Cebelitarık Boğazı’nın Afrika kıyısındaki Tangiers’de bir ABD Savunma Üniversitesi profesörüyle yan yana oturuyorum. Ortadoğu’nun geçmişi ve bugünü üzerine konuşuyoruz. Pentagon’un, özellikle gelmekte olan yeni Trump yönetiminin, olası perspektifini öğrenmeye çalışıyorum. Bugünden yarına olmasa da, önümüzdeki dönemde giderek artması beklenen terör dalgası hakkında keskin uyarılarda bulundu. Aynı uyarıyı Washington’da yaptığını, ancak pek dikkate alınmadığını da ekledi. Trump’ın seçtiği ekibin umut verici olmadığını düşünüyor.

Uyarısı aslında bir kehanet değil; aksine, çok konuşulmayan ama bir o kadar da doğru bir tespit. 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırılarından bu yana İsrail’in gerçekleştirdiği karşı saldırılar sonucunda on binlerce Filistinli sivil hayatını kaybetti. Yerleşim merkezleri yaşanamaz hale getirildi, tamamen yıkılarak muhtemelen Yahudi göçmenlerin yerleşimine açılacak o alanlar. Dahası Hizbullah zayıflatıldı, lider kadro dahil binlercesi öldürüldü. İran’ın hava savunması çökertildi.

Bu travmaları gözlerinin önünde bizzat yaşayan bölgenin yetim çocukları, gençleri, intikam duygusuyla dolu. Gelecekleri kaybolmuş durumda. Tünelin ucunda hiçbir ışık görünmüyor. O yüzden, beyin yıkamaya gerek kalmadan bugünden itibaren terör militanı devşirmek isteyen grupların doğal askerleri ve gönüllüleri olmaları kimseyi şaşırtmayacak. İntikam almak için İsrail’den, ona göz yuman Arap yönetimlerinden, kayıtsız kalan, her koşul altında Tel Aviv’e destek veren Batılı hükümetlerden hesap sormak isteyebilirler.

Bu nedenle Amerikalı savunma profesörünün öngörüsü yabana atılamayacak bir gerçeği yansıtıyor: Terör dalgası şimdiye kadar görülmemiş ölçüde kabarabilir. Gereksiz yere kıyamet senaryosu geliştirmek istemiyorum ama hayatımızı felç edecek, korku ve kaygı yaratacak bir dönem bekliyor bizi. Geçmişte olduğu gibi El Kaide, IŞİD, Hamas, Hizbullah biter; başkaları gelir. Hem de teknolojiyi etkin bir şekilde kullanarak, saldırılarının etkisini maksimize edecek araçları kullanmakta tereddüt etmeyerek. Sosyal medya platformları, insansız hava araçları ve kripto para gibi araçlar bu örgütlerin operasyonel kapasitesini artırıyor. Dünyanın henüz bu konuda yeterince uyanık olmadığı ve terör ile mücadeleyi hala askeri çözüme indirgediği kesin; ta ki çok ses getirecek yeni bir saldırı meydana gelene kadar.

Terörden en fazla zarar gören ülkelerin başında geliyoruz. Soğuk Savaş dönemi dünya genelindeki ideolojik kutuplaşmanın zirveye çıktığı bir dönemdi. ABD ve Sovyetler Birliği global etki alanlarını genişletmek amacıyla birçok bölgesel çatışmayı destekledi, Türkiye de bu büyük güçlerin mücadele alanlarından biri haline geldi. Bu dönemde sağ-sol çatışmasını körükleyerek terörist grupları silahlandırdılar ve onları kendi çıkarları doğrultusunda savaştırdılar. Sonuç olarak binlerce masum insan hayatını kaybetti, toplumsal huzur bozuldu ve ülkemizin geleceği belirsizleşti.

Bu dönemin karanlık izleri, sadece iç savaşla sınırlı kalmadı, aynı zamanda ASALA terörüyle de diplomatlarımız hedef alındı. 1970’lerden 1990’lara kadar süren bu süreçte çok sayıda değerli Türk diplomatımız şehit edildi. O dönemde yaşanan bu terör olayları Türkiye’nin uluslararası arenada yalnızlaşmasına, ulusal güvenliğimizin ciddi şekilde tehdit altına girmesine yol açtı. Ancak bunlar sadece başlangıçtı.

1984 yılında PKK terör örgütünün sahneye çıkmasıyla birlikte Türkiye’de terörle mücadele uzun yıllar sürecek ve her geçen gün daha da kanlı hale gelen bir dönemin başlangıcına tanıklık etti. Bugüne kadar PKK’nın saldırıları sonucunda on binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti, ekonomik kayıplar ise yüz milyarlarca doları buldu.

Üstelik bu terör örgütünün yarattığı sosyal ve psikolojik travmalar toplumun her kesiminde derin izler bıraktı.

Tüm bu acı deneyimler ülkemizin terörle mücadelesinin ne denli önemli ve zorlu bir süreç olduğunu gösterdi. Her kayıp birer ders oldu. Türkiye terörle mücadelesinde yalnızca askeri çözüm yollarına başvurmakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal dayanışma, ekonomik kalkınma ve siyasi çözüm süreçleri gibi daha kapsamlı stratejiler geliştirmeye de çalıştı. Bu süreçte terörün köklerini kazımanın yalnızca güvenlik güçlerinin işi olmadığını, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve kültürel bir değişim gerektirdiğini fark etti.

Ancak bu geçmiş deneyimlerden çıkarılacak en önemli ders terörün sadece ülkemizin değil, her noktasının birbirine bağlı olduğu bir dünyanın güvenliğini tehdit eden bir sorun olduğudur. NATO müttefiklerimizi bu asimetrik tehdide karşı 5. Madde çerçevesine harekete geçirmek bir yana, bazı “stratejik ortaklar”ımız bizim terörist olarak gördüklerimize “özgürlük savaşçısı” muamelesi yaptı, onları destekledi.

Bugün PKK’nın bitirilmesi, Kürt siyasi hareketine meşruiyet oksijeni verilmesi ve içeride bütünlüğün tahkim edilmesi yönündeki resmi çabalar muhtemelen önümüzdeki dönemde bölgemizin yeniden kurgulanması ve yeni haritasının çizilmesi çalışmalarında içeride zaafiyet içinde olmama gereğinden kaynaklanıyor.

Bu bağlamda Türkiye’nin yeni dönemde kendi güvenliğini artırırken ne kadar dikkate alınmasa da uluslararası toplumu bu tehdide karşı harekete geçirecek politikalar geliştirmeye devam etmesi şart. Güvenliği sağlamak ve terörün yayılmasını önlemek için sadece askeri çözümlerin yeterli olmayacağını, aynı zamanda bölgesel uzlaşı ve insan hakları temelli çözümlerin de önem taşıdığını biliyoruz artık.

Aksi takdirde, öyle görünüyor ki, geçmişte yaşanan acılar tekrarlanacak, dünya beş yıla kalmaz yeniden daha büyük ve sofistike bir terör dalgasıyla karşı karşıya kalabilecek.