Değişen tek şey belki de Türkiye’nin savaşan iki taraf arasında arabulucu olma şansının daha da zayıflamış olması.

Casus takası işinde başarı göstermiş olmasına rağmen artık ne Kiev, ne Rusya, ne de Batılı ülkeler Ankara’nın bu çatışmada oyun kurucu veya uzlaştırıcı rol oynamasını istiyor.

Batı, özellikle de ABD, savaşı daha da körüklerken İran-Suudi ve Filistinli gruplar arasındaki husumeti gidermede başarılı bir perde arkası rol üstlenen Çin’in devreye girmesini bekleyenler var.

Ukrayna topraklarında büyük insan ve materyal kayıplar yaratarak devam etmekte olan uzatmalı savaşın artık gazete başlıklarında ve televizyon ekranlarında eskisi kadar yer almadığı kesin.

Zelenski’nin askeri kıyafetler içinde para ve askeri yardım toplamak amacıyla yaptığı gösteriler de pek seyredilmiyor.

Sahadan doğru bilgi almakta zorlanıyoruz; Ruslar, Ukraynalılar ve Batılılar kendi istedikleri “gerçekleri” yaymak için dezenformasyon kanallarını ustaca işliyor.

Kim haklı kim haksız, kim kaybediyor kim kazanıyor, kimin eli kimin cebinde anlamakta güçlük çekiyoruz.

Görünen o ki Batı Rusya’nın Ukrayna’da derin bir bataklığa saplanmış olmasından ziyadesiyle memnun ve orada mümkün olduğu kadar kalmasını da canı gönülden istiyor. Uzüktan Ukrayna’nın sırtından oynanan (Kiev’in piyon olarak konumlandırıldığı) stratejik bir satranç oyunu seyrediyoruz rahat koltuklarımızda.

Birkaç ay önce Birleşik Krallık eski başbakanı Boris Johnson’u bizim kulüpte Ukrayna’nın yeniden imarı konulu bir toplantıya davet etmiştim. Konuşmasında Rusya Kırım’dan çıkarılana ve askeri hezimete uğratılana kadar savaşın devam etmesi gerektiğini savundu en ateşli ifadelerle. Tepkimi dile getirdim; yüz binlerce insan ve altyapı telef olurken nasıl hala savaşın devamını savunduğunu sordum. Yanıt vermedi.

Nihai analizde Batı Rusya’nın Çin ile stratejik ortaklığının daha da derinleşmesini engellemeyi, Orta Doğu, Afrika, Baltıklar, Güneydoğu Avrupa, Arktik bölge ve uzayda Batı ile jeopolitik ve ekonomik rekabete girmesini durdurmayı hedefliyor. Bataklıkta savaşırken Rusya’nın dünya enerji piyasalarındaki yaptırımlar yüzünden kaybettiği pazarı Amerikalı enerji firmalarına kazandırması da pek tesadüf sayılmaz. Silah satışları da artıyor. ABD’nin Avrupa üzerindeki vesayeti güçleniyor.

Rusya’nın zaman içinde, kendi gerekçesi ne olursa olsun bir ülkenin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ihlal ederek Ukrayna’da ve sonucunda küresel sistemde zayıflamasının stratejik dengeler üzerinde büyük etkisi olacağı kesin.

Bu çerçevede Çin-Rusya ittifakının zayıflatılması, dünyanın başka bölgelerinde birlikte çalışmalarının önlenmesi Batı’nın mevcut küresel hakimiyetini pekiştirmek bakımından gerçekten de kritik bir adım. Ancak karşı hamleler yapmak isteyen Ruslar ve Çinliler de boş durmuyor.

Çin, İran ile Suudi Arabistan’ı ve Filistinli farklı grupları Pekin’de uzlaşmaya zorladığı gibi Rusya ve Ukrayna arasında da benzer bir diplomasi izleyebilir. Tabii ki benim tanıdığım Çinli liderler bunun zemin çalışmasını yeterince tamamlamadan ve başarıya ulaşacağına ikna olmadan kendilerini ortaya atmaz.

Dünya finans sisteminde doların rolü zayıflarken renminbi ve diğer yerel paralar artan ölçüde ticaret ve yatırım işlemlerinde kullanılıyor. Yapay zekada ABD Çin’in gerisinde kaldı.

BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü: Yeni Güç Dengeleri

Şimdilik Rusya ve Çin Batı’nın hasmane tavırlarına doğrudan karşılık vermiyor, köpürtmüyor, ellerini göstermiyor ama bu durum bana sorarsanız fırtınadan önceki sessizlik de olabilir.

Küresel yönetimde kendilerine yer açmak için BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) genişliyor; Şanghay İşbirliği Örgütü de (ŞİÖ) ekonomik, askeri ve teknolojik açıdan güç kazanmaya devam ediyor.

Bu yeni ittifaklar Batı’nın geleneksel üstünlüğüne karşı denge unsuru; özellikle Çin ve Rusya’nın öncülüğünde gelişmekte olan ülkelerin sesini küresel arenada daha güçlü duyurmasını sağlıyor. Ekonomik işbirliği, altyapı projeleri, enerji kaynaklarının ortak kullanımı ve teknolojik gelişmeler bu blokların güçlenmesinde önemli rol oynuyor. Batı’nın hasmane yaklaşımı BRICS ve ŞİÖ’nün daha da güçlenmesine ve aralarındaki işbirliğinin derinleşmesine yol açıyor.

Bu kapsamda Pasifik dünya hükümranlığı için Avrasya ve Ortadoğu’ya kıyasla çok daha önemli bir jeostratejik havza. Boşa kürek çekmek istemiyor Washington’daki çok sayıda keskin strateji liderleri. Ortadoğu’da İsrail üzerinden yeni bir oyun kuruluyor. Afrika’dan Çin’i çıkarmak için ter dökülüyor. Körfez’de Çin’in artan gücünü dizginleme çabası var ama atı alan Üsküdar’ı geçti bu bölgede. Baltık ve Güneydoğu Avrupa’da, Karadeniz’de de Rusya’yı çevrelemekte çalışıyor Batı. Hatta NATO son Washington zirvesinde Pekin ve Moskova’yı (İran ve Kuzey Kore ile birlikte) ilk defa böyle güçlü ifadelerle “düşman” ilan etti.

Türkiye’nin Stratejik Konumu

Tüm bunlar olup biterken Türkiye jeopolitik konumu gereği bir yandan “otonom güç” gibi hareket ederken diğer yandan Batı ile Doğu arasında köprü görevi görmeye devam ediyor. NATO üyesi olmasına rağmen Rusya, İran ve Çin ile de önemli ekonomik ve askeri ilişkileri bulunuyor. Güvenilmez bir müttefik yaftası yapıştırılıyor Batı’dan bakılınca.

Lakin şimdiki politikaları ve zigzagları değerlendirirken “böyle gelmiş böyle gider” diye düşünmeyelim. Şu ya da bu şekilde seçim yapmaya zorlanacak Türkiye. Önümüzdeki kritik dönemde hangi cephede yer alacağı sorusu giderek daha kritik bir hale gelecek; o yoğun baskı altında keskin bir seçim ile tarafımızı belirlemekten kaçınamayacağız. Simdiden beyin jimnastiğini tamamlayıp farklı senaryolara göre nasıl hareket edeceğimizi kararlaştırmakta büyük yarar var.

Batı ile olan ilişkilerinde yaşanan sorunlar, dışlamalar Türkiye’yi tabiatıyla Ankara’yı alternatif arayışlara itiyor. Bu noktada BRICS ve ŞİÖ ile daha yakın ilişkiler kurmanın, hatta üye olmanın Türkiye için cazip bir seçenek olabileceğini düşünenler yok değil. Bence bugüne kadar kazanılmış zemini ve cepheleri terkedip Batı’dan ricat etmek akılcı değil.

Türkiye’nin gelecekteki stratejik konumu büyük ölçüde çıkarlarına en uygun dengeyi bulmasına bağlı olacak. Batı ile olan tarihi ve organik bağlarını tamamen koparmadan Doğu ile olan ilişkilerini güçlendirmek bence en pragmatik yol; ama Ankara’nın siyasi dümeninde kimin oturduğu ve ekonomik zorlamalar daha belirleyici olacak bu kritik seçimde.

Bu amaçla acilen dış politika, güvenlik ve istihbarat yönetimimizin kalite ve kıvraklığını artırmamız, bölgesel güç olmamızın gerektirdiği güvenilirlik ve ağırlığı ortaya koymamız gerekiyor.

Milli menfaatlerin keyfi olarak değil, en geniş katmanların paylaşacağı uzun vadeli ortak bir zeminde tanımlanmasına da ihtiyaç var.

“Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” için diyen 5’inci madde garantisinin artık çantada keklik olmadığını da unutmayalım. Putin’in peşinden sürüklenmeden, Kiev ile Moskova arasında köprü rolünde ısrarla, önümüzdeki dönemde Rusya ile ilişkileri gerçekçi bir “kazan-kazan” temeline oturtarak, Batı ile bozulmuş dengeyi yeniden ihdas ederek, komşumuz bölge ülkelerini yeniden güçler dengesi temelinde denkleme katarak tutarlı ve kararlı şekilde Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Güneydoğu Avrupa’daki iyi tanımlanmış güvenlik ve ekonomik menfaatlerimizi savunmak, ilerletmek zorundayız.

Hiç kuşku duymayın, tıpkı Batı gibi şayet menfaatleri öyle gerektirirse Putin’in Rusyası da hiç beklenmedik şekillerde ve zamanlarda bizi de kalbimizden vurma potansiyeline sahip.
Aynı şekilde Çin de menfaatleri gerektirdiğinde ilişkilerin ivmesini yavaşlatma, hatta geri vitese almada tereddüt etmez.

Onun için kendi bağımsız ve iyi tanımlanmış milli menfaatlerimiz temelinde, Batı ile angajmanı zayıflatmadan küresel sistemdeki mevcut yerimizi sağlamlaştırmak, güvenilir ve ne istediğini bilen bir ortak olmak zorundayız.

Bunun için de dünya dinamiklerini, gelecek oyununu ve ülkemizin zafiyet/güçlerini iyi bilen, icracı akıllı bir liderlik ve yönetim şart.