Ben doğanın aslında toplumların kimliği olduğuna inanıyorum. Kendi insanına değer vermeyen bir toplum doğasına nasıl değer verebilir ki?
Doğaya dokunduğumuz her an sadece kendimize değil, geleceğe de dokunmuş oluyoruz. Bu yüzden doğayı korumak bir sorumluluktan çok, bir yaşam biçimi. Vicdan ve ahlak.
Kısa Vadeli Çıkarlar ve Doğanın Tahribatı
Insanlar “bugün”ün kazancını “yarın”ın bedeliyle takas ediyor. Ekonomik çıkarlar, kâr hırsı ve sonsuz tüketim arzusu, doğayı hoyratça sömürmemize neden oluyor. Fakat unuttuğumuz bir şey var: Bu kısa vadeli kazançlar uzun vadede büyük felaketlere yol açıyor. Ekosistemleri çökertiyor, iklim değişiyor, doğanın bize sunduğu nimetler azalıyor ya da kirleniyor.
Doğanın tahrip edilmesi, insanlık için sadece çevresel ya da ekolojik bir felaket değil, aynı zamanda ikamesi yüzyıllar boyunca mümkün olamayacağı için bir varoluş krizi. Herkesin “benim tek başıma eylemlerim neyi değiştirir ki” dediği o anlarda aslında büyük bir değişimin kapısını aralama fırsatı var.
Çünkü herkesin atacağı küçük bir adım zamanla ve topluca dev bir dönüşüm yaratabilir.
Karaburun’un Korunması: Bir Cennet Kaybolmamalı
Ege’nin kalbinde, Türkiye’nin en batısında yer alan Karaburun doğanın hediyelerinin en nadir örneklerini barındıran bir cennet. Ziyaret eden ya da yaşayan herkes bunu teslim ediyor.
Benim de Tepeboz Köyünde çok sevdiğim, huzur bulduğum, oksijen koridorunun üstünde, fırsat buldukça kaçtığım bir evim var.
Ancak bu cennet hızla büyüyen betonlaşma, maden projeleri, balık çiftlikleri ve sınır tanımayan enerji yatırımlarının tehdidi altında. Karaburun sadece yerel halk için değil, tüm ülke için paha biçilmez bir miras. Ancak bu değer bilinçsiz projelerle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Gelişigüzel çakılan her bir çivi, yükselen her bir inşaat bölgenin eşsiz ekosisteminin dengesini bozan bir darbe olarak karşımıza çıkıyor.
Kimse bana “inşaat, enerji, maden ihtiyaç ne yapalım” demesin; gidin başka yerde yapın, bu ülke için başlı başına değerli bir hazine olan Karaburun’un ikamesi mümkün değil ama enerji, maden, inşaat her yerde mümkün.
Mustafa Özer, Karaburun Kent Konseyi Başkanı. Yeniden sakız ağaçları yetiştirmek için uğraştığı için “Sakız Dede” olarak da biliniyor halk arasında. Güzel bir sohbet ettik, bilmediğim yeni şeyler öğrendim ondan. Karaburun’un 350 yaşındaki nadide sakız ağacı, 1000 yasını aşan yüzlerce zeytin ağaçları, mor enginarları, endemik kekikleri (tam 16 çeşit) ve daha birçok nadir bitki bu bölgenin değerini gözler önüne seriyor.
Mustafa Özer bölgenin kaderini anlatırken çok net: “Karaburun’un %89’u, enerji şirketleri ve balık çiftlikleri tarafından parsellenmiş durumda. Geriye sadece %11’lik bir alan kaldı bize tarım, yerleşim, hayvancılık ve turizm için. Bu yalnızca doğanın yok olması demek değil, aynı zamanda yerel kültürün de sonu.” Bu kayıplar sadece bugünün değil, geleceğin kayıpları.
Kendimizi topuğumuzdan vuruyoruz.
Yerel Çabalar: Yeni Bir Umut
Ne yazık ki, her felaketin kapkaranlık bir yanı olduğu gibi, bir de tünelin ucunda gözüken aydınlık tarafı var. Karaburun’da bu karanlık geleceğe karşı çıkan, doğayı savunan ve hiç yılmadan ona kıskançlıkla sahip çıkan yerel liderler var.
Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan ve diğer yerel aktörler bölgenin tarihsel ve doğal kimliğini korumak için büyük bir mücadele veriyor.
Yeni kaymakam Hilal Kızılkaya’nın da katılımıyla bu mücadelenin daha da güçlenmesini bekliyorum. Partiler üstü bir yaklaşıma en çok ihtiyaç duyduğumuz bir husus bu.
Ancak yalnızca liderlerin değil, Edirne’den Hakkari’ye tüm halkın bu çabaya katkı sunması gerekiyor. Çünkü Karaburun, sadece yerel halkın değil, tüm insanlığın sorumluluğunda.
Karaburun İçin Atılacak Adımlar
1. Sürdürülebilir Enerji Projeleri: Doğal kaynakların korunması, modern enerji ihtiyacımızın sürdürülebilir yollarla karşılanması gerektiği anlamına geliyor. Karaburun’da uygulanacak küçük çaplı yenilenebilir enerji projeleri, çevreye zarar vermeden, yerleşim merkezlerinden uzakta, ekosistemi bozmayacak şekilde planlanmalıdır. Özellikle güneş ve rüzgar enerjisi, bu topraklarla uyum içinde büyüyebilir.
2. Biyolojik Çeşitliliği Korumak: Karaburun’un benzersiz flora ve faunasi, sadece yerel halk için değil, tüm dünya için büyük bir değer taşıyor. Bu eşsiz biyoçeşitliliğin korunması, yalnızca çevresel bir ihtiyaç değil, ekoturizm potansiyelini artırarak yerel ekonomiye katkı sağlayacaktır. Doğa ve insan, bu dengeyi kurarak güçlenebilir.
3. Sürdürülebilir Tarım ve Hayvancılık: Karaburun’un tarımsal kimliğini korumak, organik tarım ve sürdürülebilir hayvancılık ile mümkündür. 250 binden 20 binlere gerileyen keçi nüfusunun yeniden artması, hem bölgenin doğal yapısını hem de tarımsal çeşitliliğini canlandırabilir. Böylece, ekolojik denge sağlanırken yerel halk da ekonomik olarak güçlenebilir.
4. Vahşi yaşamı korumak: Bölgedeki vahşi yaşam da, kuraklık ve ekosistemdeki bozulma nedeniyle zor günler geçiriyor. Hayvanlar, yiyecek ve su bulmakta zorlanıyor, insan yerleşimlerine inmeye başlıyor. Bu, doğanın bir alarmıdır; ancak cevabı verecek olan bizleriz.
5. Farkındalık Yaratmak: Karaburun’un değerini anlamak, sadece doğayla değil, kültürel mirasıyla da bağ kurmak demektir. Bu bölgede yaşayan halk ve dışarıdan gelen ziyaretçiler, bölgenin korunması için aktif bir bilinç geliştirmelidir. Eğitim ve farkındalık kampanyaları, bu bilinci artırarak daha sağlıklı bir gelecek inşa edebilir.
6. Göstermek: Vicdansızca Karaburun’u aşındıran kararlara başkentten imza atanları davet edip neyi tahrip ettiklerini göstermek gerekiyor. Belki gözleriyle görür, yürekleriyle hissederlerse farklı hareket edebilirler.
Birlikte Hareket Etmek
Unutmayalım ki, doğa yalnızca bir kaynağı değil, yaşamın kendisini sunar. Bu cennet köşesini korumak, sadece bizim değil, tüm canlıların görevi ve hakkı. UNESCO dünya mirası olarak doğası, tarihi, arkeolojisi ve florası ile tescil ettirilmelidir.
Eğer hep birlikte hareket edersek, Karaburun’u (ve benzeri doga cennetlerini) süregiden felaketten, insan eliyle tahribattan, kirletmekten kurtarabilir ve bu eşsiz doğayı gelecek nesillere daha da iyileştirerek aktarabiliriz.
Zaman, harekete geçme zamanıdır.