Kadıköy sahilinin iki tarafı. Kalamış yönüne doğru dört genç var karşımızda. ‘Sanki Her Şey Biraz Felaket’ filminin karakterleri onlar. Yeni nesli temsil ediyorlar. Ülkendeki anormalliğin normalleştiği gündeminden onların payına da geleceksizlik, birey olamama, mutluluğu şansta, yalanda arama düşmüş.
Umut Subaşı’nın yazıp yönettiği filmde kendi gerçekliği ile yüzleşip çıkış yolu arayan yok. Bol bol ağlama krizine giriyorlar sadece. Ama sonrasında hayata kaldıkları yerden devam ediyorlar. Hepsi de eğitimli gençler, ailelerinin desteği ile ayakta duruyorlar. Nedense yetişkin olmakla birlikte sorumluluk almaktan ısrarla kaçınıyorlar. Steril kadrajlar içinde bu dört gencin yalanı nasıl içselleştirdiği izliyoruz. Yönetmenin kurduğu dünya bizi, gençleri bu duruma ülke gerçekleri getirdi savına ikna etmeye çalışıyor ısrarla. Hatta ara ara giren haberlerden birinde Galata Kulesi’nden atlayan bir genç haberi duyuyoruz.
Bu filmden hemen sonra festivalde gösterilen Eylem Kaftan’ın yönettiği ‘Bir Gün 365 Saat’ belgeseli ise Kadıköy sahilinin rıhtım tarafına uğruyor. Bu gençlerin akranı olan üç kadınla tanıştırıyor bizi. Onlar Leyla, Reyhan ve Asya. Biri ailesinden ağır şiddet görmüş. Diğer ikisi babalarının cinsel istismarına maruz kalmış. Ne tesadüf ki içlerinden biri gerçekten Galata Kulesi’nden atlama planı bile yapmış. Hayatın kıyısına itilmiş bu üç kadının birbirlerine tutunarak ve adelet arayarak yeni bir başlangıç yapmalarının gerçek hikayesini izliyoruz belgeselde.
Büyük bir içtenlikle ne yaşadıklarını anlatıyorlar. Annelerinden göremedikleri destek karşısında yaşadıkları şok, evlerini terk etme ve babalarını mahkemeye verme kararları. Sahipsiz kalışları, birbirlerini bulmaları ve birbirlerini dinleyip destek olmaları. İlginçtir adalet sistemimiz iki cinsel istismar davasında onların mağduriyetini görmüş ve bu kadınların biyolojik babalarına emsal olacak cezalar vermiş.
Sanki Her Şey Biraz Felaket’ filminin gençlerinin kendi gerçeklikleriyle yüzleşmeme cesaretini göstermeyip buna kılıf arayan ruh haline ‘Bir Gün 365 Saat’teki üç cesur kadın gerçek hikayeleriyle ve cesur mücadeleleriyle şahane cevap oldular.
O üç kadın dün film gösterimi sonrası başları dik sahneye çıktılar, filmdeki gibi içtenlikle sorulara cevap verdiler. “Bu film yaşadıklarımızı geride bırakmamıza yardım etti” dediler. Ve en önemlisi şiddet ve cinsel istismar mağdurları olmalarına rağmen yüzleşmenin nasıl yapıldığı dersini de vererek hem de. Bir ders daha vardı, (sorun bir değil beş değil): Şikayet etmek, yalana sarılmak, kılıf bulmak ve sorumluktan kaçmak yerine dayanışmak, birbirini dinlemek, samimi olmak, mücadele etmek, adalet istemek gerekiyor demeye getirdiler.
İşte Kadıköy sahilinin iki yakasından iki film ve iki yönetmen tercihi… Belki arka arkaya gösterilmese bu yazı çıkmayacaktı. Lakin bu iki film sinema yaparken kadrajın odağına kimin neden koyulduğuna dair çok şey söylüyor.
Dün gösterilen üçüncü film ‘Karganın Uykusu’, sinema ve tutku arasındaki bağa ilişkin özel bir örnekti. Tunahan Kurt bir polis. Ama tutkuyla sinemaya bağlanmış. Okumuş sinema yapma olanağı bulalamış. Girmiş KPSS sınavına kazanmış ve polis olmuş. Ama sinemadan da vazgeçmemiş. Önce kısa filmler çekmiş polis de olsa. Sonra da ‘Karganın Uykusunu’ yazmış, yapımcı aramış ve bulmuş. Filmin yapımcısı Tunahan Kurt’a destek olmasının nedenini “Birçok iyi yönetmen, iyi fikir var ama ondaki tutku beni etkiledi” diyerek anlattı. Bu tutku emniyeti de etkilemiş anlaşılan. Boşver film işlerini komiser ol çağrılarına kulak asmamış Tunahan Kurt, kısa filmler çektikçe polis teşkilatının yaklaşımı da değişmiş hatta birkaç tanıtım filmi bile çektirmişler ona.
Yaşadığı uyurgezerlik sorunu tüm hayatını etkileyen, son yıllarda sinemamızda çok rastlamadığımız bir karakter olan Nasip’in hikayesini izliyoruz filmde. Karısı intihar etmiş o da oğlu ile sersefil ve gözden ırak bir yaşam sürüyor. Uyurken tehlikeli olmamak adına ayağını zincirliyor.
Adana’da çekilen film kendi gerçekliği ile yüzleşmiş ve yaşadığı vicdan azabıyla baş etmeye çalışan bir adamla ve yaşadıklarıyla baş başa bırakıyor bizi. Elbet bu karakterin edebiyat ve sinema dünyasına ilişkin referansları var. Ama Tunahan Kurt, güncel dertlenmeleri kapsasa da film, özgün bir karakter yaratarak ve ona etkili bir hikaye alanı açarak sinema yapmayı tercih etmiş ki, bu da takdir edilesi bir tercih günümüz dünyasında.
Festivalden izlenimler
Gelelim festival dünyasına dair izlenimlerimize. Dün akşam malum Galatasaray- Kopenak maçı vardı. Maç saati ‘Karganın Uykusu’ filminin gösterimiyle çakıştı. Maçı izlemeyi tercih edenler oldu tabii ki… Uğur Vardan “Futbol yine sinemaya galip geldi” diyerek tarihi bir hatırlatma yapıp Antalya Film Festivali’nde Atıf Yılmaz, Ömer Kavur’la birlikte izlediğimiz maça gönderme yaptı. Lakin bir de salonda hem maçı hem de filmi izleyenler vardı. Salonda telefonların ışığı sürekli yanıp yanıp sönüyordu. Dikkatlice bakınca kimi seyircilerin telefonlarından maçı izlediğini fark ettim. Öyle ki heyecanlı pozisyonlarda hop oturup hop kalktılar.
İlk gün Nuri Bilge Ceylan, bütün filmleri izledi hatta ekip söyleşilerini de dinledi. İkinci gün ise ‘Kuru Otlar Üstüne’deki oyuncusu Deniz Celiloğlu vardı seyirciler arasında. Cannes’dan Adana’ya bir macera işte… Yönetmen olarak ikinci günün salon gediklisi Serdar Akar’dı. Görüntü yönetmeni Eyüp Boz ile geldiler. İştahla filmleri izlediler… Bu iki sinema insanını anmışken araya bir reklam sıkıştırayım. Görüntü Yönetmenleri Derneği’nin Sinematografinin Gücü başlıklı paneli var bugün. Serdar Akar, Eyüp Boz, Prof. Dr. Nesrin Aysun Yüksel ve bendeniz paneldeyiz efendim, bekleriz.