IMF tarafından zaman zaman dünya ekonomisi ve finansal piyasaların durumu ve gelecek beklentilerine yönelik raporlar yayımlanıyor. Daha önceki yazılarımızda dünya ekonomisine ilişkin raporundan önemli noktaları aktarmıştık. Bu yazımızda da ekim ayında yayımladıkları Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda yer alan bazı önemli konulara değineceğiz.
Rapora göre bankacılık sektöründeki daha önce yoğun olarak yaşanan endişeler, küresel ekonomide olumlu değişim olacağına dair iyimserliğe bırakmış görünüyor. Ancak enflasyonda beklenen düşüşün tam olarak gerçekleşmemesi, Çin’deki finansal istikrar endişeleri ve borç sürdürülebilirliğine ilişkin endişeler tekrar olumsuzluklar yaşanmasına ve varlıkların sert bir şekilde yeniden fiyatlandırılmasına neden olabilir. Son dönemde küresel tahvil getirilerindeki hızlı artışlar da finansal koşulların ne kadar sıkılaşabileceğine dair bir fikir veriyor. Üstelik küresel bankacılık sektöründeki gerginlikler göreli olarak azalmış olsa da, örneğin yüksek faiz oranlarının borçluların geri ödeme kapasitesini daraltmasıyla yeni sorunlar olabileceği yönünde belirtiler bulunuyor. Bu nedenle finansal istikrar riskleri yüksek kalmaya devam ediyor.
Raporda büyük merkez bankalarının para politikasını sıkılaştırmasıyla küresel reel konut fiyatlarının 2022’nin sonlarından bu yana düştüğü ve değişken faizli ipotekli kredilerde büyük paya sahip olan konut fiyatlarının salgın öncesi ortalamanın üzerinde olduğu ülkelerde, konut fiyatlarında düşüşler yaşandığı söyleniyor.
Raporda yatırımcıların, daha güçlü temellere ve politika uygulamalarına sahip ekonomiler ile daha az dirençli ve şoklara karşı daha savunmasız olduğu düşünülen ekonomiler arasında ayrım yaptığı belirtiliyor.
Raporda yer aldığı üzere, bankaların yüksek faiz oranları borçluların kredi geri ödeme kabiliyetini azalttığı için daha yüksek kredi maliyetleriyle karşılaşılıyor. Genelde bankaların temerrüt için karşılıkları yeterli görünüyor. IMF’nin yüksek enflasyon ve faiz oranlarına karşı savunmasız bankaların sayısına ilişkin küresel stres testinin geliştirilmiş bir versiyonunu gerçekleştirdiği belirtiliyor. Temel risk göstergelerine ilişkin tahminlerini içeren çalışmaya göre, olumsuz bir stagflasyon senaryosu altında Çin, Avrupa ve ABD’deki sistemik açıdan önemli bazı kurumların da aralarında bulunduğu geniş bir banka grubu sermaye kayıplarına maruz kalacak.
Raporda finans sektörünün istikrarını ve ekonomiyi desteklemeye devam etmesini sağlamak için yapılması gerekenlerden de söz ediliyor. Buna göre küresel enflasyonun yavaşlamakla birlikte yüksek kalmayı sürdürdüğü düşünülüyor. Bu çerçevede yüksek enflasyonlu ekonomilerde enflasyonun sürdürülebilir bir şekilde düşürüldüğüne dair somut deliller oluşana kadar kısıtlayıcı duruşun devamına ihtiyaç var. Dolayısıyla ekonomilerde enflasyonda gerileme sağlanmış olmakla birlikte merkez bankaları politika faizlerini agresif bir şekilde düşürmemeye dikkat etmeli.
Yine rapora göre, yüksek faiz oranları gelişmekte olan ekonomilerde finansman maliyetini de etkiliyor. Gelişmekte olan başlıca piyasaların çoğu şu ana kadar dirençli olmakla birlikte, önemli sayıda devlet tahvili ihraççısı ülke finansman zorluklarıyla karşılaşmaya devam edecek. Bu nedenle mümkün olduğunca yeniden finansman veya borç yönetimi işlemleri yürütülmeli. Borç ödeme sıkıntısı yaşayan ülkeler alacaklılarla temas kurmalı, temerrütlerden ve uzun süreli pazar erişimi kayıplarından kaçınmak için yeniden yapılandırma yapmanın yollarını bulmalı.
Daha önce belirttiğimiz gibi; uzun sürecek yüksek faiz oranları olasılığı, konut ve ticari gayrimenkul sektörlerini de etkiliyor. Özellikle değişken faizli ipoteklerin önemli paya sahip olduğu bazı ülkelerde konut fiyatları önemli düşüşler kaydediyor. Yetkililer, artan faiz oranlarının borçluların kredileri geri ödeme kabiliyeti üzerindeki potansiyel etkilerini ve emlak fiyatlarındaki keskin düşüşün sonuçlarını değerlendirmek için sıkı stres testleri yapmalı.
Rapora göre mart ayında küresel bankacılık sisteminde gözlemlenen stres azalmış olsa da, risklerin devam ettiği görülüyor. Denetim otoriteleri, bankaların risk profilleriyle uyumlu kurumsal yönetim ve risk yönetimi süreçlerine sahip olmalarını sağlamalı. Banka varlık sınıflandırması ve karşılıklarının yanı sıra faiz oranı ve likidite risklerine maruz kalma durumlarına da özel dikkat gösterilmeli. Ayrıca yetkililer Basel III likidite standartlarının amaçlandığı gibi performans gösterilip gösterilmediğini değerlendirmeli ve düzenlemelerin kapsamını nispeten küçük bankaların bile stres zamanlarında sistemik olabildiklerini görerek analiz etmeli.
Banka dışı finansal aracılığın son on yılda küresel finansal sistemde giderek daha önemli hale geldiği dikkate alınarak, otoriteler kapsamlı sistemik risk değerlendirmelerini bu yapıyı da dikkate alacak şekilde yapılandırmalı.
Son olarak raporda bankaların:
-Yeterli zararlarını karşılayacak yedeklere sahip olmayı sürdürmelerinin,
-Kredi zararlarının ortaya çıkmasını geciktirecek toleranslı politikaların kaldırılmasının ve
-Zayıf bankaların yeniden yapılandırılmasına yönelik çabaların hızlandırılmasının
finansal istikrardaki risklerin azaltılması açısından kritik öneme sahip olduğu belirtiliyor.
Ülkemiz açısından sonuçlara bakarsak; önümüzdeki dönemde bankacılık sektöründe bazı risklerin yoğunlaşacağını görebiliriz. Finansal sistem içinde her ne kadar özellikle bankacılık sektörü sağlam yapıda görünse de Merkez Bankası ile BDDK’nın bu konulara dikkat ederek başta bankalar olmak üzere finansal sistem üzerinde yoğunlaşması önem taşıyor.