Yazılarımı okuyanlar bazen ele aldığım bir konuyu daha açmak, tavrımı netleştirmek için sıkça Ertuğrul Özkök veya İsmet Berkan’ın şahsında (görüyorsunuz bu memlekete sadece Erdoğan’ın şahsı yok onların da var) karşıtlık veya karşı çıkılması gereken tavır tanımlama eğilimim olduğunu fark etmiş olmalı.
***
Bunu onlara temelde gıcık olduğumdan filan yapıyor değilim sadece, hatta aksine beni zorlarsanız onları sevdiğimi bile söyleyebilirim, ama bazen bir konuda bana karşı öyle uçta tavır alabiliyorlar ki onlarla karşıtlık yaratarak tavrınızı netleştirmeniz daha kolay olabiliyor.
***
örneğin bugün ele almak istediğim konu AI (yapay zeka). Bu memlekette bu konu hakkında yazmak ve hatta düşünmek bile İsmet Berkan’sız yapılamaz olmuş durumda.
Yapay zekanın coşkulu bir destekçisi o. Gelişmeleri, teknolojik yenilikleri takip ediyor. Üstelik bunu teknolojiden de anlayarak yapıyor.
Ben ise ona göre tamamen çağdışı bir insanım. Bu yazının başlığını bir de bu çerçevede değerlendirin.
***
Yanlış anlamayın, yapay zekanın sağlıkta, bilimsel deneylerde, belki de eğitim alanında büyük katkıları olabileceğini tabii ki kabul ediyorum.
Ama ben insanın iyi yaşayabilmesi için hayatında denge, sakinlik olması gerektiğine de inanıyorum. bunun anlamını daha sonra açacağım.
Bu nedenle yapay zeka konusunda tavır alınacaksa bunun 21’inci yüzyılın bu aşamasında’ iyi hayat nasıl olması gerekir’ sorusuyla birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
***
bugünlerde bakıyorum da yapay zekaya romanlar yazdırılıyor, yazılı senaryo verilip filmler ürettiriliyor veya bizde de Cüneyt Özdemir’in üzerinde çalıştığı gibi tek bir gazetecisi veya köşe yazarı olmayan gazete çıkartılıyor. sanatın her dalında eserler yaratan veya ameliyatları üstlenen yapay zekanın artık fantezi olmadığı da bir gerçek.
***
bu belki tek başına karşı çıkılabilecek bir şey olmayabilir ama benim kaygım, daha önce insanlar tarafından üstlenilen bu işler yapay zekaya bırakılıp insani zayıflıklar, kaygılar, önyargılar işin içinden çıkarıldığında geriye pek anlamlı bir ortam kalıp kalmayacağı.
***
örneğin, buna bilmem İsmet Berkan katılır mı ama ben yapay zekaya, teknik açıdan mümkün olsa da roman yazdırmanın doğru olmadığına inanıyorum.
çünkü bir romanın roman olabilmesi için onun her satırında yazarın duygusal iniş çıkışlarının, hezeyanlarının, tefekkürünün, önyargılarını, kıskançlıklarını yansıtan duyguların da olması gerekir. Romanı teknik açıdan yazabilse de, yapay zekanın bunu yapabileceği kuşkulu.
***
yine bir yapay zekanın tıpta var olan bilgi birikimini kullanarak bir kanser hastasının tedavisine girişmesi teknik açıdan mümkün. Ama bir hastayı tedavi ederken onu sadece hasta olarak değil karakteri, duyguları, hayattan beklentileri, yani tüm duygusal yapısı ile birlikte ele alıp tedaviye girişmenin, yani daha önce denenmiş standart tedavi reçeteleriyle yetinmeyip daha kişiye özgü tedavinin daha doğru olduğu zaten kabul edilmiş durumda. Yapay zekanın doktorculuk oynamaya giriştiğinde bunu yapabileceği de şüpheli.
***
bilimsel gelişme ve ilerlemeye tabii ki karşı değilim, ama korkum bunun hız ve yoğunluğunun hayatın her alanında insana dair duygu ve düşünceleri ortadan kaldırma riskidir. öyle daha optimum, daha etkin olma ihtimali vardır belki, ama bunun hiçbir şekilde insani olamayacağını düşünüyorum.
***
üstelik yapay zekada olduğu gibi bilimsel gelişme de neredeyse korkunç hız kazandı.
OpenAI’ın patronu Sam Altman başlangıcın bu yıl olduğunu, asıl bundan sonrasına dikkat kesilmemiz gerektiğini bile söyledi. Böyle baş döndürücü bir hız Liu Cixin’in Üç Cisim Problemi eserinde dikkat çektiği gibi insanlığın dünyanın sonunu kendi elleriyle hazırlaması sonucunu doğurabilir mi?
Böyle bir soruya herhalde kimse kolaylıkla “Olmaz öyle saçma şey” yanıtını veremez. İsmet’cim, sen ne dersin bu meseleye?
Netflix’teki dizideki şu diyaloga bakınca meselenin ne olduğu net olarak görülebiliyor:
“Avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe geçmeniz 90 bin yıl sürdü.
Peki ondan sonra sanayiye geçmeniz?..
Yaklaşık 10 bin yıl.
Atom enerjisi?..
200 yıl.
Bilgisayar çağı?..
50 yıl.”
***
Bu inanılması güç gelişme hızına, bunun yaşamımızda yaratacağı tahribata, aşınmaya karşı 21’inci yüzyılın bu aşamasında ‘İyi bir yaşam nasıl sürdürülmeli’ temel sorusuna cevap aranırken o bağlamda formül oluşturmak gerekir.
***
Teknolojinin hayatımızda hiç olmadığını düşünsek benim için iyi hayat tek başına sessizlik ve sakinlik içinde okuma ve yazmaya adanmış bir hayattı.
Tek başına sessizlik içindeki okumanın mutluluğuna benim gibi kapılmış insanlar üzerine 18’inci yüzyıl sonu ve 19’uncu yüzyıl başında çizilmiş birçok resim de vardır. bunlar arasında beni çok etkileyenlerin Chardin’in Le Philosophe Lisant’ı ve Courbet’in Baudelaire’i kitap okurken gösteren resimleri olduğunu söyleyebilirim.
bu resimlerde kitap okumakta olan insanın derinliğini, okuduğuna konsantre olmanın ve sessizliğin güzelliğini hep görür ve kendim için de hep böyle bir hayat hayal ederim. Benim için iyi hayat işte o resimlerde gösterilen hayattır.
***
ama artık 18’inci veya 19’uncu yüzyılda değiliz. 21’inci yüzyılda masamızın bir yanında altı çizilmiş cümlelerle dolu kitaplarımızın, diğer yanda da bilgisayar ve cep telefonumuzun olması doğru ve gereklidir. Burada önemli olan insanın kendisine okumak ile teknoloji arasında sakin bir denge oluşturabilmesi ve hayatında birini dışlamadan ikisine de dengeli yer verebilmesidir.
***
Gerçi eleştirmen George Steiner ’No passion Spent: Essays’ adlı makale derlemesinin ‘the Uncommon Reader’ başlıklı açılış denemesinde çağdaş kültürde okumanın öneminin azalmasının internet döneminden önce başlamış olduğunu söylüyor. bunun sebepleri olarak dünyamızda müziğin öneminin artmasını, sessizliğin yok olmasını ve insanın akılda tutma yeteneğinin ortadan kalkmasını gösteriyor. Bu tespit yani okumanın öneminin dünyada azalmasının internetten önce başlamış olduğu doğru da olabilir. Ama yapay zeka döneminde okumanın öneminin yok olması tehlikesi de var.
Ben sadece teknolojiye karşı kitap kültürüne sahip çıkacak bir sakin denge oluşturulmasını talep ediyorum.