Nice’in en sevdiğim sessiz kahvelerinden birinde, Le Liber’Tea’de zamanında İstanbul’dan buraya göçmüş dostum Kırkor Ajderhanyan ile sohbet ediyorduk.

Kendi hayatından da esinlenerek çok önemli bir tesbitte bulundu.

İstanbul’un zorlu koşullarından sonra Fransa’nın en mutena kentinde düzenli, güvenli, keyifli ve müreffeh bir hayata kavuşmuştu yıllar süren mücadeleden sonra.

Konfor alanı tabii ki insanlarda rehavet yaratıyor, içindeki ateşi yavaş yavaş söndürüyor, sürat ve mücadeleci ruhu zamanla aşınıyor.

“Rahatlık bazen bir armağan değil, bir tuzak”, diyor.

Tamamen katılıyorum Kirkor’a.

Konfor alanı, insanı güvenlik içinde hissettiren, ancak yavaş yavaş özündeki mücadele ruhunu silen bir illüzyon. Başarı, çoğu zaman zorluklarla yoğrulur; mücadele etmeyen bir ruh ise yavaş yavaş körelir.

Bunun farkına erken yaşta vardığım için hiçbir zaman kazandığım, öğrendiğim ve elde ettiğim ile yetinmedim.

En son çıkan “Merak” kitabım, eşim Aynur Tattersall’in “Hayattan Daha Fazlasını İşte” kitabı aslında tam da bu konuya ilişikin.

Hayatı Şekillendiren Mücadele

Tarih bize şunu öğretiyor: Gerçek liderler, bilim insanları, sanatçılar ve girişimciler hep bir şeylerin yokluğundan, eksikliğinden güç bulmuşlardır. Hayatın zorladığı insanlar, düşüp kalkmayı öğrenir, sınırlarını zorlar, bazen kan kaybeder ama sonunda yeniden doğarlar.

Ancak rahata kavuşan, hayatta kendine koyduğu küçük hedefleri tutturan insan, çoğu zaman cesaretini yitirir, risk almaktan korkar, düşüncesini dile getirmekten çekinir, huzur bozulmasın diye elindekiyle yetinir, büyüyemez.

“Kim ne der kaygısı“ kendisinin iç sesinin ne dediğini bastırır.

Bir düşünün; bir ağacı köklerinden söküp saksıya koyarsanız, büyümesi durur. Çünkü toprağı sınırlıdır, kökleri yayılmaz, filizleri ışığa ulaşmaz. İnsan da öyledir. Konfor alanında sıkıştıkça, rahata alıştıkça köklerimiz toprağa karışmaz, dallarımız göğe uzanmaz.

Oysa hayat, sınırlarımızı zorladığımız, risk aldığımız, mücadele ettiğimiz yerlerde gerçek anlamını bulur. O konfor alanı dışına çıktığınızda çok şaşıracaksınız, ıskaladığınız neler olduğunu görecek, iştahınız yeniden kabaracak.

Gençler İçin Bir Tavsiye: Düşmekten Korkma

Sevgili gençler, zorluklarla dolu hayat sizi rahata alıştırmaya çalışacak. Şu anda tünelin ucunda ışık göremiyorsunuz, gelecek kaygısı kafanızdaki en önemli soruların başında geliyor. Bir süre sonra önce iyi bir okul, sonra iyi bir iş, eş, ev, araba, derken taşlar yerli yerine oturacak ve bir süre sonra hedefler tükenince yerinizde saymaya başlayacaksınız. Şayet kendinizi aşmazsanız. Hala birileri sizin için yollar döşeyecek, başarılar sunacak gibi görünebilir.

Ama unutmayın, kolay gelen hiçbir şey, gerçek tatmin ve ilerleme getirmez. Büyümek için düşmek, kalkmak, yeniden yürüyüşe geçmek, üzülmek, ihanete uğramak, savaşmak, aykırı beyin olmak gerekiyor.

Sakın bunlardan, hayatınız boyunca düşmekten, sekmekten korkmayın, çünkü her düşüş ve hayal kırıklığı bir öğrenme, yeni bir sıçrayış fırsatıdır. Hep merak edin, hep öğrenin, hep meydan okuyun, hep değişim ve dönüşüme açık olun, aynı zamanda çevrenizi de fişekleyin, yerinden kımıldatın. Bazen bunun beyhude olduğunu, insanların çoğu zaman zor kazandıkları konfor alanlarını terk etmek istemediğini görseniz de. Siz devam edin, onlar dursun.

Risk alın. Yeni yerler görün, yeni işler deneyin. Belki başarısız olacaksınız, belki tökezleyeceksiniz, ama bu tökezlemeler sizi bir adım ileriye götürecek.

Kuşkusuz rahatlık tatlıdır ama sizi sıradanlaştırır. Hayalinizi, büyük rüyalarınızı rahatlığın önüne koymayı öğrenin. Çılgınlaşın zaman zaman, hatta öyle şeylere kalkışın ki kendinizi bile şaşırtın cesaretinizle.

Bir kitabı daha fazla okuyun, bir hayalinizi gerçekleştirmek için yola çıkın, sevdiklerinize söyleyemediğiniz bir sözü söyleyin. İnatlaşın, kolay baş eğmeyin, haysiyetinizden sakın taviz vermeyin.

Gençlik, risk almanın, sınırları zorlamanın tam zamanıdır.

Hatta satın savın elinizdekileri ve kimsenin düşünemeyeceğiz, vize istemeyen Phnom Penh’e, Lima’ya, Bali’ye, Pasifik adalarına okumaya, çalışmaya, yerleşmeye gidin geri dönüşü olmayan ucuz bir bilet ve tek çanta ile.

Bunun bildiğim en çarpıcı örneklerinden birisi şu anda Bali’de kendisine iyi bir yaşam kurmaya çalışan Vaner Güzey bence.
Çevrenizde iyi niyetle sizi dizginlenmeye çalışanlara teşekkür edin ama kulak asmayın; sadece ne yaptığınızın farkında olduğunuzu hissettirin. Hayat sizin hayatınız sonuçta.

Demir atölyesinde çıraklıktan Başbakan danışmanlığına, Hariciye’den OECD’ye, dünya şirketlerinde üst düzey yöneticiliğe, zeytincilikten yazarlığa, seyyahlığa ben hep böyle yaşadım, hala da öyle yaşıyorum ve aynı doğrultuda son nefesimi verene kadar böyle devam edeceğim.

Yaşlılar İçin Bir Tavsiye: Kök Salmaya Devam

Sevgili dostlar, hayatın büyük bir kısmını geride bırakmış olmak, yeni başlangıçlar için engel değildir.

“Artık Allah’a şükür iyi para kazandım, çocuklar yetiştirdim, torun baktım, evlerim arabalarım, bankada hesaplarım var. Daha ne olsun?” diye yayılıp oturmayın, ilerleyen yaşın getirdiği hastalıklarla boğuşup kaçınılmaz ölümü beklemeyin.

Kök salmak, yeni şeyler denemek, yaratmak, içinde yaşadığınız topluma katkılar sunmak için hiçbir zaman geç değil. Yaşınız kaç olursa olsun, hâlâ öğrenebilir, hâlâ üretebilir, hâlâ dünyada geriye silinmez bir iz bırakabilirsiniz. Benim rol modellerim İzmir’in duayenleri Uğur Yüce ve İbrahim Yüncü’dür.

Londra’da Sanford Henry ve Phuket’te Ersin Pamuksuzer de öyle. Annem Sadakat Arıcıoğlu Öğütçü de binbir sıkıntıya boyun eğmeden beş çocuğunu tek başına yetiştirmiş hayran olduğum bir örnek.

Daha kimbilir sizin etrafınızda daha kimler var rol model olarak örnek alacağınız.

Kendinize yeni hedefler koyun, daha birisini tamamlamadan. Geleneksel tıbba merak salın, bir müzik aleti çalmayı öğrenin, uzun zamandır ertelediğiniz o yolculuğa çıkın, gençlere rehberlik ederek, mentörlük yaparak onların yolunu aydınlatın.

Tecrübenizin rehavete değil, ilham kaynağına dönüşmesine izin verin. Hayatınızı süregiden konforun içine hapsetmek yerine, hâlâ büyüyen bir ağaç gibi düşünün. Yeni dallar vermek, yeni meyveler sunmak için toprağa tutunun.

Hayata Dair Son Sözler

Nice’deki o kahvede, Kirkor’a ve kendime şunu söyledim: “Hayatın kıyısında durup sadece seyretmek, başı sonu belli yaşamın kendisine ihanet etmektir.”

Kıyıda oturmak güneşin doğuşunu seyrederken kahvenizi yudumlamak keyifli ve rahat olabilir, ama yerinizden kalkıp denize girmek, gücünüz yettiğince dalgalara karşı yüzmek, kulaçlar atmak, yeni kıyılara çıkmak için hedef büyütmek sizi hayatta hissettiren şeydir.

Bu yüzden, hepimiz için bir çağrı: Kendinizi zorlayın, mücadeleden korkmayın. Konfor alanından çıkın, risk alın ve hayata gerçekten dokunun. Çünkü hayat, sadece yaşamak değil, her gün yeniden yaratmaktır.