30 yıl kadar önce gündelik yazı yazmak macerasına girdiğimde, ne yaparsam yapayım, o an nasıl yaşıyor olsam da hayatımın sadece yazı odaklı olmasına karar vermiştim.

bu hem benim hem de yakınlarım açısından zor katlanılacak sonuçları olabilecek bir karardı aslında.

***

Öyle bir insan olmadığımı düşünsem de bu son derece egoist bir karardı. Hayatta daha önemli olması gereken her şeyi yazımdan sonraya, ikinci plana atmak anlamına geliyordu bu. Bunun yakınımda olan ve bir şanssızlık olarak beni her gün çekmeye, bana katlanmaya mecbur olan insanları hayli kızdıracak bir karar olması ihtimalini bildiğim halde, yazı öncelikli yaşamayı inatla sürdürdüm. 

***

geldiğimiz noktada bu egoist yaşamım nedeniyle eşim Rana artık benim tek bir yazımı bile görmeye tahammül edemiyor. Ona aldığım çiçeğe iliştirdiğim notta bile olsa yazdıklarımı okumaya tahammülü yok artık. Oğlum ise sadece kibarlık olsun diye arada bir ilgileniyor gibi yapıyor yazılarımla. İlgileniyor gibi görünse de aslında tek bir yazımı bile okumadığından eminim. Onu anlıyorum da, çünkü benim aslında ‘hiçbir şey’ hakkında olan yazılarımı okumaktan daha önemli işleri var şu anda.

***

ben de bu muameleye artık alışmış durundayım. alıştım diyorum ama arada bu durum trajik de olabiliyor benim için.

örneğin yıllardır her gün ara vermeden yazı yazmış olduğum halde sonunda gurur duyacağım bir yazıyı ancak bir süre önce ortaya çıkardım. 

‘Kütüphanemdeki Sesler’ adlı kitabım ondan önce daha birçok kitabım olmasına rağmen ilk eserim olarak gördüğüm, önem verdiğim bir çalışmaydı. Kitap basılınca özenle imzalayıp oğlum ve eşime birer adet verdim. Kitabı ilk ve son defa bir tek benim önümde nezaketen açtılar. Sonra kitabın girişinde ikisi hakkında ettiğim çok güzel lafları bile okumadılar.

***

Bütün bunların bir yazarı yazmayı sürdürmek, hayata bağlamak için çok ideal bir durum olmadığını bilsem de bunun değişmesini sağlamak için yapabileceğim fazla bir şey de yok.

Büyük yazar Joan Didion ‘yaşayabilmek  için kendimize hikayeler anlatırız’ diye yazmıştı. Bu her insan için doğru ama özellikle yazarlar açısından daha da doğru.

Çünkü yazı işi insanı daha da yalnızlığa iter ve arada sürdürmekte zorlayabilir insanı. Buna rağmen yazmayı sürdürmek için örneğin ben yazılarımla insanların dudağına bir küçük gülümseme koymanın önemli olduğunu, yazıda arada bir saçmalasam da, abartsam da, sınırları çok zorlasam da okuyucunun beni anladığı ve beni sevdikleri hikayesini anlatırım kendime. 

kendimize anlattığımız hikayeler doğru olmasa da biz yazarlar aynı hikayeyi kendimize tekrar ederek yaşamı sürdürmeye çalışırız.

***

şimdi egoist olmayı sürdürmemin mümkün olmadığı bir hafta var önümde. detayına girmek istemiyorum, ama yazımın ön plana çıkmasının mümkün olamayacağı bir hafta geliyor. bugünden  itibaren ailece bizim için önemli olan bir gelişmeye şahit olacağımız ve inşallah da sorunsuz geçer diye umduğum bir haftaya giriyorum. 

***

bu nedenle bir hafta yurtdışında olacağım için 18 ağustosa kadar yazmaya ara vermek durumundayım. İsmet Berkan’ın bu haberi duyunca özellikle neden o kadar coşkulu sevindiğini tam anlamasam da, bir süre yazmama kararımın ailem açısından doğru bir karar olduğuna inanıyorum.

biz yazarların kendimize anlattığımız ve inandığımız bir hikaye de okurların bizim yazılarımız olmadan katiyen mutlu olamayacağı hikayesidir.  

umarım bir süre yazmama kararım kimseleri mutsuz etmeyecektir. Tek kişiye bile olsa tekrar yazmaya başlayınca bunu telafi etmek için elimden geleni yapacağımı söyleyebilirim.