Daha önce de açtık bu dosyayı, sonucunda Dolmabahçe’de ortak mutabakata varıldı, Oslo’da 3,5 yıl İngiliz istihbaratının arabuluculuğuyla kapalı kapılar ardında konuşuldu.
Hatta bir protokol hazırlandı, Ankara’nın nihai onayı bekleniyordu.
İşte tam o sırada (Kandil’in “bizim irademiz dışında gelişti” dediği) Silvan katliamı yaşandı. 13 askerimiz şehit edildi. BDP ve PKK dâhil herkes, her şey farklı bir yere savruldu.
O gün Başbakan Erdoğan “barış süreci bitti” diyerek tamamen güvenlik politikalarına döndü.
Ve FETO’nun MİT’in yürüttüğü gizli görüşmeleri sızdırmasıyla da “Kürt açılımı” iktidarın elinde patladı.
***
Dolayısıyla şimdi yoğurdu üfleyerek yemek lazım.
Öcalan’ın baş aktör olarak sahaya sürülmesiyle, hatta TBMM’de DEM Grubu kürsüsüne çıkıp belli koşullar altında PKK’nın silah bırakması, meşru hukuk ve siyaset zeminine dönmesi çağrısında yapmasıyla yeniden başlayacaksa bu süreç, o zaman Öcalan’ın çağrısını izleyen günden başlayarak neler yapılacağı da adım adım düşünülmüş olmalı.
Öcalan’ın çağrısının genel kabul gördüğünü düşünelim. Ertesi gün neler yapılacak? Peki PKK’nın kolları olduğunu söylediğimiz ve ABD’nin tepeden tırnağa silahlandırdığı Suriye sınırımızdaki YPG/PYD güçleri ve İran’daki PJAK ne olacak, onların da silah bırakmasını bekliyor muyuz? Yoksa çağrı sadece Kandil’e mi?
O gün Oslo protokolunda mutabık kalınmış ne varsa bugün onlar yeniden masaya konacak mı? Askeri operasyonlarla zayıflatılmış PKK’nın ilave beklentileri olursa silah bırakılması için nasıl karşılık vereceksiniz?
***
Dahası, farklı PKK’lar var, biliyorsunuz. Avrupa’daki PKK, Kandil’deki silahlı PKK, Türkiye’de PKK’nın siyasi ayağı olduğu söylenen DEM ve de Suriye ve İran’daki PKK uzantıları.
Aralarında sık sık iktidar ve rant paylaşım kavgası olduğu görülüyor; lakin şu ana kadar “Öcalan açılımı”na açıktan karşı çıkan olmadı.
Avrupa PKK’sinin sözcüsü olarak görülen Kürdistan Topluluklar Birliği Yürütme Kurulu Üyesi Zübeyir Aydar “Türkiye’de yeni bir çözüm süreci için şartlar uygun. Biz hareket olarak anlaşmak için, bir siyasal çözüm için elimizden gelen katkıyı her düzeyde sunacağız” dedi.
DEM Parti’den ve Edirne Cezaevindeki HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’tan gelen ılımlı açıklamalar da aynı istikamette idi. Hatta bu dosyanın üstünde bir süredir çalışıldığı ve Bahçeli’nin DEM milletvekillerinin Meclis’teki sıralarına giderek el sıkışmasıyla sürecin başlatıldığı anlaşılıyor.
***
Zamanında “Önder Apo orada çarmıha gerilmiş durumda. Sürekli kameralarla izleniyor, sürekli baskı altında, ellerinde rehine” diyen Kandil şimdi nasıl tavır alacak? Öcalan’ın 1999’da yaptığı geri çekilme çağrısına o dönem bütün PKK güçleri uymuştu, ancak devamında Türkiye’de yaşanan olaylar hem AKP-Gülen çatışması, hem Gezi olayları, sonrasındaki Kobani meselesi, Rojava denklemi Öcalan’ın kendi örgütüne yönelik çağrısının etkisini azaltmıştı.
PKK’nın Öcalan’ın çağrısına olumlu karşılık vermeyebileceğini düşünenler KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın 2015’teki bir röportajındaki şu sözlerine dikkat çekiyor: “Pratiği yürüten biziz. Pratikten biz sorumluyuz. Apo sorumlu değil. Apo oradan ne hareketi ne de pratiği yürütebilir. Bu konularda bir karar da veremez. Silahlı güçlerin yurtdışına çekilmesi kararını ancak biz veririz. Ne HDP ne de Apo verebilir. Böyle bir çağrı olursa bunun kararını biz veririz.”
Evet, yaklaşık 10 yıl sonra ve köprünün altından epey şu geçtikten sonra bu görüşün Kandil’de değişip değişmediğini bilmiyoruz ama TUSAŞ saldırısı bir işaret fişeği olabilir, şayet Bahçeli’nin açıklamasından bir gün sonra gelmesi tesadüf değilse.
Mamafih Öcalan’ın kadrolar üstündeki etkisini de unutmamak lazım. Örgütün militanları ve kadroları için Öcalan bir kült. O yüzden kurucu kadroda bir direnç gelişse dahi Öcalan’ın sözünü dinleyecek militanları ve kadroları düşündüğümüz zaman yönetici elitin elinin zayıflayacağı varsayılabilir.
Nitekim bu ihtimalin güçlü olduğunun farkındaki PKK yöneticilerinden Murat Karayılan örgütün Türkiye’de zayıflamadığını savunarak “Eğer Türkiye’nin çıkarını düşünen, gerçek yurtseverliğin ağır bastığı bir durum gelişiyorsa ve bu temelde bazı yeni adımları atacaklarsa Kürt tarafı buna yok demez ama asla yaş tahtaya da basmaz” diyordu.
***
“Öcalan açılımı” Kürt meselesinin çözümünde bir kapı aralamış da olsa, hala birçok belirsizlik ve zorlukla karşı karşıya. Osmanlı’dan başlayıp Cumhuriyet dönemine, bugünlere kimin ne istediği artık üç aşağı beş yukarı biliniyor.
Kürtlerin bu süreçten beklentileri, sadece siyasi haklarla sınırlı kalmayıp ekonomik ve sosyal boyutları da içeriyor. Eğer tatminkar bir ortak çözüm bulunamazsa barışçıl bir gelecek sağlamak daha da zorlaşacak, başka bahara kalacak.
***
Bu defa konunun aciliyetinin bir nedeni de sadece Türkiye içinde değil bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen dış güçlerin de işin içinde olması, özellikle Suriye’de epey mesafe kaydetmeleri.
İsrail’in Batı desteğiyle Gazze’den İran’a kadar kendisine yeni bir nüfuz alanı yaratma çabası da katalizör işlevi gördü mutlaka. İsrail kendisine nefes alacak bir alan açıyor.
Kasım Süleyman suikastiyle başlayıp bölgedeki İran destekli militan grupları tek tek etkisiz hale getirdi. Becerebilirse Suriye’de Kürt bölgesine kadar bir koridor açmak istiyor. Zaten İran’ın kuzeyinde Azerbaycan ile güçlü bir stratejik ittifak kurdu. Zaten Körfez bölgesi ile Abraham Accords çivileri çakıldı. Mısır ve Ürdün neredeyse bütünüyle bağımlı İsrail ve ABD’ye.
İsrail’in güvenliği böylece sağlama alındıktan sonra ABD “pivot Asia” stratejisine daha fazla kaynak ve ekmek ayırıp Indo-Pasifik’te Çin ile hesaplaşmasına daha rahat devam edebilir.
***
Bırakın ABD, AB, Rusya ve İsrail’i, hatta bazı Arap ülkelerini, Kürt sorununa bir şekilde müdahil olmak isteyen “yeni süpergüç” Çin bile sahnede artık. İran ile Suudi Arabistan’ı barıştırdı. Rusya’yla Ukrayna arasındaki savaşı da durdurabilecek yegane güç olarak görülüyor.
Bir Çinli generalin geçen yıl Pekin’de bir resepsiyonda bana “geçen hafta Türkiye-Suriye sınır bölgesindeydim, kaygı duyuyoruz” dediğini hatırlıyorum. Ne işi vardı acaba orada? Taa 1990’da Çin Dışişleri’ne PKK’ya destek vermemeleri konusunda uyarılarda bulunuyorduk. Muhtemelen kışkırttığımızı düşündükleri Uygurlar konusunda ellerini güçlendirmek istiyorlardı.
***
Yani “Öcalan açılımı” hem iç barış hem de komşu coğrafyada güvenlik ve refah bakımından kritik önemde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nisbeten sessiz kaldığı, Devlet Bahçeli’nin kamuoyu tepkisini göğüslemek için öne çıktığı girişim gerçekten “devlet aklı” mi?
Hem giderek kontrolümüz dışına çıkmakta olan küresel ve bölgesel hem de ülke içindeki değişmekte olan dengeleri hesaba katıyor mu?
Geliştirilecek “çözüm” tepeden tırnağa Pentagon’un silahlandırdığı Suriye ve Irak’taki özerk Kürt bölgeleri nereye oturtacak?
Yoksa Washington “biz sizin PKK sorununuzu çözmeye katkı sağlayalım, siz de Suriye’deki özerk yapıyı tanıyın, onlarla Kuzey Irak’taki özerk bölgeyle çalıştığınız gibi çalışın” mı dedi Ankara’ya?
Hatta Kandil’deki PKK’lıların silahlarıyla Suriye’deki PYD/ YPG bölgesine geçmesi, Türkiye’ye gelmek isteyenlerin teröre bulaşmamak kaydıyla affa uğraması pazarlığı da yapıldı mı acaba Washington’la? Yeni girişimin anayasa değişikliği çabalarıyla ya da erken seçim söylentileriyle nasıl bir alakası var?
Çok zor ve hassas bir süreç bu, hata kabul etmez. Keskin bir stratejik zeka, öngörü, sabır, dikkat, titizlik, esneklik, özveri ve en önemlisi de sürdürülebilir siyasi irade gerektiriyor, ayrıca da iç ve dışta akıllı iletişim, çünkü bu süreci baltalamak isteyen çok sayıda iç ve dış güç var, provokasyona, saldırıya devam edecekler.
CHP sürece el yükselterek yol vereceğini açıkladı ama muhalif olan partiler var hala TBMM’de. Aynı süreç içinde tüm Türkiye’de siyasi af ilan edilmesini isteyenler de azımsanmayacak sayıda.
Umarım böylesine karmaşık denklemi iyi yönetecek “akil” liyakatli kadrolar vardır Ankara’da.
Elbette bu konular uluorta müzakere edilmez ama geri dönülemez bir yola gireceksek bu konuda hangi yola girdiğimizi (en azından anahatlarıyla) bilmek bu ülkenin tüm paydaşlarının hakkı.