Four Seasons Sultanahmet Oteli içindeki Avlu restoran hakkında bir süredir övgüler duyuyordum. Bu övgüler bile iştah kabartmaya yetiyordu. Ama restoranda fiyatların yeni Türkiye’ye özgü yeni fiyat karşılama düzeyimin üstünde olacağını düşündüğümden Avlu’ya kendi başıma gitmeye yeltenmedim tabii ki.

bu kararı vermek için araştırma yapmama da gerek yoktu çünkü benim rahat karşılayabileceğim akşam yemeği fiyatları sokaktaki seyyar pilavcı düzeyinde olduğundan ve bütçem sadece bunu karşılayabildiğinden bir süredir dışarda yemek için tek başıma fazla karar alamıyordum. isterseniz bunu önyargıma bağlayın ama Avlu restoranındaki fiyatların sokak pilavcısı düzeyinde olduğunu düşünmüyordum.

bu yüzden Avlu’ya gitmek için müsait bir ortam oluşmasını bekliyordum.

***

bizim yemek grubumuz ben, Ertuğrul Özkök, Oray Eğin, Sedat Ergin’den oluşuyor. Bu isimler arasında müsait ortamı yaratacak ismin Sedat olamayacağını bilmeniz gerekiyor. çünkü Sedat  gidilecek restoran halasının çocuğunun bile olsa bu onun açısından diplomatik kurallara aykırı bir laubalilik  olacağından, bizi öldür Allah davet et diyemez. Eh benim durumum da malum, ben yu ara daha çok sokak pilavcılarını tanıdığımdan ve bu arkadaşların akşam yemeği kalite beklenti düzeyine uymayacağından bu işe hiç girişmiyorum.

bu defa yemeği ayarlamak Oray Eğin’e düştü.

***

hepimiz yazar olduğumuzdan bu gibi rutin gündelik işlere pek aşina değiliz, bu yüzden buluşma günü ve saatini ayarlamamız hayli zor olabiliyor. sonunda başardık.

İstanbul trafiğinde tıkanıklık Armageddon düzeyinde olduğundan Sultanahmet’e ulaşmaya çalışmak, işin ucunda İstanbul’un en güzel tatlarının bulunduğu bir yerde yemek olmasaydı girişilecek iş değildi.

***

O gün tesadüfen bir tv bant çekimi için Avrupa yakasında olduğumdan Avlu restorana ilk ben geldim.

Ve bu bana o geceki yemeğin en huzurlu, en güzel yarım saatini geçirme imkanı tanıdı.

çünkü tek başınaydım ve barmen bence dünyanın en güzel dirty martinisini hazırlamıştı ve yanındaki atıştırmalıklar beni daha sonraki muhteşem lezzet şölenine de hazırlıyordu.

yemek salonunda Amerikalı turistleri olmasına rağmen yine de huzurlu bir yarım saat geçirdim kendi başıma.

***

Ertuğrul Özkök kendisine belki bin defa söylenmesine rağmen Four Seasons Boğaziçi’ne gitti ve benim demans başlangıcı yorumlarımı umursamayarak geç de olsa geldi yemeğe,

ama yine de ik gelen o oldu. Sedat artık morbid düzeyinde olması gereken titizliği nedeniyle bir yazıyı makul zaman içinde bitirebilmesi mümkün olamayacağı ve her gece o saatlerde çalışıyor olduğu için hiçbir yemeğe vaktinde gelemedi.

***

ilk içkimi bitirirken huzurumu bitirecek bir dizi gelişmenin ilki oldu ve Ertuğrul Özkök salonun kapısında göründü. Hayran kitlesi büyük bir şöhretin kırmızı halıda yürümeye başladığı andaki gibiydi havası veya üçüncü yıldızını o an almış bir Michelin şefinin bedava yemek dağıtacağı salona girer gibi  mağrur bir ifade vardı yüzünde. gören onun davete gelen biri değil daveti veren şef olduğunu sanırdı.

***

her şöhret gibi hayranlarıyla sohbet etmeden masaya gelemediğinden bu da bana yakın ve yaklaşmakta olan tehlikeye hazırlanmam için yeterli süre tanıdı. ilk içkimi hemen bitirip ikincisini ısmarladım. çünkü onunla mecburen baş başa geçireceğim sürenin gerektirdiği sakinlik düzeyini ancak böyle yakalayabilecektim. hatta içkinin ikincisini de bitirdikten sonra gelseydi benim rigor mortis düzeyinde ulaştığım sakinliğim onu kandırabilir ve öldüğümü bile sanabilirdi.

***

ama o hayranıyla sohbeti kısa keserek masaya ikinci içkime henüz başlarken geldi ve kendine de viski söyledi. malum adam kendine sürekli bakmak ve fit olmak zorunda olduğundan ona gelen viski düzeyi benim alışık olduğumun neredeyse yüzde biri kadardı. Hatta ben garsonu çağırıp viski koymayı unutmuşsunuz demeye hazırlanırken o viskisini büyük keyifle yudumlamaya başlayınca mecburen sustum. o kadar az viskiyi nasıl yapıp da üst üste yudumlayabildiğini anlayamadım, ama bu zarif  insanların viski içme biçimi bu olsa gerek diye bir kenara bıraktım.

***

daha sonra gecenin düzenleyicisi olan Oray Eğin gözüktü kapıda. Oray genellikle stil sahibi şık bir insandır.

ama bu defa farklı bir stil deniyor olmalıydı.

onu bir süre kendimi zorlayarak inceledikten sonra karar verdim ki bu defa denediği stil Frankeştayn stili olmalıydı. Üstelik onunki doktor frankeştayn’ın değil onun yarattığı canavara özgü bir stildi.

kafatası insanda bir gıdım iştah bırakmayacak kadar kıpkırmızıydı. açıkçası şebek götünü andırıyordu.

o an ikinci içkim nedeniyle ölümcül olması gereken hastalığının ne olduğunu soramayacak kadar mutlu hissediyordum. yıllardır tanırım onu, ama Frankeştayn’ın cesetlerin parçalarını birleştirip yarattığı canavara bu kadar kadar çarpıcı biçimde benzediğini fark edememiştim,

***

ve sonunda Sedat da geldi. girişi birleşmiş milletler güvenlik konseyinin gizli toplantısına kuzey  kore ile ilgili çok vahim bir gelişmeyi bildirmek için katılan diplomat ciddiyetindeydi. onu görenler masaya oturduktan sonraki ciddiyetinin nedeninin Lozan anlaşmasının yeni versiyonunu imzalamak olduğunu düşünebilirdi.

***

ben grubumuza bir defa daha baktıktan sonra hayatta tek sevdiği ve tek arkadaşım dediği bunlar olan bir adamın yemekten sonra acilen  tımarhaneye kapatılması gerektiğini de düşündüm.

***

Ama sonra muhteşem yemekler gelmeye başladığından zaten düşük olan düşünme kabiliyetimi tamamen kaybettim, büyük bir haz dünyasına yolculuk başladı.

ilk önce çok farklı yorumlanmış bir lahmacun geldi ve ilk ısırıktan sonra lahmacuna bu kadar farklı yorum getirebilen bir şef daha kim bilir neler yapar dedim ve haklı da çıktım.

ben yıllar boyu Mr. Gurme adıyla yemek yazıları da yazmış olduğum halde aslında sadece bir Mr. Gourmand’dım. Sadece oburum temelde. o nedenle gece yediklerimizi Oray yazdıktan sonra, ondan kopya çekerek yazmayı düşünüyorum. aradan vakit geçmesine rağmen gece yediklerimizin muhteşemliğinin büyüsü altındayım hala.