Hamas’ın israil’e 7 ekim operasyonundan sonra Türkiye’de ve dünyanın her yerinde bütün stratejistler İsrail gizli servisi Mossad’ın neden bu defa başarısız olduğunu konuşup nedenler aramaya başlamıştı. çoğu kesin bir cevap veremese de ben o gün bunun nedeni olarak ilk önce 10 filmi sıralayacağımı, sonra da bu 10’luk listeden çıkan ortak sonucu açıklayacağımı yazmıştım.

***

işte o gün verdiğim 10 maddelik liste:

1- THE SPY: Mossad’ın Suriye’ye yerleştirdiği büyük ajan Eli Coen’in gerçek yaşamına dayanan film. filmde Eli Cohen’i Sache Baron Cohen oynuyor. 

2-OPERATİON FİNALE. Latin Amerika’ya kaçtığı belirlenen savaş suçlusu Adolph Eichman’ın Mossad ajanları tarafından kaçırılıp israil’e getirilip yargılanması operasyonunu anlatan film. 

3-MUNİCH- Münih olimpiyatında filistin gerillaları tarafından öldürülen 11 israil atletinin İsrail devleti tarafından öcünün alındığı ‘Wrath of God’ operasyonunu anlatan Steven Spielberg filmi.

4-BİDON: Hamas’ın üst düzey komutanının Dubai’de Mossad tarafından 2010’da infaz edilmesi operasyonunun anlatıldığı film.

5-RED SEA DİVİNG RESORT: Sudan’daki yahudilerin iç savaş altındaki ülkeden çıkarılıp Israil’e getirilmesi operasyonunun anlatıldığı film.

6-THE ANGEL: Nasır’ın kızıyla evli Mısır diplomatın israil ajanı yapılmasıyla yaşanan gerçek olayların anlatıldığı  film.

7-THE PATRİOTS: İsrail’in Fransa’dan nükleer sırları çalması operasyonunu anlatan film.

8-FAUDA. Dizide Gazze ve diğer Filistin idaresi altındaki topraklarda Doron liderliğindeki israil ajanlarının teröre karşı başarılı mücadeleleri anlatılır.

9- THE DEBT. Mengele ve Eichman’a yapılan operasyonların anlatıldığı bir film daha.

10-RAİD ON ENTEBBE: Entebbe’ye kaçırılan israil uçağındaki rehinelerin kurtarıldığı operasyonu anlatan film.

***

Önemli bölümünü Mossad ve CIA’in gizlice finanse ettiği ve bilgi aktarımı yaptığı bu filmlerin ortak noktası Mossad’ın nasıl dünyanın en başarılı casus örgütü ve yenilmez olduğunun propagandasıydı, bu anlatılıyordu.

benim o zaman bu 10 maddelik listeden çıkardığım sonuç Mossad’ın büyük ihtimalle kendi propagandasına inanıp aşırı güven nedeniyle 7 ekimde Hamas’ın sınırlarından girerek israil’i göz göre göre vurmasını bu defa engelleyemediği ve büyük prestij darbesi yediği şeklindeydi.

***

casuslar dünyasında da Mossad’ın prestijini tekrar kazanmak için mutlaka bir şeyler yapacağı yorumlyarı yapılıyordu. Nitekim bugüne kadar birkaç üst düzey suikast gerçekleştirildi. ancak son çağrı cihazı ve telsiz patlatmasının global casusluk tarihinde eşi görülmemiş bir başarı olduğu o dünyayı en iyi tanıyan casus romanları yazarları ve bağlantıları sağlam ulusal güvenlik  muhabirleri tarafından söyleniyor.

***

eğer söylenenler doğruysa ve eğer Mossad bu son operasyonu sadece teknolojik üstünlükle değil, patlattığı araçların piyasaya sürülmesi zincirine bir şekilde fiilen müdahale edip patlayıcı maddeyi sahadaki ajanları aracılığıyla yerleştirmiş ve binlercesini aynı anda patlatmayı becermişse bu gerçekten de casusluk tarihinde ender görülen başarılardan biridir.

***

bunu hangi yetkiyle söylüyorsun, senin  bu konuda ne bilgin olabilir ki diye düşünüyorsanız, bunda haklısınız. Ancak casusların dünyası hakkında bizzat içinde yer alma dışında sağlam bilgi alabilmenin tek yolu bu dünyayı araştırıp inceledikten sonra romanlarını yazan insanların kitaplarıdır. Ayrıca bir yol da başta kendi ülkelerinin casusluk teşkilatını ve dünyanın diğer ülkelerinin örgütlerini haberleştiren iyi ulusal güvenlik yazarlarını dikkatli takip etmektir.

***

ben ikisini de neredeyse profesyonelliğe dayanan bir hobi olarak yapıyorum. casusluk edebiyatı konusunda hatırı satılır bir kitap birikimim var. çoğunu dikkatli biçimde defalarca, tekrar okurum ve daha önce okuduklarıma dönerek bugünleri anlamaya çalışırım. Washington Post ve New York Times’ın ulusal güvenlik yazarları mesleğin en iyileri arasındadır. Onların kitapları da başvuru kaynaklarım arasındadır.

***

casuslar dünyasını biraz anlayabilmek için başlıca iki farklı yaklaşım var. biri İsmet Berkan’ın da içinde olduğu ekol. Bunlar teknolojik gelişmelerin casusluk mesleğine getirdiği yeni açılımlara çok önem veriyor. Benim ait olduğum diğer ekol ise meseleleri İngilizcede humint olarak bilinen insana dayalı istihbaratın önemine ve casusların sahada bizzat yaptıklarına daha ağırlık vererek açıklamaya çalışır.

***

Şimdi Mossad eğer dendiği gibi son operasyonunu sadece teknolojiye dayanarak değil de ajanlarını sahaya sürerek gerçekleştirmişse, bunun şu aşamada üç anlamı olur.

1- 7 ekimi önleyemeyen Mossad’ın başarısızlığı üzerine yazılanların acaba bu son operasyondan sonra yeniden ele alınması gerekecek mi?

2- şu anki net ve hayati soru ise şu: binlerce cihazın tedarik zincirine fiilen müdahale edip bunların içine patlayıcı yerleştirip onları ruhu bile duymadan kullanıcılara eriştirebilen bir operasyonu başaran bir Mossad’ın 7 ekimde Israil’in sınırlarından girip operasyon yapan Hamas hakkında önceden bilgisi  olmaması mümkün mü?

3- bu soruyu şimdi soranlar Mossad’ın o görünürdeki başarısızlığının planlı olduğunu, Gazze’ye saldırı gerekçesi oluşturmak için buna bile bile göz yumduğunu söylüyor. böyle bir şey mümkün mü, tabii ki mümkün. yazının başında bahsettiğim filmlerin sadece birkaç tanesine bile bakarsanız bu dünyanın ne kadar acımasız ve soğukkanlı kötülük yapan bir dünya olduğunu görebilirsiniz.

Ama ben burada 7 ekim konusunda şimdilik bir sonuca varmayıp bunu ileri tarihe erteliyorum.

***

Şu an benim açımdan daha önemlisi şu; bu son operasyon eğer Mossad ajanlarının sahada  fiilen çalışarak yaptığı bir operasyonsa ben tekrar kütüphanemin casusluk edebiyatı bölümüne çekilip yeniden casusların  sahadaki ruh hallerini inceleyen kitapları okumaya girişeceğim.

***

Operasyon alanındaki casusun ruh halini anlamak için benim en büyük başvuru kaynağı casus edebiyatının usta ismi John Le Carre’dir. onu  89 yaşında kaybettik. bu nedenle Mossad’ın bu son operasyonunu onun kaleminden okuma şansına sahip değiliz ne yazık ki.

Onun Mossad ajanlarının düşünce biçimlerini ve çalışma yöntemlerini en iyi anlattığı kitabı ‘Küçük Trompetçi Kız’ romanıdır. O romanda masum bir insan casusa dönüştürüldükten sonra onun beyniyle nasıl oynanabildiği mükemmel anlatılır. bu yöntemlerin bu son operasyonda da sıkça kullanıldığından eminim.

Onunla ilk tanışmam yıllar önce TRT’de muhteşem kitabı ‘Thinker, Tailor, Soldier Spy’dan yapılmış siyah-beyaz İngiliz dizisinin yayınlanmasıyla olmuştu. Carre’nin romanlarındaki baş casus kahramanı George Smiley’i Sir Alec Guinness öyle güçlü oynamıştı ki, o diziden sonra yıllar içinde Carre’nin hangi kitabını okursam okuyayım, gözümün önüne her Smiley’i getirmeye çalıştığımda elimde olmadan hep Alec Guinness’i düşündüm.

***

Diziyi seyredip casus romanlarına hayat boyu sürecek bir tutkuyla bağlanıncaya kadar benim için casus denince aklıma hep 007 James Bond gelirdi. 

Sinemada ilk seyrettiğim James Bond da Sean Connery’di. Nasıl Alec Guinness’den sonra hiçbir aktör benim için George Smiley’in yerini tutamaz hale gelmişse, Connery’den sonraki yıllarda Bond olmaya çalışan başka hiçbir aktör beni kesmedi. 

Smiley’i dizinin yeni çekiminde daha sonra canlandırmaya çalışan Gary Oldman’ın şanssızlığı Alec Guinness’in hayaletinin üstünde uçup duruyor olmasıydı.

***

Çocukluğunda seyrettiği Bond filmleriyle büyümüş bizler için casus denince maceralı parlak yaşamlar, güzel kadınlar, her güzel kadının kolayca sevişebileceği yakışıklı adamlar (007 Sean Connery olunca bunu söylemek kolaydı tabii) gelirdi.

Ancak John Le Carre bize bu dünya hakkındaki asıl gerçeği anlattı. Casusluk çoğunlukla uzun süreli sıkıcı beklemeler içerir ve beklediğinize ulaştığınızda da karşılaştığınız şey çoğunlukla iki yüzlülükler, aldatmalar, hayal kırıklıkları ve ihanetten ibarettir. Smiley aşk ilişkilerinde de başarısızdı. Romanda eşi Anne onu hep aldatıyordu.

Yazar Carre gerçek yaşamında da İngiliz İstihbarat servisinde görevli olduğundan o hayatı içinden tanıyordu ve en iyi bildiği de MI5 teşkilatının Soğuk Savaş’ta Sovyet istihbaratı KGB ile giriştiği istihbarat mücadelesiydi. Smiley’in kitaplarda KGB’deki rakibi Karla’nın bugüne kadar neden filmi yapılamadı, bu da düşündürücü.

‘The Spy Who Came in From the Cold’ (Soğuktan Gelen Casus) romanının son sayfasında doğudan batıya kaçmaya çalışan ajanın Berlin duvarını aşmaya çalışırken öldürülmesi bu savaşın acımasızlığını anlatıyordu.

***

‘Thinker, Tailor, Soldier, Spy’ romanı da İngiliz gizli örgütü üst yönetimi içindeki Sovyet ajanını bulmaya uğraşan Smiley’in yaşadıklarını anlattığından etkisi gerçekte yaşananlardan dolayı büyük oldu. Carre bu romanından sonra öyle büyük bir usta olarak kabul edildi ki, Amerikan casus romanlarının büyüğü Robert Littell bile tanıtılırken ondan “Amerika’nın le Carre’si” diye bahsedildi. 

CIA üzerine tek bir roman okuyacaksanız, mutlaka Littell’in ‘The Company’ (Şirket) romanını okumalısınız. Eskilerinden aldığım tadı bulamasam da Carre’nin daha sonraki döneme ait romanlarını da okumayı sürdürdüm. 

Carre Soğuk Savaş’ın bitmesinin sanatçı olarak kendisine yarattığı sorunu biliyor olmalı ki, sonraki en başarılı romanları geçmişi anlattığı romanları oldu. 

Smiley’i emekliliğinde anlatan roman da yazdı. ‘The Secret Pilgrim’ romanında Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra casus yetiştirme kursuna davet edilen emekli Smiley öğrencilere anlattığı hatıralarıyla biz okuyucuları gerçek bir casus dünyası turuna çıkarır.

***

Sonraki romanlarından eskilerden aldığım keyfi alamasam da onun yeni kitabını bekliyor olmak da ayrı bir keyifti. Ölümünden sonra ne yazık ki bu keyiften de mahrum kaldım. Hayatını dolu dolu yaşamış çok kaliteli, iyi bir yazardı. Kitaplarını eski okuduğum sırayla yeniden okumaya karar verdim son gelişmelerden sonra. operasyonun gerçek sırrını orada bulacağıma inanıyorum.

***

Bir tek ‘Perfect Spy’ (Mükemmel Casus) romanını yeniden okumaya girişmeyeceğim. Çünkü daha önce kaç defa denesem de o kitabı bir türlü bitirememiştim. 

Bir solukta okuduğum diğer bütün kitaplarından zevk almama rağmen bu romanı neden sevememiş olduğumu bir türlü anlayamıyordum. 

Nedenini de kendisi de casus romanları yazmış olan Washington Post gazetenin ulusal güvenlik yazarı David Ignatius’un bir yazısını okuduğumda anladım. Meğer Le Carre diğer bütün kitaplarında kendi deneylerini, düşüncelerini anlatırmış, bu sevmediğim kitabındaysa babasının düşünce sistematiğini aktarıyormuş Ignatius’un dediğine göre. 

Kitap bu yüzden insana alışmış olduğu keyfi veremiyormuş. Bu açıklama bana da mantıki geldi. Bu arada bilin diye söylüyorum, Carre’nin bütün iyi kitapları Türkçe’ye de çevrildi.

***

Önümüzdeki aylarda, yıllarda Mossad’ın bu son operasyonunu mutlaka tartışıp konuşacağız. bunun romanının yazılmasını ve hakkında filmler yapılmasını da bekliyorum. 

Tartışmalara bilgili girebilmek için casusun ruh dünyasını Carre gibi ustalıkla anlatan romanların kılavuzluğuna ihtiyacımız olacak.