“Enseyi karartmayalım” sözünü ilk kez Çetin Altan’dan duymuştum. O an bile bunu basit bir iyimserlik çağrısı olarak değil; en zor koşullarda dahi zihni açık, iradesi sağlam, ruhu dik kalmaya yönelik bir öğüt olarak anlıyorum. Hâlâ da öyle hissediyorum.

Türkiye’de ne zaman zor bir dönemden geçsek bu söz yeniden dolaşıma giriyor. Çünkü aslında bu ülkenin derinlerinde yer etmiş bir direnç kültürüne işaret ediyor. Ve o kültürün en güçlü temsilcisi hâlâ Mustafa Kemal Atatürk.

Bir Lideri Ayakta Tutan Umut Değil, Dirençtir

Bugün iş dünyasında, siyasette, bürokraside ya da günlük hayatta birçok kişinin en küçük engelde morali bozuluyor. Oysa Atatürk’ün 1919’da yola çıktığı koşullara baktığımda, umut dediğimiz şeyin bir duygu değil; bir strateji, bir yaşam biçimi olduğunu görüyorum.

O günlerde:

Ülke işgal altında.
Halkın büyük kısmı okuma yazma bilmiyor.
Ekonomi çökmüş, ordu dağılmış, kurumlar çürümüş.
İstanbul’daki yönetim teslimiyet psikolojisinde.
Yakın çevresinde bile tereddüt, korku ve belirsizlik var.

Ve tam o anda bir kişi çıkıp şunu söylüyor:
“Bu ülke yeniden ayağa kalkıyor. Bilimle, hukukla, eğitimle, eşitlikle… Yeni bir Cumhuriyet kuruyoruz.”

Bu sadece askeri deha değil; olağanüstü bir dayanıklılık, berrak bir zihin ve demir gibi bir kararlılık. Atatürk belki “enseyi karartmayalım” demiyor; ama o sözün ruhunu her anında taşıyor.

Bugün büyük hedefleri olan Türk girişimcileri, diplomatları, bilim insanlarını ve genç profesyonelleri en çok besleyen şey de bu örnek oluyor.

Engeller Hiç Eksik Olmuyor – Yürümek Şart

Diplomasi, enerji, devlet yönetimi ve uluslararası iş dünyasında geçen yıllarımda aynı dersi tekrar tekrar görüyorum:
Engeller hiçbir zaman bitmiyor; ama pes etmeyenler, yolundan dönmeyenler kazanıyor.

Kıskançlık çıkıyor.
Gölgeleme çıkıyor.
Bürokratik engeller çoğalıyor.
Başarılar küçültülürken, hatalar büyütülüyor.

Ama güven ilişkisi kuran, sahici davranan, yaratıcılığını diplomatik bir sermayeye dönüştüren, yürümeye devam eden insanlar fark yaratıyor.

Geçmişte de böyle. Bugün de böyle.
Yeni küresel düzende de Atatürk gibi engeli mazeret değil, yakıt olarak görenler öne geçiyor.

Atatürk’ün Umut Mühendisliği

Atatürk’ün liderliğini sadece askeri başarılarla açıklamak bence büyük bir eksiklik olur. Onun en büyük başarısı, bir milletin zihinsel haritasını yeniden çizmesi.

Bugünün liderleri için Atatürk’ün yaklaşımından üç temel ders sürekli güncelliğini koruyor:

1. Umut bir lüks değil, strateji.

Atatürk toplumu sadece teselli etmiyor; onu harekete geçirecek zihinsel alanı yaratıyor.
Bugünün şirketleri, kurumları, ekipleri de tam olarak buna ihtiyaç duyuyor.

2. Değişim tepeden başlıyor ama toplumla birlikte ilerliyor.

Atatürk reformları dayatmıyor; anlatıyor, ikna ediyor, toplumla beraber yürütüyor.
Bugünün dönüşüm liderleri için belki de en kritik eksik bu.

3. Engeller sürecin doğal parçası.

Atatürk’ün başarısı engellerin olmamasında değil; engeller varken hız kesmemesinde.

Bugün Türkiye ekonomide, teknolojide, enerji dönüşümünde, eğitimde ve dış politikada yeni bir sıçrama arıyor.
Bu sıçrama sadece teknik planlarla değil; zihinsel dayanıklılıkla, kolektif kararlılıkla mümkün.

“Enseyi Karartmayalım” Bir Teselli Değil, Bir Liderlik Modeli

Atatürk’ün hayatı bize şunu anlatıyor:
Gerçek liderlik, zorlaşınca masayı devirmek değil; şartlar ne olursa olsun o masayı yeniden kurmak.

Bugün Türkiye’nin ihtiyacı tam olarak bu:

Günübirlik kaygıdan uzun vadeli akla geçmek…
Bireysel rekabetten ortak vizyona geçmek…
Korkularla değil, kapasiteyle yol almak…
Küresel rekabetin sertleştiği bir dönemde moral değil, stratejik dayanıklılık üretmek…

Bütün bu zihinsel sıçramanın başlangıç cümlesi aslında çok basit:
Enseyi karartmayalım.

Bu bir teselli değil; bir tutum, bir direnç, bir strateji.