Türk Amerikan Cemiyetinin New York’taki geleneksel cumhuriyet balosu “Cipriani 42’th Street” olarak bilinen yerde yapıldı.

baloda ne olup bittiğini bu kesimin vakanüvisi kimliğini giydiğinde ustalıkla anlatan Ertuğrul Özkök’ün yazısından öğrendik bu defa da. 

***

iktisadi gelişme yakın tarihi bilimsel uzmanlık alanımdır. dolayısıyla ülkede bir tür burjuvazinin ekonomi açısından gelişip büyüdüğünü bilimsel açıdan biliyorum tabii ki. bu reddedilemeyecek bir gerçek. 

Ancak Özkök’ün bu kesimin hayatından kesimler anlattığı yazılarını okudukça acaba Türkiye’de gerçekten bir burjuvazi var mı veya başka bir ifadeyle bu kesim ekonomik kriterlerle hak etmiş olduğu burjuva olma hakkının içini kültürel anlamda doldurabiliyor mu sorusu bence meşrulaşıyor.

***

çünkü bu kesime baktıkça çoğunun hayat tarzlarıyla, ne yiyip ne içtikleriyle, neler giydikleriyle, dinledikleri müzikle kendilerini bir sınıf olarak tanımlamaya çalıştığını görmekteyim.

bunların hepsi iyi hoş ama bir insan topluluğunun kendini burjuva olarak tanımlaması için ortak paylaşılan bir zihinsel yapı, kültür, siyasi ve sosyal konularda ortak tavır da gerekir mutlaka. Bunlar olmadığı takdirde sadece hayat tarzlarıyla, paylaşılan yaşam gustolarıyla burjuva olunamaz.

***

benzer tanımlama tartışması ‘Beyaz Türkler’ kavramı üzerinde de yaşanmıştı. bir kesimi içtiği içkiye, tercih ettiği marka kıyafete ve sevdiği müzik türüne göre bile beyaz türk kategorisine sokmaya çalıştılar. 

beyaz Türk’ün tespit edilebilmesi için sadece bu kültürel hayat tarzı ögeleri onlara yetti.

Ama benim de içinde olduğum başka bir kesim ise Beyaz Türk denebilmesi için kişide cumhuriyet ilkelerine bağlı demokrat olmak, önyargısızlık, açık fikirli modern olmak, makul siyasi tavırlar alabilmek gibi kriterler de arıyorduk.

bence bu siyasi ve sosyal kriterlere sahip bir insana hayat tarzı kriterleri otomatikman gelirdi zaten. çünkü makul  davranıp makul  yaşayanların aslında otomatik olarak benimseyeceği bir hayat tarzıydı modern yaşamın gerekleri.

***

Türkiye’de kendini burjuva sanan kesimin aslında hayat tarzları ve zevkleri dışında belirleyici kritere sahip olmadığını hepimize çok iyi anlatan bir cümle vardı Özkök’ün son yazısında.

diyor ki ‘Bir kere daha gördüm ki zengin Türkler bir zamanlar İtalya’da sol partizanların şarkısı olan Bella Ciao’yı çok seviyor.’

Evet çok doğru bir tespit, Bella Ciao’yu bu kesim çok seviyor ve uzun gecelerin sıkça kapanış müziği bile oluyor bu parça.

bir zamanlar ekonomik gelişmelerinin ilk aşamalarında olan bu kesim o dönemde ‘Hava Nagila’ şarkısını da çok severdi ve her araya geldiğinde hep bu parçayı söyleyip dans ederdi.

***

bu kesimin aslında Sabetaycı olduğu komplo teorisini ortaya atanlar sadece bu şarkının popülerliğine bakıp teori yapabilirdi. 

çünkü şarkı aslında yahudi diasporasının şarkısıydı. o zamanlar bu şarkının anlamını bilerek mi seviyorlardı bilemem, ama aslında ideolojik açıdan kendi sınıflarına da karşı olmasına rağmen çok sevmeye başladıkları Bella Ciao’yu anlıyorlar mı onu hiç bilemiyorum.

kısmen anlıyorlarsa da bu aslında şarap içerek beyaz türk veya burjuva olunabileceğini düşünen insanlara da hitap eden bir şarkı. çünkü bu kesim katiyen elini taşının altına koymayacağı, katiyen aktif olarak içinde yer almayacağı direnişlere kendisine zarar gelmeyecek kadar uzaktan bakarak romantik destek veriyormuş gibi davranmayı çok sever.

Bella Ciao hayat tarzı burjuvalarının ve içki içerek beyaz türk olmaya çalışanların romantik şarkısıdır.

aslında Türkiye’de gerçek anlamda burjuvazi olmadığını anlatmak için bu kadar lafa da gerek yoktu. 

Sadece bugün ülkenin getirildiği siyasi ve sosyal duruma bakıp gerçek burjuvazinin olduğu bir ortamda bütün bunların olabilmesi  katiyen mümkün değil demek bile yeterdi.