Modernizm sanata uygulanan sanat anlamına gelmeye başlayınca özellikle Manet sayesinde eserin tam önünde durup onu tek bir konumda durağan, edilgin biçimde anlamaya çalışan seyirci dönemi bitmiş ve onun yerine hareketli, resmin etrafında dönerek onu her yönüyle anlamaya, kavramaya çalışan seyircinin aktif katılım dönemi başlamıştır. 

Seyirci daha katılımcı oldu ama gerçeği bire bir temsil temeli (mimesis) olmayan biçimden hoşlansa da, seyircinin eseri sadece gördükleriyle anlaması da hayli zorlaştı. G.W.F. Hegel’in öngördüğü gibi sanat bizleri entelektüel düşünceye davet etmeye başladı. bunu yaparken amaç sanat eseri yaratmak değil, sanatın ne olduğunu felsefi açıdan bilmekti.

kendi dönemindeki güncel sanat eserleriyle çok ilgilendiği söylenmeyen Hegel (1770-1831) felsefesinde sanatın anlamıyla, o günlerde anlamı yeni anlaşılmaya başlanan estetik kavramıyla, dolayımsız haz tanımıyla, sanatın  geleceği  hakkında Kant ile birlikte en çok düşünmüş felsefecidir. Bu yüzden sanki modern sanatta olacakları çok önceden tahmin etmişçesine, günümüzde Hegel’in sanat felsefesinin bizatihi sanatın tatmin sağladığı çağlarda olduğundan çok daha fazla ihtiyaçtır diye düşündüğünü anlatır o felsefi sistemi  iyi bilen uzmanlarca.

Bu aşamada sanat felsefecisi Arthur Danto’dan bir alıntı yapmalıyım: ’Estetik tarihinde sanat kavramının karmaşıklığını kavradığını düşündüğüm tek şahsiyet, çoğu filozofun aksine konuya öncesiz sonrasız değil, tarihselci bir yaklaşım getirdiği için sanat yapıları sınıfının  neredeyse a priori açıklamasını yapmış Hegel’di’ (Sanatın Sonundan Sonra s.235). 

Ünlü eleştirmen Hilton Kramer’e göre Arthur Danto felsefe seminerinin sıkıcılığını azaltan adamdı. Ali Artun da ‘Arthur Danto’nun Ölümü, Andy Warhol ve sanatın sonu’ makalesinde ‘Arthur Danto postmodernizmin Hegel’iydi’ diye tanımlamıştır..

Biz sıradan insanlar için konuyu basitçe açarsak, mimesis’in hüküm sürdüğü yıllarda resme bakıldığında onun gerçeği ne kadar iyi temsil ettiğinden yola çıkarak dolayımsız haz hissetmemiz mümkündü. Ama temsil ortadan kalktıktan sonra bir resme baktığımızda, sadece gördüğümüz biçimlerin güzelliğiyle yetinemeyeceksek, onun üretilmesinde rol alan düşünce ve felsefeyi de  bilmemiz lazım ki eseri daha iyi anlayıp daha derin  bir haz alalım.

Eleştirmen Meyer Schapiro ‘Nature of Abstract Art’ makalesinde dünyanın bire bir taklidi gibi bir durumun zaten söz konusu olamayacağını, sanatçının gördüğü gerçekliğe imada bulunsa dahi bunun aynı zamanda sanatçının fikir ve inançlarını temsil edeceğini söylemektedir. Schapiro modern sanatın da Picasso ve Braque ile başladığını düşünmektedir.

Mimesis’in hakimiyetindeki dünyada ve daha önceki sanat tarihinde ideoloji gerçeğin temsilini takip etti. İdeoloji onun üstüne dayanılarak oluşturuldu.

Ama artık gerçeğin temsil ortadan kalktığından her düşüncenin, soyutlamanın meşru olabildiği tarih sonrası bir döneme girildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında New York modern sanat ortamının düşünce hayatını belirlemiş olan eleştirmen Clement Greenberg de Foucault gibi modernizmin Manet’nin yapıtlarında başladığını ve onunla ‘bir öykünün sona erip yeni bir öykünün başladığını’ düşünüyordu.

Sanat da kendi kendisinin konusu olunca sanat eserleri de sanat nedir, sorusuna cevap ararken kendi saf özlerini de araştırmaya başladı. Aslında bu sanatın bir özeleştiri durumudur. Greenberg bu özeleştiri eğiliminin bizatihi eleştirinin araçlarını sorguladığı için ilk gerçek modernist olarak sınıflandırdığı Kant ile başladığını düşünür.

Amerikan modern sanat camiasında da Greenberg’in gerçek ressamdan beklediği sanatına getirdiği özeleştiriden sonra bir özü, bir saflığı yakalamaya çalışmasıydı. Bu belki de Greenberg’in Kant’ın saf aklın eleştirisinden  ödünç aldığı bir bakış açısı olabilir.

 

Resmin konusu resmin kendisidir diyen Greenberg, Jackson Pollock’u koruması altına alıp onun döneminde Amerika’nın yaşayan en iyi sanatçısı olarak algılanmasına büyük katkıda bulundu. 

Boyasını tuvalin üstüne damlatarak yayan Pollock çizerken sürekli hareket halinde olduğundan sanat eleştirmeni Harold Rosenberg bu stile eylem çizimi (Action painting) adını takmıştı. Sanat felsefecisi Arthur Danto ise bu kavramdan nefret ediyordu. 

Pollock’un stilinin Japon deneysel sanat grubu Guti’nin çalışmalarından da çok etkilendiği söylenir.

(New York sanat dünyasında o dönemde etkili olan bazı isimler hakkında şu kitapları tavsiye edebilirim: Florence Rubenfield, ‘Clement Greenberg.a Life’,  ‘Art Lover: A Biography of Peggy Guggenheim, Informal Tour of his century, Informal Memoirs of Peggy Gugenheim)

Ben Pollock yanında döneminde büyük işler yapan Willem de Kooning, Mark Rothko, Adolph Gottlieb, Robert Motherwell, Ad Reinhardt ve Elaine de Kooning gibi sanatçıları fazla incelemedim. Bu Pollock’un eserlerini tercih etmemden değil; hatta biri hariç onun eserleri bana çok şey ifade etmiyor da. 

Sadece 1946’da çizmiş olduğu ve ‘Shimmering Substance’ adlı eseri beni gerçekten de büyüledi. Diğer sanatçıların beni daha çok çeken eserleri olduğu halde onları ayrıca detaylı incelemedim çünkü temelde asıl amacım Clement Greenberg’in sanat ortamına önemli teorik müdahalesini anlamak olduğundan ve de Pollock’u koruması altına aldığından bu şekilde yürümem zorunlu hale geldi. 

Pollock’un sadece benim beğendiğim Shimmering substance’ adlı eserine veya diğerlerine bakarsanız modern sanatta içerikten fazla biçime vurgu yapıldığını net görebilirsiniz.

modernin dönemi olan 1860-1960 arası ‘manifestolar çağı’ olarak da bilinir. Sanat kendisinin konusu olunca her sanatçı kendi sanatının özünü sorgulamaya başladı ve her sanat akımı bu dönemde gerçek sanat budur diyen manifestolar yayınlamaya başladı (modern ve çağdaş sanatın Türkiye’de anlaşılmasında büyük emeği bulunan Ali Artun’un derleyip sunduğu ‘Sanat Manifestoları (avangard sanat ve direniş)’ çalışması çok yararlı bir kaynak.

Greenberg herkesin kendi sanatının tek gerçek olduğunu düşünebildiği hoşgörüsüz ve dogmatist bir manifesto çağına uygun bir eleştirmen olduğundan modernizmin tarihi arındırmanın, yani soyun temizlenmesinin, sanatın özünde bulunmayan her şeyden ayrılmasının tarihidir diye yazabilmiştir. 

‘Manifestolar çağına ilişkin esas nokta bir şeyin felsefe sayılabilmesi için gerekli çabaları sanatsal üretimin merkezine yerleştirmiş olmasıdır’ (‘sanatın sonundan sonra’ s.54, Arthur Danto). Dönemde yayınlanan manifesto sayısının 500 civarında olduğu da hesaplanmıştır

Greenberg’in sanat dünyasına ne kadar üstten bakan tavrı olduğunu onun YouTube’da var olan eski konferans videolarında da görebilirsiniz

Greenberg’in ne kadar önemli de olduğunu göstermek için daha sonra çağdaş sanata felsefi çerçeve getiren Arthur Danto’nun sanat tarihinde iki önemli dönem olduğunu, birinin Vasari dönemi (yani mimesis dönemi) diğerinin de Greenberg dönemi olduğunu yazmış olduğunu hatırlatayım.