmen yeniden iktidara taşındı. Bu, sıradan liderlerden umudunu kesen seçmenlerin bir tercihiydi; çünkü Trump’ın ilk dönemindeki eylemleri, ikinci dönemde yapacaklarının teminatı gibiydi. Ve bizi yanıltmadı.

Çağımızın “çılgın liderler çağı” olacağına dair görüşlerimi paylaştığım arkadaşlarım sıkça garipsiyor. Bugünün karmaşık sorunlarını çözme konusunda geleneksel, sıradan ve meydan okumaktan kaçınan liderlerin yetersiz kaldığını savunduğumda, çoğu zaman burunlarını kıvırıyorlar. Akıllarına hemen Adolf Hitler, Joseph Stalin, Idi Amin, Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi ve Kim Jong-un gibi büyük yıkım ve katliamlarla anılan figürler geliyor. Çılgın liderlerin genellikle kötü bir imajla anılması, geçmişte yaşanan korkunç olaylardan kaynaklanıyor. Evet, bazı çılgın liderler despotluklarıyla insanları felaketlere sürüklediler. Hâlâ benzeri bir çizgide ilerliyorlar.

Ancak ben, çılgınca vizyon ve kararlara sahip, ülkelerini birçok badireden geçiren ve devrimleri gerçekleştiren Kemal Atatürk, Winston Churchill, Lee Kuan Yew, Mahatma Gandhi, Nelson Mandela, Fidel Castro gibi liderlerin de olduğunu savunuyorum. Bunlar, tarihin dönüm noktalarında cesur, hatta çılgınca kararlar alarak toplumlarının kaderini değiştirdiler.

Geleneksel liderler, mevcut sistemlerin içinde kalarak genellikle risk almaktan, ihtiyaç duyulan köklü dönüşümleri başlatmaktan kaçınıyor; eski deyimle “idare-i maslahat” seviyorlar. Oysa günümüz dünyası, hızlı değişimlerle dolu ve karmaşık sorunlar karşısında yenilikçi çözümlere ihtiyaç duyuyor. Atatürk, 1923-1938 arası 15 yılda (ki son iki yılını hastalıkla geçirdi) dünyada eşi benzeri görülmedik, en yakın arkadaşlarının bile kavrayamadığı, desteklemediği reformlar gerçekleştirdi; ülkesine çağ atlattı. Gandhi’nin pasif direnişi, o zamanlar birçok insan için çılgın bir fikir gibi görünüyordu ama bu yaklaşım, Hindistan’ın bağımsızlığına giden yolu açtı.

Mandela, apartheid rejimine karşı verdiği mücadeleyle pek çokları için “delilik” olarak görülebilecek adımlar attı; cesareti ile Güney Afrika’da derin bir toplumsal değişim ve uzlaşma yarattı. Lee Kuan Yew, Singapur’u sıfırdan inşa ederken aldığı radikal kararlarla ülkesini hızla gelişen bir ekonomiye dönüştürdü. Onun yöntemleri birçok insan için otoriter gibi görünse de, sonuçları ülkesine son derece olumlu oldu. Castro’nun Küba’daki reformları da benzer bir çerçevede değerlendirilebilir.

Sıradan liderlerin yetersiz kaldığı ortamlarda, bu tür çılgın liderlerin cesaretle aldığı kararlar, toplumsal dönüşümlerin gerçekleşmesine ve ülkelerin ileriye doğru yeni hamleler yapmalarına zemin hazırladı; tarihin akış yönünü değiştirdi. Liderliği, siyah beyaz bir şekilde tanımlayamayız. Her birinin güçlü ve zayıf yönleri var. Sıradan liderler, bazen yeterli cesareti gösteremeyerek toplumu geride bırakırken, çılgın liderler – doğru yönde ve iyi niyetle hareket ettiklerinde – büyük başarılara imza atabiliyorlar. Ya da tarifsiz felaketlere.

Liderlik tartışması, bana sorarsanız, sadece çılgınlık ya da sıradanlıkla sınırlı kalmamalı. Çılgın liderler, risk alabilme ve yenilikçi düşünme yetenekleriyle – dikkatli bir denge ve etik bir yönlendirme olursa – toplumu ileri taşıyabilir. Bu nedenle, farklı liderlik tarzlarını anlamak, toplumsal ilerleme açısından büyük önem taşıyor.

Bugün normal zamanlardan geçmediğimiz aşikar; dünya, her zamankinden daha karmaşık ve belirsiz. Önümüzdeki dönem, geçmişe göre çok daha zorlu geçecek. Sorunların doğası ve meydan okumalar, önümüze çıkan fırsatlar, önceki dönemlerle kıyaslanamayacak derinlikte evrim geçirdi. Artık eski mantıkla hareket eden liderlerin, bugünün hızlı değişen dinamiklerini yönetme kapasitesine sahip olmadığını hepimiz fark ediyoruz. Lider açığı ciddi bir sorun.

***

Yepyeni bir liderlik anlayışının doğuşuna tanıklık ediyoruz. Bu dönüşüm, yalnızca siyasetle sınırlı değil; iş dünyasından sanata, teknolojiden diplomasi ve askeri alana kadar geniş bir yelpazede etkisini hissettiriyor. Beklentilerimiz, önceliklerimiz ve liderlerden olan umutlarımız köklü bir değişim geçiriyor. Yenilikçi düşünce, esneklik ve yaratıcılık, yeni dünya düzeninin vazgeçilmez unsurları olarak öne çıkıyor. Bu, yalnızca liderlik anlayışının bir evrimi değil; bir çağın yeniden doğuşunu simgeliyor.

Ancak bu “çılgın” liderler, iki yönlü bir riski de beraberlerinde getiriyor. Alışılmadık ve cesur stratejilerle öne çıkan bazı liderlerin politikaları, büyük değişim ve ilerleme vaadi sunarken, bir yandan da kargaşa ve felaket risklerini doğurabiliyor. Peki, bu liderler gerçekten bir çağ atlatacak mı, yoksa dünyayı felakete mi sürükleyecek?

“Çılgın” liderlerin en belirgin özelliği, mevcut sistemleri sorgulamak ve alışılmışın dışında düşünebilmeleridir. Xi Jinping’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Çin’in küresel etkisini artırmayı hedefleyen geniş bir proje. Asya, Avrupa ve Afrika’yı kapsayan bu altyapı ve ticaret ağı, Çin’in ekonomik ve politik gücünü pekiştirmeyi amaçlıyor. Ancak bu strateji, uluslararası ilişkilerdeki güç dengesinin değişmesine ve yeni gerilimlerin doğmasına yol açabilir.

Donald Trump ise, ilk görev süresinde geleneksel diplomasi anlayışını sarsarak Amerika’nın uluslararası ilişkilerdeki rolünü yeniden tanımlamaya çalıştı. Ticaret savaşları ve müttefiklerle yaşanan gerilimler, Trump’ın “Amerika önce” politikasıyla ivme kazandı. Bu yaklaşım, bazıları için ulusal bir yenilenme olarak değerlendirilse de, ikinci döneminde dünya genelinde ciddi belirsizlikler yaratmaya devam ediyor.

Brezilya’nın çevresel politikalarını dönüştürme iddiasıyla öne çıkan Jair Bolsonaro da dikkat çekiyor. Amazon ormanlarının korunmasına yönelik tehditler ve yerli halkların haklarına yapılan saldırılar, Bolsonaro’nun politikalarının hem ulusal hem de küresel düzeyde yaratabileceği felaketleri gündeme getiriyor.

***

“Çılgın” liderlerin gelecekteki etkisi, büyük ölçüde halklarının ve uluslararası toplumun tepkilerine bağlı. Bu liderler, toplumsal ve çevresel sorunlara yanıt verirken, sürdürülebilir bir gelecek inşa etme sorumluluğuna sahip. Başarılı bir liderlik, yalnızca kısa vadeli kazançlarla değil, aynı zamanda uzun vadeli hedeflerle de ölçülmeli. Eğer bu liderler, sürdürülebilirlik ve sosyal adalet ilkelerini göz ardı ederse, toplumlar ve gezegen büyük bir felakete sürüklenebilir.

Sonuç olarak, “çılgın” liderlerin çağ mı atlatacağı, yoksa felakete mi sürükleyeceği sorusu, yalnızca liderlerin vizyonlarıyla değil, bu vizyonların nasıl uygulandığı ve toplumların bu süreçte nasıl tepki verdiği ile şekillenecek. Gelecekteki gelişmeler, bu liderlerin yarattığı değişimlerin ne yönde ilerleyeceğini belirleyecek. Dolayısıyla, liderlerin cesaretinin yanında sorumluluklarını da dikkate almaları, hem ulusal hem de küresel düzeyde daha sürdürülebilir bir geleceğin inşa edilmesi için hayati öneme sahip.

Bana öyle geliyor ki, önümüzdeki dönemde ne demokrasi, ne ortak idealler ve değerler, ne de insan hakları gündemin ana konuları olacak. Varsa yoksa güç mücadelesi, kaba güçle müdahale, yeni bir emperyal düzen ve artan çatışma riskleri bizimle beraber olacak. Avrupa Birliği ve 27 üye ülkesi silkinirse, Çin “barışçıl yükseliş” stratejisini bir kenara itip ABD’yi karşısına alırsa, belki farklı bir yola evrilme ihtimali ortaya çıkabilir.

Türkiye de, tepinen fillerinin arasında kalmadan kendi ülkesinde ekonomik, siyasi ve sosyal istikrarı sağlamak, “yumuşak karnı” olan zafiyetlerini acilen gidermek ve iç barışı tesis etmek yoluyla yeni dünya düzeninde açılan fırsat penceresini akıllıca değerlendirmek zorunda. Bu tür dönemler her zaman gelmeyebilir.