Tıpkı Türkiye’deki milyonlarca insan gibi ben de ismimi İslam peygamberi Hz. Muhammed’in adından türetilmiş bir biçimiyle taşıyorum. Anlamı derin, çağrışımı güçlü, aidiyeti yüksek bir isim.

Soyadım “öğüt veren kişi” demek. Sanırım yaşam boyu edindiğim rehberlik ve yön gösterme alışkanlığıyla da uyumlu.
Yıllar içinde şunu fark ettim: İsimler sadece bizi çağırmaya yarayan işaretler değil. Onlar aynı zamanda kimliğimizi, kültürel aidiyetimizi, hatta bazen kaderimizi şekillendiren güçlü semboller. Bir toplumun kendisini nasıl tanımladığına, nereden gelip nereye gittiğine dair ipuçlarını isimlerde bulmak mümkündür.

Kültürel Arada Kalma Hali

Türkiye gibi hem Doğu’yla hem Batı’yla tarihsel bağları olan, farklı dinî ve etnik mirasların buluşma noktası olan ülkelerde bu isim meselesi daha da karmaşık hale geliyor. Örneğin halk arasında “Arapça” sanılan ama aslında kökeni İbranice olan şu yaygın isimlere bir bakalım:
•           Gabriel – Cebrail
•           Michael – Mikail
•           David – Davud
•           Isaac – İshak
•           Moses – Musa
•           Solomon – Süleyman
•           Eve – Havva
•           Adam – Adem
•           Joseph – Yusuf
•           Abraham – İbrahim

Bu isimler semavi dinlerin ortak figürlerinden yola çıkılarak tüm dünyaya yayılmış. Zamanla Arapça formları üzerinden Türkçeye girmiş. Elbette dinî değerleri açısından bu isimleri yadırgamıyoruz. Ancak bu isimlerin sadece “İslami” değil, aynı zamanda İbrani-Hıristiyan geleneğine ait olduğunu da bilmek önemli.

Bu isimler Musevi-Hıristiyan-İslam geleneğinin ortak peygamber figürleri aracılığıyla tüm dünyaya yayılmış; zamanla Arapça üzerinden bizim dilimize de geçmiş.

Gercek Anlamını Biliyor Muyuz?

Bir ismin kökeni Arapça ya da İbranice olabilir; bu onu kötü yapmaz elbette. Ancak çocuğumuza “Osman” ismini verirken onun anlamının “yılan yavrusu” olduğunu biliyor muyuz? Ya da “Fatma”nın “sütten kesilmiş,” “Hatice”nin “vaktinden önce doğmuş,” “Zeynep”in “tombul deve” anlamlarını taşıdığını?

Bunları yalnızca bilgi vermek için yazıyorum; yargılamak için değil. Çünkü mesele sadece dil meselesi değil; kültürel bilinç meselesi.

Türkler tarih boyunca İslamiyet’e büyük katkılarda bulunmuş, onu kendi kültürüyle yoğurmuş, “Islam’ın Kılıcı” olagelmis bir millet, hatta Filistin davasına Araplardan daha fazla sarılan, onların yok olmalarının önüne set çekmeye çalışan bir millet.

Ama din ile Arap kültürünü aynılaştırmak Türk kimliğini Arap kimliği içinde eritmek yanlış. Şalvarı, hurmayı, Arapça isimleri “dinî zorunluluk” gibi gören bir anlayış farkında olmadan başka bir milletin kültürünü kendi özümüzün önüne koymaktadır.

İsimler bu asimilasyonun ilk adımı olabilir.

Diline, ismine, kültürüne yabancılaşan bir toplum zamanla benliğini de kaybeder.

Günlük Hayatımızda İsmin Sessiz Etkisi

İsim yalnızca bir ses değil. Psikolojide “isim etkisi” denen bir olgudan söz edilir. İnsanlar isimlerinin ilk harfiyle başlayan ürünlere, markalara ve hatta eş adaylarına kendilerini daha yakın hisseder. Bir bireyin özgüveni, sosyal ilişkileri, hatta işe alım süreçlerindeki başarısı bile adıyla doğrudan ilişkilidir.

Yapılan bir araştırmada Anglo-Sakson kültüründe “kolay telaffuz edilen” isimlerin iş dünyasında daha hızlı yükseldiği, “farklı ve yabancı” bulunan isimlerin ise dışlanabildiği görülmüştür.

Türkiye’de de benzer bir durum var. “Alp,” “Deniz,” “Ece” gibi nötr ve modern Türkçe isimler hem yurtiçinde hem yurtdışında daha kolay kabul görüyor.

Japonya ve İsrail Neden Israrcı?

Bugün Japonya’da çocuklara Batılı isimler verilmez.

Hiroshi, Akira, Yuki, Kenji gibi adlar hâlâ yaygındır. Japonlar küresel rekabetin içinde kendilerini korumanın yolunu, önce kendi dil ve kültürüne sahip çıkmakta bulmuştur. Benzer şekilde İsrail 1948’de kurulduğunda Avrupalı Yahudilere İbranice isimler almayı zorunlu kıldı. Abraham’lar “Avraham” oldu, Rachel’ler “Rahel”… Çünkü bir ulus-devlet inşa etmek önce isimlerle başlar.

Peki Türkiye neden kendi isim mirasını bir kenara bırakıp başka medeniyetlerin izini sürüyor?

Osmanlı’da Başlayan Yozlaşma mı?

Osmanlı İmparatorluğu’nda da başlangıçta Oğuz Türklerinden gelen padişahlar Türkçe isimler taşıyordu… Ancak özellikle 16. yüzyıldan itibaren “Süleyman, Mustafa, Ahmed, Mahmud, Selim, Abdülhamid, Abdülmecid” gibi Farsça ve Arapça etkili isimler yaygınlaştı. Saray hayatıyla beraber Türkçenin özgün isim dağarcığı gölgede kaldı.

Bu bir “kültürel yozlaşma” mıydı, yoksa bir “medeniyet tercihi” mi? Bu sorunun yanıtı tarihçilerin konusu. Bu değişim Osmanlı’da yalnızca bir isim tercihi değildi; zihin dünyasının, kimlik algısının, aidiyet yönünün değişimiydi aynı zamanda. Dilde ve isimlerde başlayan bu dönüşüm zamanla kültürel asimilasyonun ve Osmanlı’nın kacınılmaz dokusunun zeminini hazırladı.

Öz Türkçe Varken Neden Başkası?

Oysa bizde çok güzel öz Türkçe isimler var:

Kızlarda: Gonca, Yonca, Irmak, Gül, Doğa, Başak, Işıl, Öykü, Sevim, Aykız, Bengü, Umay, Ceylan, Elif.
Erkeklerde: Yiğit, Alp, Kutlu, Umut, Baran, Deniz, Mert, Taner, Ege, Oğuz, Uğur.

Bu isimler yalnızca kulağa hoş gelmiyor; aynı zamanda köklerimizi, doğayla bağımızı, millet kimliğimizi de yansıtıyor.
Ne yazık ki isim koyarken sadece dini ya da geleneksel değil zaman zaman mantıksız, alay konusu yapılabilecek hatta incitici tercihler de karşımıza çıkıyor. Örneğin: Dursun, Yeter, Satılmış, Durmuş, Döndü, Güldane – Dönemin düşünsel yapısını yansıtıyor ama günümüzde çocuğu zor durumda bırakıyor. Topal Hasan, Deli Hüseyin, Kör Mahmut – Fiziksel veya zihinsel özellikleri öne çıkaran sıfatlarla adlandırma, kişinin yaşamı boyunca travmatik etkiler yaratabiliyor.

İsim Seçmek Bir Kültür Eylemi

Bu nedenle isim koymak sadece bir bebek için değil bir toplumun kültürel rotasını belirlemek açısından da önemlidir. Çünkü çocuklarımızla birlikte geleceği inşa ediyoruz. Ve her çocuk ismini bir ömür boyu taşıyor.

Peki isim verirken nelere dikkat etmeli?
•           Anlamını bilin: Sadece kulağa hoş geldiği için değil, anlamı da olumlu ve değerli olsun.
•           Kolay telaffuz edilsin: Hem Türkçede hem dünyada rahat kullanılabilir olması çocuğun yaşamını kolaylaştırır.
•           Kültürel aidiyet taşısın: Mümkünse Türkçeye, Anadolu’ya, doğaya, tarihe dayansın. Gayet tabii ki etnik ya da dini aidiyeti nereye ise insanlar o kulturun isimlerini secmekte de ozgur olmalı. Kimseye isim empoze edilemez.
•           Zamana dirensin: Moda isimler çabuk demode olur. Zamansız isimler tercih edilmeli.

Dilini, İsmini Unutan Kökünü de Unutur

Unutmayalım, ismini kaybeden kimliğini de yitirir. Kökünü unutan başka milletlerin gölgesinde yaşar.
Bu nedenle, isminiz kadar sizsiniz, kendinizi adlandırdığınız gibi yaşarsınız, adınıza yüklediğiniz anlam yaşama verdiğiniz anlamla buluşur.

Bugün yeni bir başlangıç yapabiliriz. Çocuklarımıza isim verirken köklerimize kulak verelim. Hem bireysel hem toplumsal kimliğimizi daha bilinçli şekilde taşıyalım.

Çünkü isim bir çocuğa verilen ilk hediyedir. O hediye kimliğini belirler. Ve kimliğini koruyan geleceğini de korur.