Çağdaş sanatın bazı örneklerine baktığımda ‘bu da sanat mı yani şimdi’  veya ‘bunu beş yaşındaki çocuk bile yapar’ diye homurdanan insanlardan bıktığım için yaklaşık bir buçuk yıldır gizli bir yaşamım var. Arada ben de bu şekilde homurdandığımdan ve bu yüzden kendimden utandığımdan, ilk bakışta bana ne kadar tuhaf ve basit gelse de çağdaş sanatı daha iyi anlamama yarayacak bilgi birikimini edinmek için uğraşıyorum. 

***

hayli zorlu geçen bir yoğun çalışma döneminden ve anlaşılması gerçekten zor felsefi metinlerle boğuştuktan sonra bir noktada yeterli bilgiye artık sahip olduğumu düşündüğümden (Bu düşüncenin yakında yanlış çıkması ihtimali her zaman olduğu gibi yine var tabii ki) anladıklarımı yazmaya giriştim. Ve Kütüphanemdeki Sesler kitabımın devamı olarak gördüğüm ‘Kütüphanemdeki İsyan’ kitabımı yazmaya giriştim. Metin şimdi yayıncının elinde, umarım eylül ya da ekim ayında bu ‘Magnum Opus’um okuyucuların elinde olabilecek.

***

durumum böyleyken  ‘modern sanattaki yabancılaşma ve yozlaşma akımına en son 28 yaşındaki Ukraynalı Sanat Yönetmeni Dimmi Taburets katıldı. Dünyaca ünlü markalarla da çalışan Taburets’in bir grup kadını baş aşağı sallandırıp saçlarıyla çizimler yapmasını anlatan ve ‘sanat bu değil dedirtti’ diye başlayan bir haber doğal olarak ilgimi çekiyor ve bende dejavu duygusu yaratıyor.

***

Şunu kabul ediyorum, bazen çağdaş sanatın bir sahtekarlık olduğunu söyleyen bir Manifesto yazmış olan Avelina Lesper’i haklı çıkaracak kadar saçma, basit görüntülerin bile bu sanattır diye öne sürülebildiği bir post-modern dönemdeyiz şu an.

Çağdaş sanat sahtekar mı dürüst mü (Avelina Lesper değerlendirmesi) kitabında sanat hakkında yüreğinden yazan Alp Doğu Eser, Lesper ile çağdaş sanat ikileminde bir ara yolu bulmaya çalıştı. ‘Çağdaş sanat var mı’ çalışmasında Ayşegül Sönmez yoksa her şey artık fikirden mi ibaret sorunsalıyla her yönüyle boğuşan cesur tavırlı bir kitap oluşturdu.

Jean Baudrillard ’Sanat komplosu’ adlı çalışmasında çağdaş sanata Avelina Lesper kadar kızıyor ve bunu teorik sağlamlıkla ifade ediyor.

***

Avelina Lesper hanımın  sadece 55 sayfalık 2005 tarihli ‘Çağdaş Sanatın Sahtekarlığı’ çalışmasının bir özetini şöyle yapabiliriz.

Sanatı meydana getiren eser değil fikirlerdir, sanatçının sanat addettiği her şey sanattır. Böyle bir özen karşıtlığı (ve ben de ekleyim ‘yeteneğin önemsizleşmesi’-S.T.) sayesinde üşengeçlik, zıpçıktılık, zeka eksikliği gibi kavramlar bu sahte sanatın birer değerine dönüştü ve her şey müzelerde sergilenebilir hale geldi. Hiçbir estetik değeri bulunmadan sanat diye sunulan nesneler bu dogmatizmin buyurduğu şekilde, bir otoritenin buyurduğu prensiplere tamamen boyun eğerek kabul edilmekte.

***

Andy Warhol bir pisuarı sanat ürünü olarak kabul ettiren Duchamp’ın izinden giderek 1963 yılında bir temizlik ürünü olan Brillo kutularının birebir aynısını ürettiği kutularla sergi açınca bunun felsefi önemini gören sanat felsefecisi Arthur Danto sanatın sonunun (modern sanatın sonu) geldiğini yazdı.

***

modern sanatın sonu gerçekten geldiğinden onun özel önem verdiği estetik deha ve estetik beceri de önemsizleşmeye başladı. Ayrıca Joseph Beuys’un dediği gibi artık herkes sanatçı olabildiğinden, bir felsefesi, düşüncesi olan herkes bunu nasıl ifade ederse etsin sanat üretmiş sayılabiliyor. 

***

sanat teorisyeni Hal Foster’in dediği gibi post-modern gerçeğin geri dönüş dönemidir. Estetik deha artık aranmıyor, hemen herkes eğer bir felsefesi veya düşüncesi varsa bunu ifade etmek için sanata başvurabilir, sanatını nasıl ifade edeceğinde de artık özgür. Bu performans sanatı da olur, yerleştirme, kavramsal, arazi sanatı da olabilir. Anlayacağınız fazla kuralın, büyük anlatıların bulunmadığı bir özgürlükler dönemi bu.

***

ortam artık böyle olduğundan Art Basel’in Miami’deki etkinliğinde performans sanatçısı Cattelan pazardan iki liraya aldığı muzu güçlü bir bantla müzenin duvarına yapıştırdı ve bunu da sanat ilan etti.

Durun daha bitmedi. bir başka performans  sanatçısı David Datuna sergilenen muzu bandından çıkarıp afiyetle yedi, o da bu muz yiyişini performans sanatı ilan etti. Bundan sonra bunlara özenen birçok insan da muzu duvara astıkları için kendilerini sanatçı ilan etti. Dahası birçok tanınmış marka ‘duvara bantlanmış muz’u bir pazarlama malzemesi olarak kullanmaya başladı.

daha sonra iki genç müzeyi gezerken hemen herkesin suratında görebileceğimiz sıradan bir gözlüğü müzede yere bıraktı. Yanına müzede bir süre ne kimse yanaştı ne de onu yerden alıp güvenli bir yere götürme girişimi oldu.

Çünkü, tahmin etmişinizdir sanıyorum, o yerdeki gözlüğü hemen herkes yerleştirme sanatı sandı, sanat ürünü olarak fotoğraflarını çekenler oldu, hatta yanına yere uzanıp bu ‘sanat eseriyle’ poz verenler bile çıktı.

***

New Yorklu Dadaistler tarafından yayınlanan The Blind Man adlı dergide yayınlanan anonim bir makalede Duchamp’ın “Fountain” adlı çalışmasının neden sanat eseri olduğu şu sözlerle açıklanmıştı:

– Objenin seçimi başlı başına yaratıcı bir süreçtir.

– Obje işe yarar özelliğinden koparıldığında bir sanat eseri haline gelir.

– İsim verip onu sanat galerisinde sergileyerek objeye yeni bir fikir veya anlam verilmiş olur.

***

Sanat felsefecisi Arthur Danto da ‘Sıradan olanın Başkalaşımı’ adlı önemli eserinde adına J dediği hayali bir sanatçının yeni dönemdeki sanatını şöyle tanımlıyor:

‘J’in gerçekleştirdiği kırmızı alan bir sanat yapıtı olabilir mi? Neden olmasın? Duchamp bir kar küreğini sanat yapıtı ilan etti ve oldu. Aynı şekilde bir şişe rafını sanat yapıtı ilan etti ve o da oldu. Son derece nadir bir parçayı kurtarıyormuş edasıyla elindeki kırmızı alanı dikkatlice sınırın ötesine taşıyarak onu da sanat yapıtı ilan etmesinin J’nin de hakkı olduğunu kabul etmeliyim’ ( S.22).

***

Sanat ortamı artık böyle olduğundan ve ben de artık sanatı anlamak için onun temelindeki düşüncenin, felsefenin anlaşılmasından yana olduğumdan saçıyla resim çizenlerin yaptığının da sanat olduğunu düşünüyorum.

bununla ne anlatmak istediğini sanatçının da anlatması gerekiyor tabii ki.