Ortadoğu’nun dinamik jeopolitiği hem Türkiye’yi hem de İsrail’i içinden geçmekte olduğumuz dönemde kritik ve kaygan bir kavşakta buluşturuyor.

İsrail Gazze’deki Hamas tehdidini bertaraf etmek için kapsamlı bir askeri operasyon başlattı, binlerce Filistinli yerinden edildi, hayatını kaybetti. Kuzeydeki sınırlarını Hizbullah’a karşı tahkim etmeye çalışıyor. Üst düzey Hamas ve Hizbullah liderlerinin suikastleri gerilimi daha da tırmandırıyor.

İsrail’in önümüzdeki haftalarda İran’a saldırı hazırlığı yaptığına dair güvenilir kaynaklardan gelen raporlar bölgedeki tansiyonu daha da yükseltiyor.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beklenmedik bir şekilde İsrail’in Türkiye’ye yönelik saldırganlık planları olabileceğine dair uyarıları gelince bölge çok kritik yeni bir eşiğe gelmiş durumda.

Tel Aviv’de konuştuğum kaynaklar İsrail’in Türkiye gibi büyük bir bölgesel güce saldırmasının çılgınlık olacağını, bu sözlerin muhtemelen ülke içi tüketim için sarfedldiğini belirterek kabinede ciddiye alınmadığını, bu nedenle de tırmandırmamak için karşılık verilmediğini belirtti.

İsrail bölgedeki askeri hamleleri gerçekleştirirken Abraham Anlaşmaları çerçevesinde Körfez ülkeleriyle kurduğu ittifakı ve Azerbaycan’la geliştirdiği stratejik iş birliğini kesintisiz sürdürüyor.

Aslında Hamas ve Hizbullah’ın askeri gücünün zayıflaması, İran’ın etkisinin kırılması bölgedeki diğer ülkeler tarafından gizli bir memnuniyetle izleniyor.

Ancak tüm bu hamlelerin insani bedeli, masum sivillerin ölümü ve acı çekmesi bölgesel aktörlerin politikalarını ahlaki bir sorgulamayla karşı karşıya bırakıyor.

Türkiye’nin kavşağı: Doğu mu Batı mı?

Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olan Türkiye bugün yeniden tarihi bir karar noktasında.
Yüzyıllardır bölgenin merkezi olan bir güç olarak Doğu ile Batı arasındaki üzerinde çok konuştuğu o dengeyi yeniden tanımlamak zorunda.

Türkiye kendi menfaatleri doğrultusunda yeniden tanımlayarak ABD, Avrupa Birliği ve İsrail ile olan geleneksel ittifaklarını mı sürdürecek, yoksa Batı’dan yeterince anlayış ve destek görmediği için Çin, Rusya ve İran eksenine doğru mu kayacak?

Bu temel tercihin Türkiye’nin ekonomik, güvenlik ve siyasi geleceğini derinden etkileyeceğine kuşku yok.
Son dönemde Türkiye’nin BRICS’e katılım tartışmaları da hız kazanırken Ekim 2024’te Kazan’da yapılacak zirve öncesinde bu konu daha da karmaşık hale geliyor.

Türkiye’nin uzun süredir dillendirdiği “Doğu ile Batı arasında köprü” rolü bu kritik dönemde ciddi testlere tabi tutulacak. Bu hassas dengeyi kurmak çok usta liderlik gerektiriyor, gerçekleşmesi ne yazık ki hiç kolay olmayacak.

Batı ile ilişkilerin yeniden inşası: Geleneksel dayanaklar

Türkiye’nin ABD, AB ve İsrail ile olan ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dış politikasının temelini oluşturdu.

1952’de NATO’ya üyeliğinden bu yana Türkiye’nin Batı ile olan stratejik önemi Soğuk Savaş sonrası dönemde ciddi aksamalara uğramış olsa da pekişmiş durumda. Çin’den Almanya’ya, Rusya’dan Suudi Arabistan’a uzanan geniş bir etki alanına sahip Türkiye meşru güvenlik kaygıları müttefiklerince yeterince dikkate alinmasa da NATO’nun en kritik üyelerinden biri olmayı sürdürüyor. İttifak içinde ikinci büyük silahlı kuvvetlere sahip. OECD, Avrupa Konseyi ve AB aday üyesi.

Ekonomik anlamda ABD ve AB Türkiye’nin en büyük ticaret ortakları olmaya devam ederken İsrail de daha küçük bir ekonomik hacme sahip olmasına rağmen savunma, istihbarat ve teknoloji alanlarında önemli bir partner.

Son dönemde İsrail ile ilişkilerin yeniden canlanması özellikle savunma ve enerji alanında ortak çıkarlar çerçevesinde mümkün görünüyordu ki 7 Ekim saldırısı ve İsrail’in misillemeleri bu süreci şimdilik durdurdu.

Yeni ittifaklar: Fırsatlar ve riskler

Dünya güç dengesi değişirken Türkiye Batı ile olan gerilimlerinin etkisiyle Çin, Rusya ve İran ile yeni ilişkiler geliştirmeye başladı. Dünyanın ağırlık merkezi de zaten Asya Pasifik bölgesine doğru kayıyor, yeni bir küresel düzenin temellileri atılıyor.

Bu ilişkiler ekonomik ve stratejik fırsatlar sunsa da bağrında ciddi riskler de barındırıyor.

Rusya, Türkiye ile kritik enerji ve savunma projelerinde işbirliği yaparken her iki ülkenin bölgesel çıkarları her zaman örtüşmüyor Suriye’de, Kafkaslarda, Orta Asya’da, Karadeniz ve güneydoğu Avrupa’da. Çin’in “Kuşak ve Yol” girişimi Türkiye’ye büyük yatırım olanakları sağlarken bu projeler uzun vadede bağımsız hareket etme kabiliyetini sınırlayabilir.

Yeni seçilen cumhurbaşkanı Azeri asıllı olan İran ise hem bir rakip hem de bir partner olarak Türkiye’nin karşısında duruyor. İki ülke Suriye ve Irak gibi bölgelerde çatışan çıkarlarına rağmen enerji ve ticaret alanında iş birliği yapma eğiliminde.

Türkiye, İran’la ilişkilerinde dikkatli bir denge politikası izleyerek hem bölgesel hem de küresel düzeyde etkili bir aktör olma hedefini sürdürmeye çalışıyor.

İsrail ile stratejik yakınlaşma: Zorunlu pragmatizm

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir izledi. Ama İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudilere kucak açtığından bu yana derin bir sempati var İsrail’den Türkiye’ye.
Bununla birlikte, 2010’da Mavi Marmara olayı ile ilişkiler dibe vurmuş olsa da son dönemde her iki ülke de ilişkileri normalleştirme yönünde adımlar atmaya başladı.

Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri enerji işbirliğini mümkün kılabilirdi. Ama olmadı. Bu tür enerji projeleri hem Türkiye’nin enerji arz güvenliğini artırabilir hem de İsrail’in Avrupa pazarına erişimini kolaylaştırabilir.

Ancak bu tür bir iş birliğinin gerçekleşmesi sadece ekonomik ve teknik değil, aynı zamanda siyasi ve güvenlik engellerin de aşılmasını, karşılıklı güvenin yeniden tesis edilmesini gerektiriyor.

Türkiye’nin Filistin meselesine olan hassasiyeti İsrail ile olan ilişkilerinde önemli bir zorluk teşkil ediyor. Buna rağmen, uzun vadeli çıkarlar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin İsrail ile stratejik işbirliğini derinleştirmesi içinde bulunduğumuz çatışmalar durulduğunda kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye’nin stratejik rotası: Dengeyi koruma sanatı

Türkiye’nin mevcut dış politikası geleneksel Batı ittifakları ile yeni doğmakta olan güçlerle dengeli bir ilişki kurmayı gerektiriyor.

ABD, AB ve İsrail ile ilişkilerin yeniden canlandırılması Türkiye’nin ekonomik istikrarı ve güvenliği açısından kritik. Ancak Türkiye’nin Rusya, Çin ve İran ile olan ilişkileri de bölgesel etkisini artırma potansiyeli taşıyor. Bu noktada Türkiye’nin aşırı bağımlılıktan kaçınarak çok yönlü bir dış politika izlemesi gerekiyor.

Yeniden tanımlanacak önümüzdeki 25 yıllık bir stratejik vizyon çerçevesinde İsrail ile ilişkilerin inşası ve ilerletilmesi bence önemli fırsatlar sunabilir. Özellikle İsrail’in finans, teknoloji ve medya alanlarındaki gücü Türkiye’nin Batı dünyasında karşılaştığı zorlukların aşılmasında Yahudi lobisinin devreye girmesinde kritik rol oynayabilir. Bu bağlamda iki ülkenin uzun vadeli çıkarlar doğrultusunda işbirliği yapmasının her iki taraf için de faydalı olacağına inanıyorum.

Türkiye’nin bölgesel rolü: Çok kutuplu bir dünyada köprü olmak

Dünya çok kutuplu bir düzene doğru evrilirken Türkiye sadece bölgesel bir güç değil, küresel düzeyde de söz sahibi bir aktör olma şansına sahip. Bu fırsatı değerlendirebilmek için Türkiye’nin hem Batı hem de Doğu ile dengeli bir dış politika izlemesi kritik öneme sahip.

Özellikle İsrail ile olan ilişkilerde kısa vadeli ve duygusal patlamalarla tepkisel politikalardan kaçınıp uzun vadeli stratejik çıkarlar doğrultusunda hareket etmek Türkiye’yi bölgesinde şimdi olduğundan daha güçlü lider bir ülke haline getirebilir.

Türkiye’nin bu süreçte üstleneceği arabuluculuk ve dengeleyici rol bölgedeki diğer aktörler üzerinde de izleyici değil oyuncu kurucu olarak daha büyük bir etki yaratacaktır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde izleyeceği dış politika sabırlı, kararlı, fevri olmaktan uzak, akılcı, imkan ve kabiliyetlerimiz ile uygun ve Türkiye’nin menfaatlerini önceleyen şekilde olmalı.

Doğu ile Batı arasında kurduğu köprü rolünü güçlendiren pragmatik ve dengeli bir dış politika anlayışı Türkiye’yi uluslararası arenada daha güçlü bir konuma taşıyacaktır. Türk-İsrail realpolitiği bizi doğru istikamete yönlendirecektir ama direksiyonda iki ülkenin akıllı stratejik liderleri olduğu takdirde.