Formula 1’in Paddock Club’ında öğleden sonraları… Pistteki motor sesinden çok, içeride kusursuz bir ritmin işlediğini hissediyorsunuz. Bu ritmin arkasındaki mimar, uzun yıllardır F1’in tüm yeme–içme deneyimini yöneten Do&Co’nun kurucusu Attila Doğudan. Onu bulmak için tek yapmanız gereken, dünyanın herhangi bir pistinde mutfağın kokusunu takip etmek. Çünkü Doğudan’ın gerçek “merkezi” bir ülke değil: uçak. Haftanın dört günü havada.
Bu tempo bir insanın hayatında nasıl mümkün olabilir? Cevabı, sakin bir tebessümle veriyor:
“Zor ya da kolay diye ayırmıyorum. Bu iş böyle yapılır. Başka türlüsü yok.”
Yirmi Yılı Aşkın Tanıklığım: Bir Aile Şirketinden 17 Bin Kişilik Küresel Bir İmparatorluğa
Abu Dhabi’de Paddock Club mutfağında gördüğüm manzara, gastronomi dünyasında alışık olduğumuz hiçbir lüksün tesadüfen ortaya çıkmadığını bir kez daha hatırlatıyor. Yıllardır F1’in görünmeyen mutfağında kurulan bu büyük mekanizmanın içinde, her detay milimetrik bir ciddiyetle işliyor. İstiridyeden trüfe, elle açılan taze makarnadan dakikası şaşmayan servis akışına kadar… burada hazırlanan her tabak yalnızca “yemek” değil, küresel bir organizasyonun prestij standardı.
Bu tablo bana sürpriz değil; çünkü Do&Co’nun mutfaklarına neredeyse 20 yıldan uzun bir süredir tanıklık ediyorum. Attila Doğudan’ın kurduğu bu yapı, sadece lüksü çoğaltmıyor, onu endüstriyel bir ölçekte kusursuz kılmayı başarıyor. Paddock Club’daki o kesintisiz ritim, aslında Do&Co’nun dünya çapında 17 bin kişilik ekibinin imzası niteliğinde.
En son 2014 yılında Paris’te Attila Doğudan’la konuşurken, bugün Formula 1’in kalbinde gördüğümüz bu devin temelleri çoktan atılmıştı. O dönem, Viyana’da kurduğu şirketi dünyaya yaymış, 800 milyon doları aşan cirosuyla 160 yıllık gurme market Hediard’ı satın almıştı. Bu satın alma kolay olmamıştı: Fransızlar markanın bir yabancıya gitmesini istemiyordu; karşısındaki rakip ise 15 milyar dolarlık bir devdi. Yine de kazanmıştı.
O haberde şu cümleyi özellikle not etmiştim:
“Dünya genelinde 28 mutfağı olan DO&CO, 60 havayoluna yemek hizmeti veriyor; Formula 1’den futbol şampiyonalarına kadar dev organizasyonlarda yüz binlerce kişiyi kusursuz ağırlıyor.”
Bugün ise tablo bambaşka bir ölçekte:
28 mutfaktan 27 ülkeye, 9 bin çalışandan 17 bine, 800 milyon dolardan milyarlarca dolarlık hacme…
Ve hâlâ aynı prensiple yönetiliyor: Kaliteden bir milim sapmadan, sahada olarak.
Bir Liderliğin Tarifini Sahada Görmek
Doğudan’ı Paddock Club’da bulacağımı biliyordum; nitekim gördüm. Çünkü onun için “işin başında olmak” bir tercih değil, bir zorunluluk.
Formula 1’deki patronlardan biri telefon açtığında, sahadan 10 saat uzakta olmanın lüksü yok. O yüzden, her hafta yüzlerce uçuş, onlarca ülke ve tüm bu dev organizasyonun içinde hep aynı ilke geçerli:
“Bu, bir takım sporudur. Ben sadece son yüzde 3’te destek veren bir antrenörüm. Doğru oyuncuyu doğru pozisyona koymak zorundasınız.”
Söz ettiği takım küçük bir mutfak ekibi değil. Dünyada 17 bin çalışan, sadece bu yarışta 1.500 kişi. Ve hepsi Do&Co’nun parçası olduğu için, o buna “aile” diyor:
“Beraber kazanıyoruz, beraber kaybediyoruz. Aksi mümkün değil.”
Bir Günün Zorluğu: Süpürgeyi Eline Alan Mutfak Şefi
Röportaj sırasında anlattığı bir hikâye bu kültürün özeti niteliğinde:
Yarışın bir gün öncesi, temizlik firması aniden ekibini çekiyor. Her şey ortada kalıyor. Çözüm?
“Bekleyemezdik. Hepimiz elimize süpürgeyi aldık. Temizledik.”
Kriz anında liderlik testi
Tam da bana yaşadıkları krizi anlatırken , hemen ileride elinde süpürgeyle yere dökülenleri süpüren kişiyi işaret ediyor. Mutfak şefi olduğunu söylüyor.
‘İş tanımına hiç uymayan bir görevdi ama Do&Co kültüründe hiyerarşi bazen yerini dayanışmaya bırakıyor.’
‘Kriz anında liderlik testi”nin canlı bir örneği gibiydi Doğudan’ım anlattıkları… Fakat Doğudan bunu bir başarı hikâyesi olarak anlatmıyor. Onun için bu, “olması gereken.”
Kaliteyi Koklamak: Bir Tabak Boş Kalmış mı?
Gastronomide büyüyen ama aynı zamanda finans eğitimi almış bir aile çocuğu… Bir yanda Kervansaray’ın mutfaklarında kazanların kokusu, bir yanda Viyana Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi. Attila Doğudan ile ilk röportajımı o yıllarda Kervansaray’da yaptığımı hatırlıyorum.
Doğudan bugün hâlâ aynı sezgiyle hareket ediyor:
“Birinci günün nasıl gittiğini anında bilirsiniz. Tabaklarda yemek kalmış mı, yüzler mutlu mu? Kokuyu alıyorsunuz.”
F1 gibi kusursuzluk talep eden bir dünyada kalite en ucuz şey değil; en maliyetli sorumluluk. Bu nedenle Do&Co’nun felsefesi net:
“Kaliteden fedakârlık yapmanın cezası büyüktür.”
Global Bir Dev Yaratmak — Ama Sessizce
Sürekli büyüyen bu şirketi bugün 17 bin kişi taşıyor.
Doğudan’ın kendisi ise hiçbir sosyal medya platformunda yok.
“Yapmamız lazım ama yönetmek istediğimiz marka daha sakin bir marka. Gürültü istemiyoruz.”
Bu cümle, günümüzün yüksek tempolu iletişim dünyasında neredeyse ters akıntıya yüzmek gibi.
Ama belki de Do&Co’nun gücü tam burada: Ses yükseltmeden görünür olmak.
Sahanın Dışından Yönetilemeyen Bir İş
Her sektörde sık duyduğumuz bir cümle vardır: “Artık işler merkezden yönetiliyor.”
Doğudan bu yaklaşımın F1 için tamamen yanlış olduğunu söylüyor:
“Bu iş sahadan yönetilir. Genel müdürlükten değil. Rapor okuyarak olmaz. Hissetmeniz gerekir.”
Bu sahada olma ısrarı, onun gelecekte daha az değil, daha çok çalışacağı anlamına geliyor. Kendisi de bunun farkında ama şikâyet etmiyor:
“Kimse beni mecbur etmiyor ki. Sevdiğiniz zaman yorgunluk da fedakârlık da başka bir anlama bürünüyor.”
Ve İstanbul… “Her Hafta Geliyorum”
Röportajın sonunda YouTube için bir çekim teklifi sunduğumda gülerek, “Her hafta İstanbul’a geliyorum,” diye cevap veriyor.
Bu, hareket halindeki hayatının belki de en net özeti: Belli bir merkezi olmayan ama dünyanın tüm merkezlerine aynı hızla ulaşan bir iş insanı.
2014’te Paris’te Gördüğüm Vizyon, Bugün F1’in Mutfağını Yönetiyor
Onu yıllar önce Paris’te, Hediard gibi sembolik bir markayı yeniden hayata döndürürken izlediğimde, mutfakla finansı aynı masada yöneten nadir bir iş insanı olduğunu düşünmüştüm.
Bugün Abu Dhabi’de Formula 1’in en sofistike alanını yönetirken gördüğüm şey, aslında o hikâyenin devamı:
Aynı tutku, daha büyük bir sahne.
