Tarikatçı/cemaatçi kara cahil ortamını yaratmanın önünü demeçleriyle, tavırlarıyla milli eğitim sisteminin başına tam da bu ortamı özleyen ve bunu açıkça ifade eden kişiyi atayarak açan ülkenin güçlüleri ve onları tartışamayan ülkenin sakat muhalefeti şimdi de utanmadan aile kavramının kutsal olduğunu anlatmaya başladı.

Kadınları el üstünde tutan ve çocuklarına dünyada ilk ve tek  bayram vermiş olan aydınlık cumhuriyetten şu an kadın ve çocukları dünyanın en mutsuz ülke karanlığına bizi soktukları yetmiyormuş gibi bizimle alay eder gibi aile kavramını tartışmak istiyorlar.

***

tamam bunu ve istedikleri her şeyi gayet tabii ki tartışırız, ama ben burada bu ülkede neden batı edebiyatında sıkça örnekleri görülen dedektif romanları ekolünün gelişemediğini tartışarak ailenin kutsallığı yalanına dolaylı bir yanıt vermek istiyorum.

***

Dizileri de yapıldığından artık bunu herkes biliyordur, Agatha Christie İstanbul’u çok severdi. şehrimize geldiğinde daima Pera Palas otelinin 411 numaralı odasında kalırdı. Hatta Christie’nin başyapıtı sayılan ‘Murder on the Orient Express’ romanını da bu odada yazdığı söylenir.

Fakat şehrimizi bu kadar seven ve şehrin döneminde önde gelen otelinin odasında cinayetler ve bunların çözümü üzerine düşünen bir yazarın İstanbul’da geçen ve ilginç ve gizemli  cani karakteri olan bir romanı bulunmaması garip değil mi sizce.

***

yarattığı Belçikalı dedektif Hercule Poirot bir Agatha Christie romanında istanbul şehrini  konuşturan ve katilinin bulunması için zeka oyunları gerektiren bir cinayetin peşine hiçbir zaman düşemedi.

Keza Agatha Christie’nin yarattığı diğer karakter, amatör dedektif Bayan Marple da hiçbir zaman İstanbul’da veya Türkiye’nin başka şehirlerinde işlenen esrarengiz bir cinayete kafayı takamadı.

***

Georges Simenon’un dedektif karakteri Maigret da hiçbir romanda piposunu tüttürürken istanbul’da işlenmiş esrarengiz, gizemli bir cinayeti çözmeye girişmeyi düşünemedi.

Keza Patricia Cornwell’in adli tıp uzmanı Kay Scarpetta karakteri Türkiye’de yaşanmış ilginç bir cinayet vakasının zor bulunacak gizemli sanığını bulmaya kafa yormadı.

***

aynı şekilde bizim polisiye romanı yazarlarımız da global düzeyde ses getirecek ilginç dedektif karakterler yaratamıyor. çünkü bunların yaratılabilmesi için ortada esrarengiz ve zor çözülür gizemli cinayetler olması ve bunu ancak zeka ve karizmasıyla çözebilecek bir ilginç dedektif karakterinin bulunabilmesi gerekiyor.

***

türk yazarlar son derece yetenekli, tabii ki burada ismini verdiğim yazarların yeteneği de tartışılmaz. Peki ama tüm bunların daima ilgi çeken global bir başkent olan, esrarengiz havalı İstanbul’da geçen bir karanlık cinayeti düşünememesi ve bunu çözmek için yaratmış oldukları dedektif karakteri ya da yaratacakları ilginç yeni türk dedektif karakterleri üstüne kurulu romanları olmaması onların eksiği mi.

***

Hayır tabii ki değil.

Türkiye’de faili zor bulunacak gibi duran esrarengiz cinayetler olmuyor. cinayetlerin neredeyse tümü kutsal olduğu söylenen aile içinde oluyor. bu nedenle bir cinayet işlendiğinde çoğunlukla olduğu gibi ölen kadınsa, eşi adam otomatikman  suçlu kabul ediliyor ve bu da çoğunlukla doğru çıkıyor ve az sayıda da olsa adam ölmüşse eğer bu defa kadın içeri alınıyor. Türkiye’nin artık utanç vesikası haline gelen özellikle kızlara yönelik çocuk cinayetlerinde de aile içinde suçlu aranıyor ve bulunuyor.

***

yani özelikle Türkiye’de parlak zekalı dedektiflerin mantık yürüterek çözeceği esrarengiz cinayet pek yok. cinayetler genellikle aile içinde işleniyor ve daha da önemlisi cinayeti işleyenin olayın üstünden çok geçmeden cinayeti işlediği yere dönmesi gibi bir adeti var (bu mantıkla gidilirse köyde Narin’in aranmasına ilk gelen aile ferdinden şüphelenmek de gerekiyor). bu yüzden bizde dedektifler bir cinayet vakasına gittiklerinde ölen genelde olduğu gibi kadın veya kız çocuğu ise direkt adamdan şüpheleniyor ve biraz olay yerinde beklerlerse adam çıkıp geliyor zaten onların kucağına.

***

bu ortamın, aile içi bu vahşet eğiliminin ilginç polisiye roman yazılmasını pek teşvik edebilmesi mümkün değil. ülke aileden kutsal bir kavram olarak bahsetmek yerine özellikle erkeklerin işlediği şiddet olaylarının neden son yıllarda arttığını bir düşünse iyi olacak. bu vahşette nedense çoklukla teşvik edilen tarikatçı/ cemaatçi kapkaranlık cehalet ortamının suçu olup olmadığının artık bir düşülmesi gerekmiyor mu?