Suriye meselesi sadece bir ülkenin sınırları içinde sınırlı kalmayıp tüm bölgesel ve küresel dengeleri doğrudan etkileyen bir hal alıyor. İçinde bulunduğumuz dönemde aceleci kararlar ve kısa vadeli popülizm yerine stratejik sabır ve uzun vadeli düşünme ilkelerinin hâkim olması gerektiği açık. Zira devletlerin dış politikada attığı her adım yalnızca anlık çıkarlar ve halkla ilişkilerle sınırlı olmamalı; derin bir perspektif ve uzun vadeli sonuçlar gözetilerek şekillendirilmeli.

Türkiye’nin Suriye’deki politikası da bu bağlamda sadece bölgesel bir mesele olarak değil, ulusal güvenlik, uluslararası ilişkiler ve küresel güç dengeleri açısından karmaşık bir denklem halini alıyor.

Dışişleri’nde ve OECD’de edindiğim deneyimler aceleci ve yüzeysel kararların görünürdeki başarılı sonuçlarının genellikle geri dönüşü olmayan olumsuz etkilere yol açtığını gösteriyor. Aynı zamanda Çin ile 35 yıl süren stratejik angajmanım da sabırlı bir yaklaşım ve çok boyutlu düşünmenin, yalnızca dış ilişkilerde değil, içeride de yapıcı sonuçlar doğurduğunu gözler önüne serdi.

Birleşik Krallık istihbaratından üst düzey bir yetkiliyle geçen yıl Londra’da gerçekleştirdiğimiz görüşmede Türkiye’nin Suriye politikalarının en az 25 yıllık bir stratejik perspektifle belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Suriye’nin geleceğine dair atılacak her adım Türkiye’nin ulusal çıkarları ve bölgesel istikrarı ile küresel güvenlik açısından doğrudan sonuçlar doğuracaktır. Ancak bu süreçte stratejik sabır ve uzun vadeli planlamadan sapılmaması gerektiği bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Peki, Suriye’nin bugünden 2050’ye kadar olan yol haritası Türkiye’nin stratejik hedeflerine nasıl entegre olacaktır?

Suriye’de Türkiye’nin Varlığı: Yük ve Sorumluluk

Kimse Suriye’yi kendi haline bırakalım demiyor. Türkiye sadece coğrafi yakınlık değil, aynı zamanda insani sorumlulukları gereği de bu krizin merkezi bir aktörü.

4 milyonun üzerinde Suriyeli Türkiye’de yaşamaktadır. Türkiye en yakın ülke olarak bu insanların geleceğiyle doğrudan bağlantılı; bu sorumluluğu tek başına üstlenmek zorunda. Türkiye’nin Suriye’deki etkisini kaybetmesi, yalnızca ülkemizi değil, tüm bölgesel güvenliği tehdit eden bir boşluk yaratabilir.

Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin liderliği, sadece göçmenlerin barınma ihtiyacı ile sınırlı değildir. Türkiye, bölgesel istikrar ve sınır güvenliği için de aktif bir rol oynamak zorundadır. Suriye’nin yeniden yapılanmasında Türkiye’nin katkı sağlamaması, ülkemiz için stratejik bir hata olur. PYD’nin liderliğinde bir Kürt özerk yönetiminin oluşmasına engel olmak, ama Suriye’deki iki milyonu aşkın Kürt nüfusunun da güvenliğini temin etmek de Türkiye’nin başlıca sorumlulukları arasında. Bu sorumluluk sadece bölgesel güvenlik açısından değil, uluslararası düzeydeki dengeler açısından da kritik bir öneme sahip.

Türkiye’nin Suriye’deki stratejik varlığı, sadece askeri güvenlik ile sınırlı kalmamalı. Suriye’nin sosyal yapısının yeniden inşası ve toplumsal uyum adına da katkı sağlamak, Türkiye’nin bölgesel liderliğini pekiştirecek önemli bir adım. Ancak, Suriye’nin yeniden inşası sadece altyapı yatırımları ile sınırlı değildir. Elektrik, su, gıda, yol gibi temel ihtiyaçların sağlanması, büyük bir sorumluluktur ve bu sorumluluğun yalnızca Türkiye’ye yüklenmesi kabul edilemez. Uluslararası işbirliği, bu süreçte en büyük gereksinimdir.

Suriye’nin Yeniden İnşası: Kim, Ne Kadar ve Nasıl?

Suriye’nin yeniden inşası, sadece altyapıdan ibaret değildir. Toplumun yapısal yeniden şekillenmesi, eğitim, sosyal projeler ve radikal ideolojilerle mücadele gibi unsurlar da kritik öneme sahiptir. Genç nüfus, radikal ideolojilerden uzak tutulmalı, Suriye’nin geleceği için sağlıklı bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır.

Ancak mevcut yönetimlerin ve özellikle HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) kontrolündeki alanlar bu sürecin önündeki en büyük engellerden biridir. Arap dünyası, özellikle de Körfez ülkeleri, bu yapıyı meşru görmemekte ve kendisini de tehdit olarak algılamaktadır. Dahası, cihatçı grupların güç kazanması, hem Türkiye hem de bölgedeki diğer ülkeler için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. İnsan hakları ihlalleri ve azınlık haklarının ihlali gibi durumlar Türkiye’nin uluslararası meşruiyetini de zedeleyebilir.

ABD, İngiltere ve AB, Türkiye’nin sınırlarında yeni bir İsrail yapılanması için adımlar atmakta ve bu yapılanmanın güvenliğini garanti altına almayı planlamaktadır. Bu strateji Türkiye için ulusal güvenlik tehdidi oluşturur. Türkiye’nin bu duruma karşı stratejik bir direnç göstermesi, kendi yükünü tek başına taşımadan uluslararası toplumla paylaşarak hareket etmesi şarttır.

Uluslararası Paylaşım ve Türkiye’nin Stratejik Yeri

Suriye’nin yeniden inşası yalnızca Türkiye’nin kapasitesine dayalı bir sorumluluk değildir. Uluslararası toplum bu süreçte aktif bir işbirliği içinde olmalıdır. Dünya Bankası, IMF ve bölgesel kalkınma bankaları gibi küresel aktörler bu sürecin finansal yükünü hafifletmek için önemli bir rol oynamalıdır. Ancak Türkiye ekonomik zorluklar yaşadığı bir dönemde Suriye’nin yeniden inşasına ancak kendi kapasitesine uygun şekilde katkı sağlayabilir.

Türkiye’nin Suriye’deki Kürt unsurlar ile de dikkatlice bir işbirliği modeli geliştirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin kırmızı çizgileri doğrultusunda bir işbirliği yalnızca ulusal güvenliğimizi değil, bölgedeki tüm aktörlerin güvenliğini temin edecektir. Ayrıca Suriye’nin yeniden yapılanması uluslararası bir sorumluluk paylaşımı gerektiren bir süreçtir. Türkiye’nin bu süreçteki liderliği bölgesel istikrar adına kritik öneme sahiptir.

Yeni Suriye Politikası: Stratejik Bir Yol Haritası

Türkiye’nin Suriye politikası sadece ulusal çıkarları gözeten bir yaklaşım ile şekillendirilmemeli, bölgesel dengeleri ve küresel güvenlik perspektifini de göz önünde bulundurmalıdır. Uluslararası toplumla sorumluluk paylaşımı Türkiye’nin bu süreçteki yükünü hafifletmeli ve stratejik bir yol haritası ile ilerlenmelidir. Bu politika sadece Türkiye’nin güvenliğini değil, bölgesel istikrarı da sağlamalıdır.

Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri sadece kendi çıkarlarıyla değil, bölgesel güvenlik ve küresel dengeler açısından da değerlendirmelidir. Bu, sürekli bir diplomasi ve stratejik yönetişim gerektirir. Ankara, bu süreçte asla tek başına bir aktör olmamalı, uluslararası işbirliği sağlayarak bölgesel dengeyi sürdürebilecek bir politika izlemelidir.

Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye politikası, stratejik sabır ve uzun vadeli bir perspektif ile şekillenmeli, uluslararası sorumluluk paylaşımını esas alarak bölgesel ve küresel aktörlerle dengeli bir işbirliği modeli oluşturulmalıdır. Bu politika sadece Türkiye’nin geleceği için değil, tüm bölgenin istikrarı için hayati öneme sahiptir.